Şiddet, katliam arttı: Sığınaklar yetersiz, yasalar uygulanmıyor 2021-11-25 09:02:44   Marta Sömek   İSTANBUL - Şiddet başvurularının arttığını, sığınak ve konuk evlerinin ise yetersiz olduğunu vurgulayan Kadın Sığınakları ve Da(ya)nışma Merkezleri Kurultayı katılımcılarından Seher Gündoğan, “Kadınlara yönelik çok ciddi hak ihlalleri yaşanıyor, sığınma evlerinin Türkiye’de hem kapasite hem de donanım olarak yetersizliğini çok rahat söyleyebiliriz” diyerek, bakanlığın da bu konunun üzerinde yeterince durmadığını ifade etti.    Ülkede artan erkek şiddeti sonucu son bir haftada en az 10 kadın katledildi. Erkek yargı cezasızlık politikasıyla failleri “ödüllendirirken”, pandemiyle beraber artan kadın yoksulluğu da şiddet başvurularını artırdı. Kadınların gidecekleri sığınaklar yok denecek kadar azken, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ise Meclis’teki bütçe görüşmelerinde Bakanlık bütçesine iki konuk evi eklendiğini paylaştı. Sığınaksız bir yaşam talebi olan kadın ve sivil toplum örgütleri de her yıl düzenledikleri Kadın Sığınakları ve Da(ya)nışma Merkezleri Kurultayı’nın bu yıl 24’üncüsünü gerçekleştirdi. 6-7-9 Kasım tarihlerinde gerçekleştirilen kurultayda, kadına yönelik şiddetle mücadele, cinsiyet eşitliği karşıtı politikalar ve feminist strateji konuları üzerine tartışıldı.   Kurultayın katılımcılarından İzmir Kadın Dayanışma Derneği Genel Sekreteri Seher Gündoğan, kurultay ve tartışma konuları, şiddet başvuruları, kadınların kolluk ile neler yaşadıkları, Türkiye’deki sığınakların mevcut durumu üzerine ajansımıza konuştu.   ‘Fiziksel şiddette azalma yok!’   Pandemi sürecinde psikolojik destek ve sosyal yardım talebinin oldukça arttığını belirten Seher, “Kadınlar pandemide eve kapandığı ve yükleri arttığı için inanılmaz bir psikolojik destek ihtiyacı çıktı ortaya” yorumunu yaptı. İzmir özelinde yerel yönetimlerin psikolojik destek çalışmalarına dönük araştırmalar yaptıklarını paylaşan Seher, “Çünkü devletten alınan zaten çok uzun süreli olmuyor, genelde kısa süreli oluyor. Yerel yönetimlerde de çok fazla belediyede olmadığını gördük, bu anlamda psikolojik destekle ilgili kadınların ciddi talepleri var başvurularda. Fiziksel şiddet zaten aynen varlığını sürdürüyor, azalma yok, artmanın olduğunu çok net söyleyebiliriz bu süreçte” dedi. Hukuki destek boyutunda ise boşanmalarla ilgili kadınların artık bir avukattan danışmanlık almayı çok önemsediğini kaydeden Seher, kadınlar yasal hakları ve Medeni Hukuklarını çok fazla bilmedikleri için doğru, net ve ulaşılabilir bir bilginin çok önemli olduğunu vurguladı.   ‘Şiddet başvuruları çok sayıda arttı’   İzmir Kadın Dayanışma Derneği olarak gönüllü ağlarının olduğunu söyleyen Seher, kadınlara avukat ve psikolog yardımıyla hukuki ve psikolojik destek verdiklerini ifade ederken, ücretsiz danışmanlığın ulaşılabilir olması gereken bir hak olduğunu ve kadınların başvurulara çoğunlukla çok zor ulaştığının da altını çizdi. Pandemiyle birlikte şiddet başvurularının çok sayıda arttığına işaret eden Seher, “Ne yazık ki sosyal yardım da çok net ve daha fazla ortaya çıktı. Kamunun ve yerel yönetimlerin çok daha geniş bütçe ayırarak sosyal yardım destek mekanizmalarını daha da genişletmeleri gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü kısıtlı bütçe ayrılıyor. Yardımlar genelde süreli ya da bir kereye mahsus yapılan sosyal yardımlardan ibaret oluyor, bu da çok kalıcı çözümleri yaratmıyor kadınların hayatında. Ancak böyle yama yapmak, geçici kriz dönemini halletmek adına belki bir takım destekler sağlayabiliyor” değerlendirmesinde bulundu.   ‘Ekonomik şiddet fark edilmiyor’   Kadınların araştırma yaparak hangi mekanizmalara başvuru yapacaklarına dair çaba harcadıklarını söyleyen Seher, ayrıca farkındalık ve bilinçlenme ile başvuru yapan kadınların hangi şiddete maruz kaldığını ve hangi desteği talep ettiğini de söyleyebildiklerini aktardı. En zor tanımlanan şiddetin ekonomik şiddet olduğuna vurgu yapan Seher, kadınların ekonomik şiddete maruz kaldıklarını çok sonradan fark edebildiklerini belirtti. Bu noktada da doğru bilgiyi yaymak ve kadınları bilinçlendirmenin önemli olduğuna değinen Seher, “Çok net bir durum var, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılacağının söylendiği andan itibaren karakollarda kolluğun kadınlara genellikle, ‘Artık İstanbul Sözleşmesi de yok, 6284 kapsamında hiçbir haktan yararlanamayacaksınız, bundan sonra ne hakkınız var ki’ gibi söylemlerle olumsuz tutum ve davranışlar sergilediklerini söylüyorlar. Başvuruyu almakta imtina ettiklerini, ya da ifadeyi alma noktasında, ‘Kocandır, bir kez daha bir görüş’ ifadeleriyle uzlaştırma çabalarının hala sürdüğü söyleniyor” diye konuştu.   ‘Karakollarda anlayıştan uzak bir bakış açısı sergileniyor’   Seher, karakollardaki Aile İçi ve Kadına Yönelik Şiddet Büroları’nda çalışanların bir kısmının erkek bir kısmının da kadın olduğunu aktararak, kadınlara başvuru yaptıklarında sabırsız, anlayıştan uzak bir bakış açısının sergilendiğini ifade etti. Bu bürolarda çok hızlı başvuru almak istendiğini belirten Seher, kadınlardan edindikleri bilgilere göre yeterli soruların sorulmadığı, yasa hakkında bilgi verilmediği, “Sığınağa mı gideceksin hemen söyle de işlem yapalım, bir sürü işim var” tavırları ile karşılaştıklarının bilgisini verdi. Kadınların sığınağa gitmek istediklerinde de farklı sorunlarla karşılaştıklarını paylaşan Seher, “Pandemi sürecinde karantinada olan bazı sığınaklara kabul yapılmıyordu, o dönemde çok sıkıntı yaşanıyordu ya da kabul görülse de önce bir test isteniyor ve sonucu çıkana kadar kadın bekletiliyordu. Test yaptırmak için kadınların hastaneye genelde kendilerinin gitmesi beklendiği, her kadının bunu bilemediği ya da ulaşımda zorluk yaşadığı gibi durumlar da var” örneklerini verdi.   ‘Sığınma evleri sayısı çok az!’   Kadınlara yönelik olumsuz uygulamaların çok daha arttığına değinen Seher, kurultaya katılan kadın örgütlerinin de farklı illerde benzer sorunların yaşandığını dile getirdiklerini, karakollardaki ayrımcı, caydırıcı ve yargılayan tutumlardan uzaklaşılmadığını ve hala da bu tutumların devam ettiğinin altını çizdi. Seher, başvuruda bulunan kadınların kamuya yönlendirildiklerinde, kaymakamlık birimlerinde de yardımların çok kısıtlı olduğu için bir sosyal yardımdan faydalanılmışsa ikincisinin istediklerinde verilmeyebildiğini, bu sebeple de tek seferlik sosyal yardımların çözüm odaklı bir katkısının olmadığını ele aldı. Türkiye genelinde toplam 146 sığınma evi olduğunu, bunların 111’inin de bakanlığa ait olduğunu ve bunun da yetersiz olduğunu söyleyen Seher, şu değerlendirmelerde bulundu: “Yönlendirdiğimiz kurum, kuruluş, yerel yönetimler ve hepsinde caydırıcı, ayrımcı ve çözümden uzak tutumları görmek bizleri gerçekten zora sokuyor. Özellikle Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyükşehirlerde de yapılan başvuruları karşılamaya yönelik sığınma evleri sayısı çok az. Genellikle sığınma evleri dolu olduğu için ve başvuruları karşılamakta zorlanıldığı için başka illere yönlendirmeler yapılmak zorunda kalınıyor ama kadın her zaman bilmediği bir yere de gitmek istemiyor.”   Sığınma evlerinin toplam kapasitesi 3 bin 508   Toplam sığınma evi kapasitesinin 3 bin 508 olduğunu söyleyen Seher, bu sayının yetersiz olduğunu kaydetti. Nüfusu 100 bini geçen belediyelere sığınma evi açma taleplerinin olduğunu ifade eden Seher, “Bazı küçük yerlerde sığınma evi açsanız da orada kapasiteyi dolduramıyorsunuz çünkü kadınlar genellikle ihtiyaç halinde büyük şehirlerdeki sığınma evlerinde kalmayı talep ediyorlar. Böyle olunca da diğer illerdeki sığınma evlerinin kapasitesi gerektiği gibi kullanılamıyor” diye konuştu. Uzun yıllar Aile Bakanlığında çalışan Seher, sığınma evleri sayısının özellikle büyükşehirlerde oldukça yetersiz olduğunu ve bakanlıkların yeni sığınma evi açmak için bütçe ayırmakta da son derece çekimser ve olumsuz davrandığını aktardı. Seher, “O kadar gerçeğe uzak bir durum ki, sığınma evlerinin Türkiye’de hem kapasite hem de donanım olarak yetersizliğini çok rahat söyleyebiliriz” dedi.   ‘Kadın kelimesi rahatsız ediyor!’   24’üncü Kadın Sığınakları ve Da(ya)nışma Merkezleri Kurultayı’nda, İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılmasının tüm hukuksal süreçlere bütünüyle yansıdığını kaydeden Seher, şunları söyledi: “Kadınların ulaşabilecekleri toplumsal kaynaklar ve destekler çok sıkıntıya girdi. Bu süreçle birlikte kazanılmış haklarda bir kayıp söz konusu. Yine bakanlık nezdinde de birçok çalışmada toplumsal cinsiyet eşitliği kaldırılarak yerine başka argümanlar getiriliyor. Kadın kelimesi bile tek başına rahatsız ediyor. O kayıpları hayata yeniden geçirmek anlamında bir kadın hareketi olarak neler yapılabileceğini konuştuk kurultayda. Kadına şiddetle mücadele mekanizmalarının kapsamında bilgi edinme başvurularında bulunduk yerel yönetim ve bakanlığa. Ama inanın o kadar can acıtıcı bir tavırdır ki çok az geri dönüşler oldu, sayısal verilere ulaşmakta zorlanıyoruz.”   Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’ndan yanıt yok!   Seher, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na hangi ilde kaç tane sığınağın olduğuna dair başvuruda bulunduklarında bir cevap alamadıklarını belirtirken, kurultay atölyelerinde de sığınak illerinin işleyişleri, yaşanan sorunlar, olumlu olumsuz deneyimler, kadın dayanışma merkezleri olarak şiddet başvuruları alırken nerelere yoğunlaştıkları, nerelerde sorunları yaşadıkları, kadın yoksulluğu ve olası çözüm önerilerine dair değerlendirmelerde bulunduklarının da bilgisini verdi. Türkiye’de cinsel şiddetle mücadele merkezlerinin olmadığını vurgulayan Seher, “Bu nedenle bu tür önemli vakalar var olan mevcut mekanizmalar içerisinde bölük pörçük başka yerlerde sunulmaya çalışılıyor, destekler almak zorunda kalınıyor. Bu da şiddete maruz kalan özellikle kadın ve çocukların defalarca ikinci bir travma yaşamalarına sebep oluyor. Bir an önce Türkiye’de cinsel şiddet merkezinin, oluşumunun ve mekanizmanın hayata geçirilmesi gerekiyor” çağrısında bulundu.   ‘Çok ciddi hak ihlalleri yaşanıyor!’   Kurultayda, 7-24 hizmet veren sadece şiddet başvuruları alan bir telefon hattının oluşturulmasına dair de konuştuklarını ifade eden Seher, kadınları şiddetten uzaklaştırmak adına destek sunulabilecek sosyal destek mekanizmaları için bütçe ayrılması gerektiğinin mesajını verdi. Engelli ve 12 yaş üstü erkek çocuğu olan kadınların kalabilecekleri sığınma evlerinin de olmadığına ışık tutan Seher, “12 yaş üstü erkek çocuğunuz varsa sığınma evine birlikte gidip kalamıyorsunuz. Çocuk, bakanlığın başka bir kurumunda kalmak zorunda kalıyor ve o kadar iyi biliyoruz ki kadınlar vazgeçiyorlar genellikle. Çünkü çocuklarından ayrılmak istemedikleri için vazgeçiyorlar. Bu da bir hak ihlalidir ve bir an önce çözülmeli” sözlerini kullandı. Öte yandan 55-60 yaş arasında herhangi bir destek mekanizmasından yararlanamayan ve huzur evinde de kalamayacak kadınların kalacak yerleri olmadıkları için çok ciddi sorunlar yaşadıklarını, yine bekar ve çocukları olmayan kadınlara karşı sosyal mekanizmaların da yetersiz olduğu, kadınlara çocuk sayısı üzerinden sosyal destek sağlanması nedeniyle çok ciddi hak ihlalleri yaşandığını belirtti.   Şiddete uğrayan kadınların izleyeceği yol   Seher, şiddete uğrayan kadınların ne yapmaları gerektiğine dair şunları belirtti: “Bir kadın şiddete uğradığında mevcut mekanizma diyor ki önce kamunun sunduğu karakola gideceksin, orada yaşadığın şiddeti ifade edeceksin. Karakolda yapılan değerlendirme sonucunda eğer gerekliyse Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri’ne yönlendirileceksiniz ama oralar da bir ya da iki personelden ibaret olabiliyor,  bu durumda da etkin bir mücadele ve hizmet sunumu da söz konusu değil tabii ki. ŞÖNİM üzerinden başvurunuz değerlendirildiğinde de diğer kamu kurum ve kuruluşlarına, gerekirse sivil toplum örgütlerine yönlendiriliyorsunuz, ihtiyacınız olan kaynaklar adına bir işbirliği sağlanabiliyor. Ama orada da ciddi sorunlar var, mesela gizlilik kararları sisteme işlendiğinde adresiniz resmi olarak ŞÖNİM‘in adresi olarak çıkıyor. Bu sefer bazı hizmetlere erişimde ilçe bazında sorun yaşıyorsunuz, gizlilik kararı nedeniyle kayıtlara ulaşmakta zorluk yaşıyorsunuz.”   ‘Feminist ve kadın örgütlerinde kadın beyanı esas alınıyor’   Devlet hastanelerinin psikolojik desteği çok zor verdiğini ifade eden Seher, randevu almakta çok zorlanıldığını, hukuksal destek anlamında ise baronun kadın hakları biriminden yararlanılabileceğini anımsatarak, gönüllü avukatların sunduğu hizmet ve desteklerin birçok yerden daha iyi olduğunu vurguladı. Sivil toplum örgütlerinde ise şiddet başvurusunda bulunan kadının dinlenip, kendini ifade edip hangi desteği istediğine dair söz sahibinin yine kadın olduğunu dile getirdi. Feminist kadın örgütlerinde kadının beyanı esasıyla ifade ettiği ihtiyaçlar üzerinden sosyal çalışma yürütüldüğünü aktaran Seher, “Tüm yönlendirme ve güçlendirme çalışmalarını hayata geçiriyorsunuz. Bir kadının güçlenmesi en temel çalışma esasıdır çünkü kendi öz kaynağını, gücünü fark ettirmek önemli. Kadın bunu fark ettiği anda zaten o oluşturduğunuz müdahale planında neler yapabileceğini kendisi ifade etmeye başlıyor. Psikolojik destek ya da yönlendirmeyle kadının gücünü ortaya çıkardığımızda kadın kendi ve varsa çocuklarının da hayatının sorumluluğunu üstlenebilecek, güçlenmiş bir düzeye gelebiliyor” şeklinde konuştu.   ‘Kadınlar önünde oluşturulan engeller şiddeti besliyor’   Seher, ayrımcı politikaların toplumsal cinsiyet eşitsizliği kaynaklarına ulaşmada kadınların önünde oluşturulan tüm engellerin kadına yönelik şiddeti besleyen mekanizmalar olduğunun altını çizerken, “Türkiye’deki politikaların, kaynakların, sunumunun hepsinin değişmesi gerekiyor. Yerel yönetimlerin bir an önce toplumsal cinsiyet eşitsizliğine duyarlı bütçelemeye geçmesi gerekiyor” dedi. Kadınların şiddet başvurularında dil konusunda da sorunlar yaşadığına da dikkat çeken Seher, “Tercüman bulsanız bile bazen farkındalığı olmayabiliyor, kadın bakış açısı olmuyor, bazı şeyleri farklı çevirebiliyor. Mahkeme süreçlerinde ya da resmi başvurularda yeminli tercüman ihtiyacı çok ciddi çıkabiliyor. Çünkü yeminli tercüman yoksa bazen belgeler ya da ifadeler geçerli kabul edilmiyor, bazen sivil toplum kuruluşlarından tercüman istediklerini biliyoruz, bu olacak şey değil. İl Göç İdaresi’nin her ilde en azından birkaç tercümanı olması gerekli” değerlendirmesini yaptı.   ‘Kürt kadınların uğradığı şiddet bölgesel olmaktan çıkmış durumda!’   Kadınların şiddet başvurularında sırasıyla en çok Türkçe, Arapça, Kürtçe, İngilizce ve Ermenice dillerinin yer aldığının bilgisini paylaşan Seher, çokça dil gruplarından başvurular aldıklarını ve bu anlamda da hizmet sunan kurum ve kuruluşların desteklerinin artması gerektiğini söyledi. “Kürt kadınların uğradığı şiddet bölgesel olmaktan çıkmış durumda, ya da hiç bölgesel değil” diyen Seher, Kürt kadınların yalnızca bölgeden değil Türkiye’nin her ilinde başvurularda bulunduklarını dile getirdi. Seher, devamında şu aktarımlarda bulundu: “Kökeninden kaynaklı karşılaştığı tutum ve davranışların olumsuzluğu sıklıkla ifade ediliyor, Kürt kadınları hele de bölgede yaşıyorlarsa ve orada hayatlarını sürdürüyorlarsa söylenenler çok daha üst boyutlarda oluyor ve bir sürü hakları gasp ediliyor, ihtiyacı olan kaynaklara ulaşımda çok ciddi sorunlar yaşanıyor. Bu anlamda Kürt kadınlarından çok ciddi bir başvuru alıyoruz ve hakikaten haklara erişim zor bu anlamda. Kürt kadınlarının ihtiyaçlarını bilmek, anlamak ve onlara destek olmak gerek.”