Tahliye olan Mizgin: Cezaevlerinde tecrit ve işkence artıyor 2022-06-26 09:03:17   Melike Aydın    İZMİR - İdari Gözlem Kurulu’nun kararlarıyla cezaevlerindeki tecridin ve psikolojik işkencenin daha da arttığına işaret eden Mizgin Çiçek, yıldırma ve korkutma politikalarının devrede olduğunu, koşulların her geçen gün zorlaştığını belirterek, duyarlılık çağrısında bulundu.    İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği bölümünü okuyan Mizgin Çiçek, dijital medya paylaşımlarından dolayı gözaltına alındı ve sonrasında “örgüt üyeliği” iddiasıyla hakkında açılan davada 5 yıl 3 ay hapis cezası aldı. Şakran Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutulan Mizgin, normal koşullarda, 4 yıl 8 aydan sonra şartlı tahliye ile serbest bırakılması gerekirken, 21 Kasım 2021’de İdari Gözlem Kurulu’nun kararı ile Mizgin’in tahliyesi 10 ay ertelendi.   Geçtiğimiz günlerde tahliye edilen Mizgin, cezaevinde yaşananlara dair ajansımıza konuştu.    Mizgin, ilk olarak tahliyesinin 10 ay ertelenmesine dikkat çekerek, tutsaklara yönelik cezalandırma yöntemlerinden birinin de “erteleme” olduğunu kaydetti. Mizgin, “Bulunduğun koğuş sorun ediliyor, çıkabilmen için siyasi koğuştan bağımsız koğuşa geçmen gerekiyor” dedi. Mizgin, “Bulunduğun koğuş sorun ediliyor. Çıkabilmen için siyasi koğuştan bağımsız koğuşa geçmen gerekiyor deniyor. Oysa böyle bir madde yok. Bunu sözlü olarak söylüyorlar resmiyette böyle bir şey yok. Bir de aldığın disiplin cezaları da açlık grevine katılmış olman gibi. Ki yasa çıktığı tarihten önceki cezaları önüne koyamaz. 30 yıldır cezaevinde olan insanlar var. ‘Bütün 30 yılını önüne getireceğim’ diyor. O kadar yılda birçok hükümet değişmiş. Üstelik yasalar lehine işler, burada aleyhine işletilmeye çaba sarf ediliyor” diyerek hukukun çiğnendiğine değindi.    ‘Kurulda sorulanlar belgede bulunmuyor’   Kurulda bir takım sorular sorulduğunu ancak hazırlanan dosyada/belgede bu sorulara yer verilmediğini, sadece sorulara verilen cevapların kayda geçildiğini ve bunun üzerinden de tutsağa disiplin cezaları verildiğinin altını çizen Mizgin, bunun da bir sindirme ve baskı politikası olarak kullanıldığını belirtti. Mizgin, “Murathan Mungan’a duyarlılık çağrısı içeren bir mektup yazmıştım ve bu nedenle bana soruşturma açılmıştı, dosyamda o var. O soruşturma ‘kurumu karalama’ şeklinde önüme getirildi ve erteleme kararında bunlar yer aldı. Hürriyet Doğan’ın 10 ay Berivan Aydın’ın ise 9 ay tahliyesi ertelendi. Tahliyesi beklenen tutsakların da ceza alma riski var. Önceden gardiyanlarla bir sorunu çözmek için olanağınız vardı ancak şimdi yok. Diyalog yolunu hemen ‘tutanak tutacağım, soruşturma açacağım’ denerek tehditle karşılıyorlar. Yani burada ‘güç benim’i göstermeye çalışıyorlar. Sürekli bu yasayı kullanarak tehdide başladılar. Onun bağırmaya hakkı var ama senin bir söz söylemeye hakkın yok. ‘Ben bu devletin memuruyum’ diyor” cümlelerine yer verdi.    ‘Cezaevinde muhatap bulunamıyor’   Tutsakların sivil toplum örgütlerine mektuplar yazdığnı, cezaevi müdürlerine konuşma taleplerinde bulunduklarını ifade eden Mizgin, bu taleplerin karşılık bulmadığını söyleyerek, “Özellikle birinci müdür Meltem Babaoğlu ile görüşemiyoruz. Cezaevinde aylarca muhatap bulamadığımız oluyor” diye ekledi.    İzmir Valiliği İnsan Hakları Kurulu’nun ve Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’ndan yetkililerin cezaevi ziyaretlerinde kendisi ile görüştüklerini belirten Mizgin, konuya ilişkin şunları söyledi: “Denetimli serbestlikle ilgili şikayet dilekçemi işleme koymadıklarını söyledim. Bir tutuklunun en temel hakkıdır.  Kabul etse de etmese de işleme koyması gerekir. Gerekçe de bağımsız koğuşa geçmemiş olmam. Bu da yazılı söyleniyor. Ben de ‘bunu yazılı şekilde verin ben de itiraz hakkımı kullanayım’ dedim ama verilmedi. Ama hem dilekçe hakkım hem de itiraz hakkım engellendi. İnsan hakları komisyonlarından gelenler benim anlattıklarımı değil, cezaevi müdürünü esas aldı. Böylece mağduriyeti yaşayan kişinin şikayeti havada kalmış oluyor. Beni dinleyen kişilerin çözüm üretme çabası yok, cezaeviyle benzer tavrı gösteriyor. Yani formalite icabı oraya gelmiş ve idare de bundan güç alıyor.”   ‘Bir koğuşta 38 kişi bulunuyordu’   Mizgin, koğuşların durumuna da değinerek, “Şu anda bir koğuşta 38 kişi bulunuyor ve tutsakların bir kısmı yerlerde yatıyor. Bir kısmımızın bitişik koğuşa geçme talebi reddedildi. Öte yandan koğuşta bulunan kişi sayısına göre değil, koğuşun kapasitesine göre yemek veriliyordu. Tehdit eder tarzda konuşuyorlar ve ‘devlet sizi besliyor’ gibi şeyler söylüyorlar. Bizim başka koğuş talebimize ise ancak araya başka bir koğuş girerse olumlu bir karar vereceklerini söylüyorlardı. Ancak iki siyasi koğuş arasına koymak istedikleri koğuşta ise adliler olacaktı. Bunu güvenli bulmadığımız için kabul etmedik” diye aktardı.   Kanser hastası Fatma Özbay hala tutsak   Hasta tutsakların sevklerinin aylar sürebildiğini ifade eden Mizgin, bu süre zarfında hastalığın kronik hala dönüştüğünü ya da daha da derinleştiğini dile getirdi. Anında müdahale edildiğinde geçecek bir hastalığın kronikleşebildiğini belirten Mizgin, “Cezaevinde Fatma Özbay kanser hastası, Gülser Özbay, Güler Bilen, Hayriye Yağbasan’ın kronik hastalıkları var. Bu arkadaşlarımız 30 yıldan fazla süredir cezaevinde. 60 yaşını aşkın annelerimiz var; Hanse Bulut sürekli öksürüyor, gözlerinden katarakt ameliyatı olması gerekiyor, şeker hastası sürekli diyet yemek yiyor. Son dönemde hep anneler getirildi. Uzun süre cezaevinde kaldığı için hastalanan arkadaşlarımız oluyor. Tutsak arkadaşımız Esmer Ayaz, dişi için hastaneye gitti. Burada iğne yapan doktor bir süre uzanması gerektiğini söylüyor. Ancak jandarma kelepçe takmaya zorluyor. Esmer kelepçeyi kabul etmediği için zorla kelepçe takılıyor. Eli yaralanmıştı hatta bununla ilgili revirden darp raporu aldı. Buna rağmen bunla ilgili soruşturma açıldı ve savunma istendi” şeklinde ifade etti.   ‘Yıldırma ve korkutma politikaları’   Yeni telefon sisteminin internet altyapısı ile sağlandığı için bağlanmada sorunlar yaşandığını ve kaybedilen zamanın telafisinin yapılmadığını, görüşme esnasında tedirginlik yaşadıklarını söyleyen Mizgin “O gün içinde sorun çözülmezse o hakkın yanmış oluyor. Siyasilere görüntülü telefon hakkı yok. Koğuş içinde ankesörler. Önceden koridora çıkardık. Koğuştan çıkınca kapatılma duygusunu farklı bir atmosfere gidildiği için daha iyiydi. Bu tam bir izolasyona neden oluyor. Gardiyanlar görüş sırasında hakaretvari konuşuyordu. Ailelerimize ve bize değersizlik hissi vermeye çalışıyorlardı. Öte yandan dışarıdan bize gönderilen kartlar, mektuplar verilmiyordu. Vekillerin gönderdiği kartlar verilmiyordu. Sırf vekillerden kart geldiği için soruşturmaya tabi tutulan arkadaşlarımız oldu. Bunun üzerine dava açtık ve kazandık. Karantina koğuşunda açık alana takılan kamerayı kıran arkadaşlarımıza hücre cezası verildi. Arama yapıldı her yer talan edildi. Bizi provoke etmeye çalıştılar. Mesela Türkçe slogan attık, hiç Türkçe bilmeyen anne Xanse Bulut hasta yatağında olmasına rağmen ona soruşturma açıldı. Amaç yıldırmak, korkutmak” sözlerine yer verdi.    Duyarlılık çağrısı   Bağlama ve gitarların akort cihazlarının güvenlik adı altında toplandığını ve üç haftada bir verildiğini, kantinden alınması talebinin de sağlanmadığını belirten Mizgin, renkli kuru kalemlerin kantinde satılmadığını da söyledi. Mizgin “Tutsaklar kendini geliştiren insanlar ve bunun önüne geçmek, mümkün olduğu kadar toplumdan, insanlıktan soyutlamak istiyorlar. Kişiye iyi gelebilecek aktivitelerden soyutlamak için psikolojik bir işkence diyebilirim. Duvara resim asmak, boyamak çizmek soruşturma açmak için neden. Kürtçe kitapların alınması için bin dereden su getiriyoruz. Örneğin ‘dağ’ kelimesi nedeniyle kitap verilmiyor. İtiraz etmişiz infaz hakimliği olumlu karar vermiş ama vermemek için elinden geleni yapıyor cezaevi idaresi. Tutsakların hayatını nasıl zorlaştırırım çabası var. Cezaevinde şartlar her geçen gün zorlaşıyor. Bu konuda herkesin duyarlılık göstermesi gerekiyor” diye ifade etti.