25 Kasım’a doğru yargının durumu: Eril, gerici, çürümüş 2021-11-20 09:03:26   Rozerin Gültekin   İSTANBUL - Kadınlar 25 Kasım’a giderken yargı alanında yaşananları değerlendiren Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği Genel Başkanı avukat Müjde Tozbey, AKP’nin kendine göre bir hukuk sistemi kurduğunu belirtti. Müjde, iktidarın kadını değersizleştirdiğini aileyi ise kutsallaştırdığını vurguladı.   2021 yılı kadınlar için yargıda cezasızlık politikalarının bir kez daha tecelli ettiği ve kazanımlarına da aralıksız saldırıların sürdüğü bir yıl oldu. AKP iktidara geldiğinden beri geçen 19 yılda kadın haklarına ve mücadelesine her alanda saldırılar artarak devam ediyor. Yargı alanında yapılan değişiklikler, faillerin sırtını sıvazlayan kararlar, saldırıların boyutunu derinleştiriyor. En son kadın haklarını koruyan İstanbul Sözleşmesi’nin bir gece vakti Cumhurbaşkanı kararnamesi ile kaldırılması kadına yönelik şiddetin meşrulaştırılmasına ve faillerin cezasız kalacağı algısının oluşmasına zemin hazırladı. Öyle ki AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, Sözleşme’den çekilmeyi “kadın hassasiyeti” olarak savundu.   Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği Genel Başkanı avukat Müjde Tozbey ile 2021 yılı başta olmak üzere geçen 19 yılda kadınların yargı alanında yaşadıklarını konuştuk.   “Yargıya son bir yıl içerisinde saldırı yok, yargıya son 20 yıldır saldırı var.”    *25 Kasım’a gidiyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırıldığı ve buna karşı güçlü bir mücadelenin verildiği bir yıla şahit olduk. Bu gelişmelere bağlı olarak yargının bu yılki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?   Kadına yönelik şiddet, çocuğa yönelik şiddet politik bir mesele. Bu sadece son bir yıl içerisindeki bir saldırı değil. AKP iktidara geldiğinden bu yana ülkemizdeki hukuksal, sağlık, eğitim alanındaki müdahaleleri ile aslında toplumun yapısı değiştirilmeye çalışılmakta. Kurdukları zengin sömürü düzeninde insanlar bu sömürüye ses çıkarmasınlar, emekçi sınıfı bu sömürüye boyun eğsin diye ideolojik bir saldırı yöneltti. AKP iktidarı ideolojik saldırıda kadınlarımız ve çocuklarımız üzerinden yapacağı saldırı ile gündemi sürekli değiştirmekte ve yoksullaşmayı örtmeye çalışmakta. Bu nedenle de yargıda son bir yıl içerisinde saldırı yok yargıya son 20 yıldır saldırı var.   Biz kadına dönük şiddetle mücadele ederken aslında ülkemizdeki gerici ve kapitalist düzene karşı da mücadele etmemiz gerekiyor.  İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması da bu saldırının önemli bir parçası. Devlet İstanbul Sözleşmesini imzalayarak şöyle bir sorumluluk almıştı; bana başvuran bir vatandaşın “benim hayatım tehlikede” dediğinde onu koruma sorumluğunu almıştı. AKP iktidarı tarafından İstanbul Sözleşmesi sadece kadınları koruyan bir sözleşme olarak yansıtıldı ama İstanbul Sözleşmesi herkesi koruyan bir sözleşmeydi. Fakat kadın düşmanlığı üzerinden İstanbul Sözleşmesine karşı bir düşmanlık yaratmaya çalışıldı. İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı şiddet mağduru kadınlar “beni koruyun” dediğinde kolluk, hakim, savcı, belediye, kaymakamlık korusaydı zaten bu kadar cinayet olmazdı. İstanbul Sözleşmesi kalsın ancak daha çok uygulansın diye her alanda söylüyorduk.   İstanbul Sözleşmesi kaldırılınca koruma kararı sanki insanlar alamayacakmış gibi bir izlenim oluştu. Oysaki ülkemizde İstanbul Sözleşmesi sayesinde kabul edilen bir yasa var. 6284 sayılı ailenin korunması ile ilgili bir yasa. Yasa şunu söylüyor; bir kadın polise gittiğinde koruma kararı istediğinde, ‘beni koruyun eşim, sevgilim, babam bana şiddet uyguluyor’ dediğinde zaten polis korumak zorunda. O koruma kararını çıkarmak zorunda. Yani İstanbul Sözleşmesi kalkınca yasa ortadan kalkmadı yasamız halen yürürlükte fakat AKP iktidarı ve Tayip Erdoğan sanki İstanbul Sözleşmesi kaldırılınca koruma kararı alınamayacakmış gibi bir algı yarattı. Kadınlarımız karakola, aile mahkemelerine gidiyor koruma kararı dahi alamıyor. Eskiden koruma kararı uygulanmıyordu şimdi yazılı koruma kararı dahi alınamayan bölgeler var. Bu gerici iktidardan dolayı basit bir koruma kararını alabilmek için kadınlar olarak daha fazla mücadele etmek zorunda kaldık. Bu bizi yıldırmayacak mücadele etmeye devam edeceğiz çünkü bizim mücadelemiz sayesinde nasıl ki İstanbul Sözleşmesi’ni imzaladıysa, bizim mücadelemiz sayesinde 6284 sayılı yasa bu ülkede kabul edildiyse, bu yasanın varlığını sürdüreceğiz İktidarın söylediği yalana inanmayın İstanbul Sözleşmesi kaldırılsa bile herkes adliyeye, karakola gittiği zaman “ben şiddet görüyorum, beni koruyun” dediği zaman halen yürürlükte olan yasa gereği korumak zorundadır.    “Ülkemizde aydın hakim ve savcılarımız ne kadar var ise bir o kadar da AKP iktidarının gerici, eril zihniyetine sahip hakim savcılarımız da var.”   *Bu yıl faillerden çok kadın mücadelesi yürütenlerin yargılandığı ve cezalandırıldığı bir yıl oldu. Tecavüz faili Musa Orhan ve Hasan Bilgili dışarıdayken örneğin özsavunmada bulunan Çilem Doğan ve TJA Dönem Sözcüsü Ayşe Gökkan’a hapis cezaları verildi. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?   Daha geçen gün Ankara’da bir gencimiz de öldürüldü istismara uğrayan çocukları korumak isterken. Mücadelemize bütünlüklü de bir saldırı var. Musa Orhan gibi tecavüzcülerin korunması tamamen bu gerici ve eril zihniyetin bir ürünü. AKP iktidarı 20 yıldır iktidarda. Bu süre zarfında yargıya da hakim ve savcılar olarak yerleşti iktidar. AKP iktidara geldiğinde 12 yaşında olan insan şuan 32 yaşında yani hakim, savcı, avukat olacak yaşlara geldiler. AKP iktidarı tarafından da hızlıca bunlar atandı. Doğal olarak Musa Orhan gibi insanları tahliye edip aslında kadına yönelik şiddetle mücadele eden insanlara da ceza veren aynı hakim ve savcılar. Evet, ülkemizde aydın, hakim ve savcılarımız ne kadar var ise bir o kadar da AKP iktidarının gerici, eril zihniyetine sahip hakim savcılarımız da var. Bu nedenle de ben Musa Orhan’a şaşırmadım ya da bundan sonra olacak Musa Orhan vakalarına da şaşırmayacağım. Mücadelemiz eril zihniyeti de ortadan kaldırana ve en ağır cezaları almalarını sağlayana kadar devam edecek.    Ülkemizde kadın mücadelesi çok önemli bir yere sahip. Bu kadın mücadelesi zayıflatılmaya çalışılsa da kadın mücadelesi zayıflatılamıyor. Kadın cinayeti olduğunda binlerce yaşlısı, genci, türbanlısı, moderni, eğitimlisi bir sürü kadın ve erkek sokağa dökülmekte. İktidar asla bu mücadeleyi zayıflatamaz. Halen bu mücadele çok güçlü. Korktukları için iktidar saldırıya devam ediyor. Onlarda kadın mücadelesinin, emekçi sınıfın mücadelesine, kira artışlarına, kayyım atamalarına kadar el uzatacağını ve bu mücadeleyi büyüteceğini biliyor. Kayyım atanan belediyelerde önceden birçok ilçe ve şehirde kadın sığınma evleri, kadın halk eğitim merkezleri açılmıştı. Yani kadınların eğitim görmesi, meslek edinmesi, sosyal hayata katılmaları, örgütlenmeleri ve politikleşmesi için birçok çalışma yapılmıştı. AKP iktidarı kadın mücadelesini zayıflatmak için bu belediyelere kayyım atadı ve kayyımın ilk işi de kadın sığınma evlerini, kadın halk eğitim merkezlerini, kadın kahvehanelerini kapatmak oldu. Kadının gücünün iktidarlarını sarsacağını biliyor. Sadece kadına yönelik şiddetle mücadele etmemeliyiz, belediyelere atanan kayyımlara karşı da mücadele etmeliyiz.   “Kadının yaşamı değersizleştiriliyor aile kutsallaştırılıyor.”   *Bu yıl kadın katliamları, taciz, tecavüz ve istismar olaylarında yargının cezasızlık ve iyi hal indirimleri nasıl bir rol oynadı?   İstanbul’da Fatma Alyar eşi tarafından 2019 yılında öldürüldü. Öldürülmeden öncede ruhsatsız silah nasıl alabilirim diye araştırmış arkadaşıyla. Yazışmaları var. Arkadaşı, ‘o kadını artık öldürmelisin 3-5 yıl yatar çıkarsın’ diyor. Fatma’nın eşi de buna ikna olup, ‘evet yatar çıkarım yeter ki benden boşanmasını engelliyiyim’ diyor. Fatma Alyar’ı öldürerek boşanmasını engelliyor. Fatma defalarca çok ağır şiddete maruz kalıyor ve ‘bu şiddete boyun eğmeyeceğim, yaşamsal hakkımı korumak istiyorum, kendi yaşamımın kahramanı olmak istiyorum’ dediği için öldü. Fatma’nın kocası bu gücü nasıl elde etti? İşte bu iktidarın kadına yönelik düşmanca politikalarından elde etti. İktidar sürekli gazetelerde, haberlerde kadınların neden dışarıya çıktığını, başı açık dolaştığı, kırmızı ruj neden sürdüğü, neden çalıştıklarını çocuklarına bakmadıklarına dair sürekli kadınları kötüleyen bir tavır sergiliyor. Bu da erkeklerde kadının yaşam hakkı üzerinde söz hakkı sahibi olduğu düşüncesine neden oluyor. Fatma Alyar’ın dosyasına çok ağır ceza aldırdık ama başka dosyalarda ne yazık ki ‘olan olmuş bari aileyi çocukları kurtaralım’ deniyor. Kadının yaşamı değersizleştiriliyor aile kutsallaştırılıyor.   Türk Ceza Kanununda cezalar çok ağır zaten cezaların arttırılması gerektiğini düşünmüyorum. Bir insanı öldürmenin cezası müebbet hapis cezası, e0şini öldürüyorsa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır. Buradaki mesele uygulayıcılarda. Hakim ve savcılar eril, gerici zihniyete sahip olduğu için cezayı uygulamak yerine ‘iyi hal’ indirimi uyguluyor. Duruşmada takım elbise giydikleri, mahkeme heyetine saygılı davranmaları ‘iyi hal’ gerekçeleri oluyor. Oysa yasalar ‘indirim uygulayabilirsin ama bunların şartı var’ diyor. Suçu işlerken ‘pişmanlık gösterdi mi, suçun ortaya çıkması için yargı erkine yardım etti mi? Suç delillerini ortaya çıkardı mı?’ bunlara bakılarak iyi hal uygulanılmalı. Ama biz kadın cinayetlerinde samimi bir beyan sunulmadığı gibi kadına iftira atılıyor ‘iyi hal’ indiriminden faydalanmak için. Bu kişi pişman değil aksine ‘öldürdüm haklıyım çünkü gerekçelerim var’ diyor. Böyle bir adama indirim uygulayan hakim ve savcılar TCK’ye aykırı hareket ederek, yasayı farklı yorumluyorlar.   *Yargı sizce şuan Türkiye’de bağımız ve eşitlikçi mi yoksa tam tersi bir konumda mı duruyor?   Nasıl bir düzende yaşıyorsanız o sistemin yargı, sağlık, eğitim sistemi, dini kurumlarıyla birlikte yaşamak zorunda bırakılıyorsunuz. Şuan kapitalist bir düzende yaşıyoruz. Zenginler daha zenginleşirken yoksullar daha yoksullaşıyor. Böyle bir düzende Türk, Kürt, Alevi, Ermeni, Sünni, erkek, kadın diye sürekli bir ayrıma, nefret söylemine maruz kalıyoruz. Biz bu söylemler içerisinde birbirimizle uğraşırken onlar bizi daha yoksullaştırıyor. Bu yoksullaştırmayı da kendi hukuk sistemleri içinde yani burjuva hukuku içerisinde yapmaktalar. Kendi hukuk sistemlerini öyle halka yabancı bir dille oluşturmuşlar ki halk kendi hakkını savunmak için dahi avukata bir sürü para ödemek zorunda kalıyor. Halkçı bir düzende olsaydık sizin devletiniz, düzeniniz olurdu ve o düzen de halkı, emekçiyi korurdu. Ama maalesef böyle bir düzende yaşamıyoruz. Bunun için biz sadece kadın alanında değil, bütün alanlarda bir mücadele yürütüyoruz.   “İstanbul Sözleşmesi’nin ortadan kaldırılması sizin haklarınızı koruyan yasaları ortadan kaldırmıyor.”   *Kadın haklarını koruyan yasalar (6284 gibi) bu sene ne boyutta uygulandı?   Bazı bölgelerde, şehirlerde 6284’ün sanki kaldırılmış gibi korunma kararlarının verilmediğine şahit olduk. Biz defalarca insanları basın aracılığıyla uyardık. Böyle bir algı yaratılsa da halen şiddet gördükten sonra koruma kararı aldırma hakkınız var. İstanbul Sözleşmesi’nin ortadan kaldırılması sizin haklarınızı koruyan yasaları ortadan kaldırmıyor. Haklarınızı koruyan yasalar var diye insanları aydınlattık. İnsanlarda bu haklarının farkına vararak haklarının uygulanması için baskı kurarak koruma kararı aldırıyor.   *Dernek olarak bu yıl çokça davaya müdahil oldunuz ve takip ettiniz. Dernek olarak kaç kadın katliamı ve taciz, tecavüz, istismar dosyasına baktığınıza dair bir veri var mı elinizde?   Geçtiğimiz ay 12 kadın cinayeti davasına müdahil olmuştuk ama onlarca kadın cinayeti, tecavüzü, çocuk istismarına müdahil oluyoruz ki toplamda kaç dosyaya baktık bir veri olarak yok. Biz davalarda sadece izleyici olmuyoruz. Avukatı olmayanlara destek sunuyoruz. Görünmeyen cinayet, tecavüz davalarına müdahale ediyoruz.    “Nadira’nın dosyası iktidar içindeki çürümüşlüğün en iyi göstergelerinden biri. Dosya eğer çözülebilseydi o çürümüşlüklerin hepsi ortaya çıkacaktı.”   *Takip ettiğiniz ve Türkiye gündemine de oldukça oturan Nadira Kadirova’nın şüpheli ölümü oldu. Dosya cezasızlık ile sonuçlandı. Nadira, dosyasından da yola çıkarak Türkiye’de şüpheli kadın ölümlerinde izlenmesi gereken fakat yargının uygulamadığı neler var? Şüpheli kadın ölümlerinin neden üstü örtülmek isteniyor?   Nadira’nın dosyası iktidar içindeki çürümüşlüğün en iyi göstergelerden biri. Dosya eğer çözülebilseydi o çürümüşlüklerin hepsi ortaya çıkacaktı. Dosyanın üstü örtüldüğü için de Nadira’dan sonrada cinsel şiddete maruz kalan kadınlar oldu. Nadira’nın ailesi mücadeleyi sürdürmedi. Bizlerle bu mücadeleyi sürdürmedikleri için bizde maalesef dosyanın üzerine gidemedik. Oysaki çok önemli bir dosyaydı. Üzülerek bu dosyadan istifa etmek zorunda kaldım. Gerici ve eril zihniyet ölümleri şaibeli olan kadınların dosyalarının üzerine yeterince gitmiyor. Mesela Şule Çet olayına ilk başta intihar denildi, sonra cinayet ve tecavüz olduğu ortaya çıktı. Öldürülen kadınlar kadar şüpheli kadın ölümü de fazla. Bu yüzden bizim görevimiz soruşturulmayan kadın davalarının görülmesini sağlamak. Nadira’nın öldürüldüğü ikinci gün Ankara Emniyet Müdürlüğü intihar etti diye açıklama yaptı. Hem Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün görevi bu değil, böyle bir açıklama yapamaz hem de iki günde kimsenin intihar edip etmediği konusunda kesin bilgi bulamazsınız. Nadira’nın cinsel şiddete maruz kaldığına dair arkadaşlarının beyanı olmasına rağmen iki günde dosyasını kapatmaya çalıştılar.   *Bundan sonra hukukçu ve bir aktivist olarak sizin ve kadınların eril yargı karşısındaki mücadelesi nasıl sürecek?   Kadına yönelik şiddete karşı mücadelemiz gerici, eril sisteme karşıda sürdüreceğiz. AKP döneminde kadın cinayetleri yüzde 392 oranında, kadına yönelik şiddet yüzde bin 400 oranında arttı, kadına yönelik şiddet ve tecavüz vakalarından da tutuklu 28 kat arttı. Gerici, eril, sömürücü iktidara karşı bütüncül bir mücadele yürüteceğiz. Onlar zannetmesinler ki bize yaptıkları her saldırıya boyun eğeceğiz. Hayır, başımız dik boyun eğmeyeceğiz. AKP öncesinde de bırakmadığımız gibi bu mücadeleyi yine bırakmayacağız. Onlar gidici biz kalıcıyız. Bu ülkede birçok kazanımı biz mücadele ile elde ettik.