Paris Katliamı: 3 kadın şahsında tüm kadınlar hedef alındı 2022-01-08 09:02:14   Öznur Değer   ANKARA - Paris Katliamını başından beri takip eden gazeteci Selma Akkaya, katliamın aydınlanması için herkesin omzuna yük bindiğini ifade ederek, “Kürt kadın hareketi bu mesajı 3 kadına sıkılmış kurşun olarak değil bizzat Kürt kadın hareketinin hedef alındığını her açıklamasında dile getiriyor. Hedeflenen sadece Kürt kadınları da değil, mücadele eden bütün kadınlar hedef alındı” dedi.   Fransa’nın Başkenti Paris’te bulunan Kürdistan Enformasyon Bürosu’nda 9 Ocak 2013’te 3 Kürt siyasetçi kadın Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in katledilmesinin üzerinden 9 yıl geçti. Kamuoyunda “Paris Katliamı” olarak bilinen katliamın, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ile ilişkisi olduğu açığa çıkan fail Ömer Güney’in tutulduğu cezaevinde ölü bulunmasının ardından dava kapatılmak istendi. Ancak kadınlar, Kürt halkı ve ailelerin mücadelesi sonucunda elde edilen yeni bilgiler doğrultusunda 2019’da katliam kapsamında yeni bir soruşturma başlatıldı.   3 kurşunun Kürtlere ve kadınlara sıkıldığını ifade eden Kürt Kadın Hareketi 9 yıldır katliamın aydınlatılması için mücadele veriyor.    Katliamın ardından davayı ve tüm gelişmeleri yakından takip eden Özgür Politika yazarı Selma Akkaya ile konuştuk.   * 9 yıl önce tüm dünya Paris’te gerçekleştirilen siyasi katliama tanıklık etti. Öncelikle bu katliamın amacına dair neler söylemek istersiniz?   Katliamın yaşandığı döneme bakmak gerekiyor. Belki o günlerde bilinmeyen bir durumdu. Aynı dönem Kürt Özgürlük Hareketi Lideri Abdullah Öcalan ile İmralı’da çeşitli temasların başladığı bir dönem ve bunlar kamuoyuna yansımamıştı. Barış müzakereleri diyebileceğimiz sürecin başlangıç aşaması yaşanıyordu. Aynı zamanda aynı iktidar söylemlerinde ‘Tamil Planı’ndan bahsediyordu. Bir taraftan barış görüşmeleri yapılırken böyle bir katliamın yaşanması aykırı bir durummuş gibi göründü. Oysa ki sistemin kendisini ifade ettiği Tamil Planı tam da buydu. Bir taraftan barış görüşmeleri diğer taraftan ise o harekete dönük çeşitli katliamlar, Tamil Planı ve Srilanka modeli dediğimiz şeyin kendisi buydu. Bir taraftan 2006-2009 yılları arasında Tamil Kaplanlarıyla çeşitli temaslar sürüyordu. Bunun uluslararası boyutu da vardı, özellikle İngiltere ve farklı ülkeler de devredeydi. Srilanka hükümeti tarafından çeşitli talepler sunuluyordu, barış müzakereleri yapılıyordu, diğer taraftan da tamamen yok etme, ezme ve sindirme temelli bir planın yapıldığı, yaşanan katliamla görüldü. Böylesi bir atmosferin içinde bir katliam yaşandı Paris’te. 3 Kürt kadın devrimci katledildi. Katliamın yaşandığı yer Fransa’ydı, birincil derecede muhatap Fransız devletiydi, diğer taraftan ise “Kürtleri kim vurabilirdi?”, yıllardır bu konuda, katliamcı tarihi ile bilinen Türk devleti vardı. İki devletin reaksiyonu benzer bir biçimde yaşandı. Anında Türk devleti çıkıp bunun ‘iç infaz’ olduğunu dillendirmeye başladı. Bugün gibi çok iyi hatırlıyorum, o dönemin Fransa İçişleri Bakanı Manuel Valls saat 09.30 gibi cenazeler daha yukarıda büronun içindeyken, olay yerine geldi, yukarı çıktı ve dönüp o dönem buradaki Kürdistani kurum temsilcileri ve halkın önünde ‘Bir an önce bu olayı aydınlatacağız’ dedi.    ‘Bu olayı aydınlatacağız’ diyen aynı Manuel Valls 3 gün sonra Paris’te Türk MİT yetkilileri ve Türk elçilik görevlileriyle bir görüşme yapıp, ‘Biz terörle mücadeleyi sonuna kadar yürüteceğiz bu konuda şüpheniz olmasın’ dedi. Bunlar yine Fransız cephesinden yansımamıştı. O dönem Türkiye’de bir soruşturma açılmıştı, o soruşturma dosyasına gizlilik konulmadan dosyaya gelen bilgilerdi bunlar. Türkiye ile yargı işbirliği 2010’da kabul edilmişti sonraki gelişmeler aslında iki devletin birinin fiili olarak kararı ve tetiğini çeken, diğeri de zemin olan iki ülkeyi görüyoruz diyebilirim bir gazeteci olarak.   “Onların şahsında Kürt kadının mücadelesi ve devrim hedef alındı.”   * 3 Kürt kadın profili hedef alındı. PKK’nin kurucularından Sakine Cansız, diplomasi faaliyetlerinde bulunan Fidan Doğan ve gençlik hareketi üyesi Leyla Şaylemez. Neden 3 profil hedef alındı?   Katliam yaşandıktan sonra 2014 yılında kamuoyuna yansıyan çeşitli dökümanlar vardı. MİT’in çeşitli görevlilerinin isimlerinin olduğu dökümanlar ve katilin ses kaydı da yayınlanmıştı. Paris’te bir katliam planlanıyor,  verilen isimlerden anlıyoruz. Devamında MİT gizli belgesi olarak yayınlanan belgeden şunu anlıyoruz, çünkü Sakine Cansız o dönem Avrupa’da değildi ve ülkede olduğu biliniyordu. Sakine Cansız’ın gelişiyle birlikte planın değiştiği anlaşılıyor ve Sakine Cansız hedef. Sakine Cansız Paris’te yaşayan bir devrimci değildi ve dönem dönem bürokratik işler için buraya gelen bir insandı. Kürt kurumlarının daveti üzerine buraya geliyordu. Diplomasi alanında çalışma yürüten bir kadın olarak Fidan’ın hedeflenmesi de bu bağlamda daha açıklayıcı oluyor. Leyla belki o gün açısından düşündüğümüzde tesadüf gibi gözükebilir ama Fransız devleti ve ilgili devletlerin telefon trafiklerini dinlediğini düşündüğümüzde de bir gün öncesinden oraya gideceği netleşen bir arkadaş. 3 jenerasyon, Kürt kadın hareketinin, Kürdistan kadın mücadelesinin 3 jenerasyonu var. Hedefli ve tamamen ideolojik. Siyasal bir önderlik pozisyonunda olan Sakine Cansız hedef alındı. Fidan Doğan diplomasi alanında o dönem Rojava ile ilgili çalışmalar yapıyordu. Bu anlamda kısa bir süre önce Fransız parlamentosunda Kürdistan’ın 4 parçasından gelen siyasetçileri ağırlayan bir konferansın imzacılarından biriydi. Diğeri de Leyla, Kürdün genç yüzüydü. Onların şahsında Kürt kadının mücadelesi ve devrim hedef alındı denilebilir.   “Kürt sorununun çözümü de çözümsüzlüğü de uluslararası bir boyut içeriyor. Sorunun çözümsüzlüğünü dayatan kanadın da işine gelen bir katliam. Çünkü böylesi bir katliam, aynı zamanda muhtemel bir barış gerçekleşecekse bile bunu bozabilecek bir saldırıydı.”   * Katliam gerçekleştikten sonra olayın bağlantıları adım adım açığa çıksa da etkin bir soruşturma ve kovuşturma süreci yaşanmadı. Bu bağlamda katliamın uluslararası komplonun bir devamı olarak gerçekleştirildiğini söyleyebilir miyiz?   Katliamın kendisi evet Türk devleti tarafından organize edilmiş olsa dahi organizasyonun uluslararası boyutu düşünüldüğünde, Fransız topraklarında gerçekleşmesi itibariyle Fransa bundan bağımsız olamaz. Kürt sorununun çözümü de çözümsüzlüğü de uluslararası bir boyut içeriyor. Yani bu sadece Türk devletiyle Kürler arasındaki bir anlaşma veya anlaşmamazlık ya da bölgesel bir sorun değil. Aynı zamanda uluslararası bir boyut içeriyor. Aynı zamanda bu bölgesel sorunun çözümsüzlüğünü dayatan kanadın da işine gelen bir katliam, çünkü böylesi bir katliam aynı zamanda muhtemel bir barış gerçekleşecekse bile bunu bozabilecek bir saldırıydı. Bu anlamda uluslararası komplodan bağımsız olamaz. Bu bütünüyle hareketin kendisini hedefleyen bir şey ve tamamen Tamil Planı dedikleri şeyin Kürtlere uygulanan versiyonuydu. Parametrelere baktığın zaman bütünüyle yok etme, sindirme ve önder kadrolarına yönelme ve dün belki ‘biz yapmadık’ diyerek gizleyen bir yerde dururken, bugün de direkt hedef gösterilen Avrupa’da birçok isim olduğunu biliyoruz. Sonraki gelişmeler bu tezi tamamen doğruluyor.     * Fransa ve Türkiye’nin katliamdaki rolünü nasıl özetleyebilirsiniz?   Aslında Türkiye ile hukuksal anlamda, terörle mücadele anlamında kurulan ilişkiye baktığımızda, bunun kökeni 2007’ye kadar gidiyor. Fransa, bugüne kadar rastlanmamış bir biçimde 2007’den itibaren Kürlere karşı bir politik değişime gitti. Elbette daha önce de çeşitli eylem dönemlerinde de çeşitli gözaltılar yaşanıyordu ama sistematik bir baskıyı Kürtler 2007’den sonra yaşamaya başladı. Bu da tesadüfi olamaz çünkü aynı dönemde NATO içinde terörle mücadele rolü belli bir periyot için Fransa’ya verilmişti. 2007’den itibaren katliamın gerçekleştiği 2012’ye kadar 272 tane Kürt, kimi siyasetçi kimi aktivist kimi ülkede ceza alıp buraya gelmiş ve içlerinde çok önemli isimler de vardı. Bunlar arasında Nedim Seven gibi Kürt siyaseti açısından tanınan isimler de vardı. Bunlar hakkında çeşitli soruşturmalar açılmış, gözaltılar yaşanmış, belli periyotlarda cezaevinde tutulmuş ve adli kontrole tabi tutulmuşlardı. 2007’den sonra bir sistematik var. Ardından 2010 yılında Fransa ile Türkiye arasında ‘Yargı İşbirliği’ anlaşması imzalandı. Burada Fransız fonunun ısrarla karşı çıkışı vardı. Çünkü “yargı işbirliği” demek buradaki tüm dosyaların aynı zamanda Türkiye’ye verilmesi anlamına geliyor. Buradaki bütün telefon trafiği, dinlemeler, izlenen kurumlar, Fransız istihbaratının edindiği ve yargıya taşınan bütün dosyaların Türkiye ile paylaşılması. Gelinen aşamada Paris’te katliam yaşandığında hedeflenen bireyler, izlenen metotlar, katilin çizdiği profil, gittiği kurumlar itibariyle düşünüldüğünde bilinen bir yerden bir bilgiyle Türk tarafı ya da bu katliamı organize eden güçler bu bilgiler ışığında hareket etmiş. Bir gazeteci olarak en azından bunu görebiliyorum. Çünkü o dönem aynı zamanda o davaları da takip ediyordum.   Fransa’nın Ömer Güney’den haberdar olmaması imkansız   Fransa’nın, Ömer Güney gibi bir katilin Kürtler arasına sızdıktan sonra bilgisinin olmaması mümkün değil. Çünkü o dönem sayısız kez Kürt gençlere dönük gözaltılar yaşanmış, söz konusu şahıs Hollanda’da yakalanmış, Paris’te gözaltına alınmış Kürt gençleriyle birlikte ve Kürt kurumlarına gelip giden biri. Herkesi izleyen Fransızların gözünden bunun kaçma olasılığı sıfır. Çünkü birçok dosyadan biliyoruz, ortam da dahil her yeri dinleyen Fransa’nın Ömer Güney gibi birinden haberdar olmaması imkansız. Tüm bunlar düşünüldüğünde Fransa kendi topraklarında bir katliama göz yumdu diyebiliriz. Elbette bunun tetikleyicisi, örgütleyicisi Türkler olabilir ama Fransa buna ciddi bir zemin hazırlamıştır. Bir kere Kürtleri hedef alarak bir zemin hazırlamıştır. İkincisi sonraki gelişmelerle birlikte Fransa’nın sadece zemin olmanın ötesinde bu katliamın neresinde durduğu sorusu bugün güncel olarak önümüzde duruyor. Örneğin 2018’de Brüksel’de yeni bir katliam planı var. Bu katliam planı içerisinde yakalanan isimler var. Bir tanesi eski bir Türk asker, Fransa’da yaşıyor ve aynı zamanda gözaltına alınan bu şahısların deklare ettiği ‘Ben aynı zamanda Fransızlara çalışıyorum’ sözleri var.    Fransa da Türkiye kadar suçludur   O dosyadan biliniyor ki Paris Katliamı, dönemin Paris Büyükelçisi İsmail Hakkı Musa’nın da işin içinde olduğu gibi bir sürü emare var. Bunlar yakın kaynakların kamuoyuyla paylaştığı bilgiler. Fransa’nın Büyükelçiyi sorgulaması gerekirken, anında Brüksel’deki gözaltılara müdahil olması, söz konusu bilgilerin basına yansımasının ardından Türk Büyükelçisinin görevinin dolduğu gerekçesiyle anında Türkiye’ye dönmesi, tüm bu periyod Fransızların da bu süreçten bağımsız olmadığını gösteriyor. Katliamın sonrası sürece bakarsak siyasi anlamda ilişkilerin gergin olduğu anında Sinop’ta bir nükleer anlaşma imzalandı. 17 milyar dolarlık bir anlaşma Fransızlara verildi. Devamında Fransız Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyaret etti. Bütün bu tabloya baktığımızda evet birileri emrini verdiyse, zemin ve suskunluğuyla, dosyayla bilgi paylaşmayarak, Fransa bugün bu dosyada Türkiye kadar suçludur. Benim bir gazeteci olarak bütün bu tablodan çıkardığım sonuç bu.   * Yargılama sürecinde de esasında Türkiye’deki cezasızlık politikası gibi bir politika izlendi. Fransa, MİT’i, Türkiye’yi yargılama konusunda nerede durdu? Türkiye’nin etkisi ne oldu?   Biliyorsunuz, bir katliam veya öldürme olayında anında bir kamu davası açılıyor. Katliamın yaşandığı dönem kamu davası açılmıştı ve bu kamu davası terörle mücadele kapsamında değerlendirilmişti. Katil ölmeden önce de bu kişinin yargılaması ve bunun üzerine yürüyen bir soruşturma vardı. İşin ilk 6 ayına baktığımız zaman daha çok Fransa Kürtlere yönelmiş, Kürtleri sorgulamışken, sonrasında dosyaya yeni giren emarelerle birlikte katilin görüştüğü kimi telefon numaraları, basına yansıyan bilgiler ve dosyaya eklenen argümanlarla dosyanın rengi değişmişti. Katilin MİT ile bağlantısı dosyada verilerle mevcut. Katil ölene kadarki süreçte dönemin hakimi Türkiye ile Fransız İngiliz servisleri çeşitli yazışmalar yapmış. Sonuçta iddianamede şöyle bir ibare var, ‘MİT’e bağlı bir grupla ya da MİT’in kendisiyle ilişkili bir biçimde bu katliam gerçekleşmiştir.’ Devamında katilin ölümü söz konusu oldu ve Fransa dedi ki ‘Katil öldü dosya kapandı.’ Yargı, bu anlamıyla ‘Yapılacak bir şey yok’ dedi. Kürdistani aileler, aile avukatları yeniden katliamın arkasındaki güçlerin yargılanması boyutuyla sayısız başvuru yaptı. 2019 yılına kadar bunlar çok dikkate de alınmadı. 2018’in sonunda ailelerin yapmış olduğu yeni bir başvuru vardı. Bunların bir kısmı Brüksel’deki dosyadan edinilen verilerdi. Bir kısmı da daha önce HPG’nin ele geçirdiği kimi MİT mensuplarının açıklamalarıydı. Bu açıklamalar ışığında yeniden bir başvuru yapıldı. 2019 yılında bir dosya açıldı. Sorun yargıda değil aslında. Dosyanın ilerlememesinin önündeki en büyük engel, dosya hakiminin de dile getirdiği şey. Dosya hakimi Fransız istihbaratından, Fransız Savunma Bakanlığından, hem iç hem de dış istihbarattan konuya dair ellerindeki verileri dosyayla paylaşmalarını istiyor. Son dönemde konuyla ilgili çok ciddi başvuruları da oldu. Her üç devlet kurumu da devlet gizliliği gerekçesiyle dosyayla bilgi paylaşmayı reddediyorlar. Mevcut durumda eldeki verilerin yargılamanın önünü açabilmesi için Fransız devletinin bu bilgileri dosya hakimiyle paylaşması gerekiyor. Dosyada gelinen aşama bu.   Paris’te bir dizi etkinlik   Fransa’nın elinde veriler olduğu, bütün delillerle sabit. Bunları paylaşmayarak iki soruyu akla getiriyor. Bir, Türklerle olan politik-ekonomik çıkarlarından dolayı Türkiye’yi korumak gibi bir kaygısı var. Ya da bu işin bir yerinde, bir biçimde kendisi de var ve bu bilgileri kamuoyuyla paylaşmak istemiyor. Kürtler de bugün diyor ki ‘Biz Cezayir’e yaptığınız gibi, Cezayir militanlarını katlettikten 50 yıl sonra oturup Cezayir halkından özür dilediğiniz gibi bir özrü kabul etmiyoruz. Biz bu davanın arkasındayız. Daha önce de Fransa’da 26 politik cinayet işlendi. Bunlardan kimisi Tamil, kimisi Cezayir, kimi Faslı ya da Filistinli devrimcilerdi. Onların davalarını takip edenler olmamış olabilir ama bu davayı takip eden milyonlar var. Biz hem Özgürlük Hareketi hem Kürt Kadın Hareketi hem de halkın kendisi bu davanın peşini asla bırakmayacak.’ Kürdistani kurumlar sürekli bu mesajı veriyor ve bu baskıyı sürdürüyor. Sadece Kürtler değil Fransızlar cephesinden de ciddi bir hareketlenme var. Eylem hazırlıkları da devam ediyor. 8’inde Paris’te büyük bir gösteri var. Önümüzde seçim var. Solun bütün Cumhurbaşkanı adayı Kürtlerle birlikte meydana yürüyecekler. Katliamın yaşandığı yerden Özgürlük Meydanı'na yürüyecekler. Talepleri, devlet sırrı gerekçesini kaldırarak bu bilgileri dosyayla paylaşıp yargılanmanın sağlanması. Bu hafta yıldönümü haftası nedeniyle Paris’te bir dizi etkinlik var. 8 Ocak’ta Paris’te katliamın yaşandığı bölgeden bir saatlik yürüyüş gerçekleşecek ardından ise bir miting yapılacak. 9’ncu yılda adalet talep edilecek.    “Hedeflenen sadece Kürt kadınları değil mücadele eden bütün kadınlar”   * 3 Kürt kadının katledilmesini, Kürt kadın mücadelesi nasıl bir mesaj olarak algıladı?   Kürt kadın hareketi bu mesajı 3 kadına sıkılmış kurşun olarak değil bizzat Kürt kadın hareketinin hedef alındığını her açıklamasında dile getiriyor. Hedeflenen sadece Kürt kadınları da değil mücadele eden bütün kadınlar hedef alındı. Çünkü aynı zamanda Kürt kadın mücadelesinin dünyaya ışık tuttuğu söyleniyor. Bu katliamın aydınlanması aynı zamanda mücadele eden bütün kadınların ve Fransız kadınların talebi. Fransız kadınları, ‘Topraklarınızda mücadele eden bütün kadınlara bu kurşunu sıktınız’ dedi. Ve bu aydınlanmadığı sürece burada mücadele eden, katliamın yaşandığı ilk dönemden bugüne kadar katliamın açığa çıkarılması çalışmalarının en ön safhasına yazmış durumda. Avrupa’daki bütün şehirlerde de Kürt kadınlarının yaptıkları eylemlerde birinci talepleri Paris katliamının aydınlanması.   “Bugüne kadar hala Fransız yargısı önünde bir soruşturma dosyası yürüyorsa ve Fransız yargısı ailelerle görüşüp dosya konusunda bilgi veriyorsa ve Fransız kamuoyunda çok sayıda siyasetçi bu davadan bahsediyorsa, bu davanın aydınlanmasını istiyorsa ve hali hazırda bölgenin belediyesi bugün dış mekanda ‘hakikat ve adalet için adaleti sağlayın’ diye yazabiliyorsa, mücadele sayesindedir ve bugün bu mücadelenin ürünleridir bunlar.”   * Komplo ve katliam karşısında “faillerin yargılanmaması” tutumuna karşı ilk günden itibaren kadınların, Kürtlerin ve dostlarının mücadelesi sürdü, sürüyor. Bu mücadele dava sürecine nasıl etki etti?   2019’da açılan yeni bir soruşturma varsa, bu Kürtlerin yarattığı kamuoyuyla, basınçla açıldı. Paris’te çok sayıda siyasi cinayet var ve bu cinayetlerle ilgili hiçbir yargılama olmamış. Hatta yüzde 90’nında soruşturma dahi ilk süreçte çok kısa birkaç ay sürdürülmüş, ardından dosyalar rafa kaldırılmış. Bu anlamda bugüne kadar hala Fransız yargısı önünde bir soruşturma dosyası yürüyorsa ve Fransız yargısı ailelerle görüşüp dosya konusunda bilgi veriyorsa ve Fransız kamuoyunda çok sayıda siyasetçi bu davadan bahsediyorsa, bu davanın aydınlanmasını istiyorsa ve hali hazırda bölgenin belediyesi bugün dış mekanda ‘hakikat ve adalet için adaleti sağlayın’ diye yazabiliyorsa, mücadele sayesindedir ve bugün bu mücadelenin ürünleridir bunlar. Bu anlamda daha farklı boyutlarda etkinlikler de yapıldı. Alternatif bir mahkeme kuruldu, uluslararası bir mahkeme kuruldu. Yılın sadece 9 Ocak’a denk gelen tarihinde değil, yıla yayılmış bir biçimde çok sayıda açıklama ve etkinlikler düzenleniyor. Parlamentoda çok sayıda konferanslar düzenlendi. Pandemiyle ilgili aksayan durumlar var ama Kürt hareketi ve Kürt kadın hareketi başından itibaren ‘biz bu işin takipçisiyiz’ dediler. ‘9 yıl değil 90 yıl da geçse bu iş aydınlanacak ve biz de bu işin takipçisiyiz’ diyorlar ve bu basınç somut anlamda verilerini veriyor diyebiliriz.   * Katliamın 9’uncu yılındayız. Kürt kadınların bu yıl katliama karşı vereceği mesaj ne oldu, ne olacak?   Kürt kadınları bir önceki yıl bu eylemin periyodunu örgütlerken, çok net bir mesaj vermişlerdi. ‘Bu katliamın emrini Erdoğan verdi, diktatörü yargılayın’ demişlerdi. Bu yıl ise buna paralel olarak ‘Adalet karanlıkta kaldıkça Fransa suçludur’ diyor. Bu temelde bir çalışma yürütüyor. Sadece Paris’te değil Avrupa’nın bütün kentlerinde ve Fransa’nın diğer kentlerinde alanlara inecek. Mesajı net; ‘Bu kurşunlar bize sıkıldı en sonuncumuz bile kalsa adalet mücadelemiz devam edecek’ diyorlar.    * Katledilen 3 kadın arkadaşı kişisel olarak da tanıyor musunuz? Onlara dair neler söylemek istersiniz?   Leyla katliamdan yaklaşık 2 ay önce gelmişti buraya. Genç bir arkadaştı, sadece ‘gördüm’ diyebileceğim bir arkadaş. Avrupa’ya geldikten sonra Sakine heval ile tanışma şansına nail oldum. Çeşitli etkinliklerde kendisiyle zaman geçirme fırsatı buldum. Aynı zamanda bir Kürt kadınıyım ve hepimizin büyürken örnek aldığımız bir bireydi. Devrimciliğinden etkilendiğimiz, direnişinin yaşamımıza çok şey kattığı kadınlardan biriydi. Onunla zaman geçirmek ve onun bize kattıklarını düşündüğüm zaman bu ölüm biçimi her birimiz gibi beni de çok yaralıyor. Diğer boyutuyla Fidan arkadaşımdı aynı zamanda. Onun yaptığı birçok etkinliğin haber takipçisiydim. Onun enerjisi, gülüşü, sürekli pozitif yanı ve burada büyümesine karşın ülke sevdası… Onları anmak yerine şu an onlarla olmak isterdim. Bu yanıyla her birimize, bu işin aydınlanması için omuzlarımıza yük bıraktılar.