AK’nin oturumunda İmralı tecridi konuşulacak: Denetim süreci şekillenecek 2021-10-25 09:06:50   Nişmiye Güler   İSTANBUL- Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 30 Kasım - 2 Aralık arasında yapacağı ilk toplantısında hukuk ve hak örgütlerinin Abdullah Öcalan ile üç tutsak için yaptığı başvuruyu görüşecek. Başvurucular arasında yer alan TOHAV Yönetim Kurulu üyesi avukat Ayşe Bingöl Demir, komitenin yol haritası belirleyerek Türkiye’nin attığı, atması gereken ya da atmadığı adımlar üzerinden denetim sürecini şekillendireceğini ifade etti.    Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD), Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV), İnsan Hakları Derneği (İHD) ile Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın (TİHV), PKK Lideri Abdullah Öcalan ile tutsaklar; Hayati Kaytan, Emin Gurban ve Civan Boltan için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) “Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” ile ilgili ihlal kararlarını acil gündemine alması için 26 Temmuz’da Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne (AK BK) başvuru yapılmıştı. Bu başvuru, Abdullah Öcalan, Hayati Kaytan, Emin Gurban ve Civan Boltan için “umut hakkı” bağlamında kurumsal düzeyde yapılan ilk başvuru olma özelliği de taşıyordu.   Başvuru komitenin gündeminde   Türkiye bu başvuruya 7 Eylül’de yanıt verdi ve İmralı’da herhangi bir ihlalin olmadığını iddia etti. Başvurucu bunun üzerine geçtiğimiz günlerde bir kez daha Türkiye’nin yanıtına dair Bakanlar Komitesi’ne iletilmek üzere bir yanıt kaleme aldı. Bakanlar Komitesi ise başvuruyu 3 aylık periyotlar ile yaptığı toplantılarının gündemine aldı. Bakanlar Komitesi, önümüzdeki günlerde yapacağı oturumda bu konuyu da ele alacak.   TOHAV Yönetim Kurulu üyesi avukat Ayşe Bingöl Demir, söz konusu başvuru, Türkiye’nin yanıtı ve Bakanlar Komitesi’nin olası tutumuna dair ajansımızın sorularını yanıtladı.   “Türkiye AİHS’in 46’ncı maddesinde yer alan, açıkça düzenlenen, mahkeme kararlarını yerine getirme yükümlülüğüne uygun hareket etmedi, etmiyor.”    *Temmuz ayında Türkiye’nin uyguladığı “Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası”na dair Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne bir başvuruda bulundunuz. Başvuruyu, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın da aralarında olduğu 4 tutsak için yaptınız. Öncelikle bu başvuruyu yapma amacınız neydi?   Başvurunun konusu AİHM tarafından ilki 2014’te kesinleşen Öcalan kararı olmak üzere devam eden Kaytan, Gurban, Botan kararlarının yerine getirilmesini denetleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne bu kararların Türkiye tarafından yerine getirilmesi sürecine ilişkin STK’ler olarak yaptığımız ortak bir bildirim. Bu bildirimi Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin iç işleyişine ilişkin kural 9/2 bildirimi dediğimiz yöntemle yaptık. Bu kural STK’lere kendi çalışma alanlarında ilgili ülke tarafından yerine getirilmeyen AİHM kararlarına ilişkin ya da gereği gibi yerine getirilmeyen AİHM kararlarına ilişkin yapılan denetleme sürecine dahil olma imkanı veriyor. Bu kapsamda ÖHD, İHD, TİHV ve TOHAV olarak bir girişimde bulunduk.   STK’lerin bu başvuru grubuna dahil olma nedeni de Türkiye’de gerçekten çok önemli olan ve yüzlerce insanı etkileyen ‘Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası’nın belirli grup hükümlülere dair ölünceye kadar infazı şeklinde yürütülen rejim. Bu kişilere Türkiye hukuk sistemi bizlerin “umut hakkı” olarak nitelendirdiğimiz cezalarının infazının belirli müddet geçtikten sonra gözden geçirilmesi, indirilmesi, koşullu salıverilme talebinde bulunulması gibi hakların belirli grup hükümlülere, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilen hükümlülere tanınmaması. Bu anlamda Türkiye’deki ceza infaz hukukunun, TMK ve benzeri yasal mevzuatta yer alan istisnalar ve yasaklar var. AİHM bu kararlarında dedi ki, “Türkiye'deki  bu sistem yani belirli tip ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarının ölünceye kadar infazı sözleşmeye aykırıdır.” Bu aykırılığı dayandırdığı sözleşme maddesi de insanlık dışı muamele yasağını, işkenceyi ve kötü muameleyi yasaklayan sözleşmenin üçüncü maddesi. Yani mahkeme dedi ki, “Türkiye umut hakkını tanımalı, umut hakkıyla uyumlu şekilde yeniden düzenleme yapmalı, bu sistem bu haliyle sözleşmeye aykırı.” Dediğim gibi ilk kararın kesinleşmesi 2014’teydi.  Devamında başka kararlarda geldi. Hukukçular Türkiye sistemi içerisinde çok sayıda girişimde bulundular. Başvurularda bulundular, davalar açtılar ve hiçbiri olumlu sonuçlanmadı. Mahkemenin ihlal bulduğu sistem ve rejim olduğu gibi devam ediyor.  Bu da demektir ki Türkiye AİHS’in 46’ncı maddesinde yer alan, açıkça düzenlenen, mahkeme kararlarını yerine getirme yükümlülüğüne uygun hareket etmedi, etmiyor. Bu kararlar bağlamında diğer pek çok konuda olduğu gibi bu mahkeme kararlarının yerine getirilmesi sürecini denetleyen Bakanlar Komitesi de artık bu konuda daha etkili daha aktif adımlar atması gerektiği fikriydi.  2021’de STK’lerin yaptığı ortak başvuruda, bütün hususlar bir araya getirildi ve bu konuda başvuruda bulunuldu.   “Türkiye’de esasen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları bağlamında ya da müebbet hapis cezaları bağlamında koşullu salıverme imkanının olduğunu söylüyor. Biz verdiğimiz yanıtta bunun yanıltıcı bir beyan olduğunu dile getirdik.”   *Başvurunuzdan sonra Eylül ayında Türkiye’nin sizlere bir cevabı oldu. Özellikle başvurunuzdaki iddiaların asılsız olduğunu ve İmralı’da bir hak ihlalinin yaşanmadığını öne süren Türkiye’nin bu yanıtına sizler de bir yanıt hazırlayıp Bakanlar Komitesi’ne gönderdiniz. Başvurunuzda kimi tavsiye ile önerilerde bulundunuz. Bu tavsiye ve öneriler nelerdi?   Bakanlar Komitesine Temmuz ayında yaptığımız ortak bildirimde ki somut taleplerimizden birisi Bakanlar Komitesinin sürece ilişkin denetimini aktifleştirmesi ve daha etkili hale getirmesiydi. Bu bildirime dair komite bunu hükümete bildiriyor ve hükümet de yapılan bildirime dair komiteye açıklamalarını sunuyor. Türkiye komiteye bir beyanda bulundu. Beyanda birkaç başlık var. Bu başlıklardan birinde, Türkiye’de esasen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları bağlamında ya da müebbet hapis cezaları bağlamında koşullu salıverme imkanının olduğunu söylüyor. Biz verdiğimiz yanıtta bunun yanıltıcı bir beyan olduğunu dile getirdik. Yani hükümet çok kısa bir biçimde bunun istisnaları olduğunu dile getiriyor ama bu istisnaların ne olduğu, ne kadar geniş yargılama olduğuna ilişkin hiçbir açıklama getirmiyor. Bir diğer başlık da Cumhurbaşkanı’nın cezanın infazının durdurulması yetkisi ya da af gibi şeylere dayanaraktan bu kişiler bağlamında bu imkanın olduğu vurgusu var. Bu da AİHM kararlarında değerlendirilip yeterli olmadığı yani “umut hakkının” meclis, yürütme tarafından açıklanacak bir af ya da Cumhurbaşkanı’na verilen bu yetkilerle tanınmış sayılamayacağını mahkeme zaten tespit ediyor.   Bir diğeri de İmralı’da sürdürülen tecridin aslında hukuka, insan hakları sistemine uygun olduğu yönünde ki beyanları. Biz STK’ler olarak yeni tarihli bildirimde buna cevaben, bunların hepsine dair beyanda bulunduk. Özellikle Türkiye’nin mevcut ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının, infaz rejiminin aslında koşullu salıverilmeye tabi olduğu şeklinde ki yanıltıcı ve yanlış okunabilecek beyanının doğru ve yerinde olmadığına ilişkin de detaylı bir açıklama sunduk. Af ya da Cumhurbaşkanı’na verilen bu yetkinin “umut hakkı”nın sağlanması anlamına gelemeyeceğini beyan ettik. Ve son olarak da İmralı’da devam eden tecridin AİHM’in Öcalan kararında belirli bir dönem açısından değerlendirdiği avukatla, yakınlarıyla görüşememe, dış dünyayla iletişim başta olmak üzere uygulanan ağırlaştırılmış tecrit rejiminin hala sürdüğü, bu konuda da Bakanlar Komitesi’nin özellikle CPT raporlarıyla da paralel adım atması ve mahkemenin tespitleri doğrultusunda Türkiye’de gerekli değişikliklerin yapılmasıyla ilgili bir süreç işletmesi gerektiğini yine dile getirdik.   “İki bildirimden birisi bizim bildirimimize yanıttı diğeri ise eylem planıydı. Ama bu konuda ki eylem planı da aslında bir içeriği olmayan bildirimdi.”   *Türkiye, sizin yanıtınızdan önce iki ayrı yanıt verdi aslında. Türkiye neden iki yanıt verme ihtiyacı duydu?   Prosedürün kendi içinde bazı dinamikleri var. Türkiye hükümetinin öncelikle bizim yaptığımız gibi bildirimlere dair bir cevap verme, kendi bildirimini yapma imkanı var. Hükümet, mahkeme kararlarının yerine getirilmesi sürecine ilişkin bazı eylem planları sunabiliyor. Bunu komitenin davetiyle yapabiliyor ya da kendiliğinden yapabiliyor. Bahsettiğimiz iki bildirimden birisi bizim bildirimize yanıttı diğeri ise eylem planıydı. Yani bu kararların yerine getirilmesine ilişkin Türkiye’nin attığı ya da atmayı düşündüğü adımları içermesi gereken. Ama bu konuda ki eylem planı da aslında bu anlamda bir içeriği olmayan bildirimdi. Bu başvurulara özgü olağandışı bir şeydi diyemeyiz. Türkiye hükümetinin bu bağlamda benzer süreçlerde yapılan bildirimlere cevabı eylem planı şeklinde yaptığı bildirimler.   “Bakanlar Komitesi bildirimi, 30 Kasım - 2 Aralık arasında yapacağı toplantı gündemine aldı.”   *Bakanlar Komitesi üç ayda bir aldığı toplantı periyotlarına sizin başvurunuzu da gündemine aldı. Önümüzdeki günlerde bu başvuru komitede görüşülecek. Bu ne anlama geliyor?   Bizce bu çok önemli bir adım. Önem gösterilmesi gereken de bir adım. Çünkü bu kararlardan ilki 2014’te kesinleşmişti ve şuana kadar Bakanlar Komitesi bu kararlardan herhangi birini ya da bir grubu toplantı gündemlerine almamıştı. Bu kararların değindiği tabi ki politik ve pek çok hassasiyet nedeniyle olduğunu düşündüğümüz nedenlerle komite bunu toplantı gündemlerine almaksızın daha doğrudan iletişimlerinde belki bir şekilde sürdürme yönetimini benimsemiş gibi görünüyordu. Temmuz’daki bildirimde bunun böyle olmaması gerektiğini STK’ler komiteye bildirdiler. Komite bence bu bildirimin etkisiyle toplantı gündemine almaya karar verdi. İlk defa bu grubu 30 Kasım - 2 Aralık arasında yapacağı toplantı gündemine aldı. Şimdi yapılan bizim bildirimlerimiz, hükümetin bildirimleri. Bunları ve mahkeme kararlarını kendi sekretaryasının çalışmasını gözeterek, bu kararlarla ilgili nasıl bir yöntem izleyeceğini belirleyecek.   “Bu toplantı ilk toplantı olacak ve komitenin Türkiye’den bu kararları yerine getirmesi sürecinde atması gereken adımları belirleyeceği için önemli bir adım olacak. Komite bu yol haritası üzerinde Türkiye’nin attığı, atması gereken ya da atmadığı adımlar üzerinden denetim sürecini şekillendirecektir.”    *Bakanlar Komitesi’nin AİHM’in kararlarını uygulamayan Türkiye’ye bir yaptırım gücü olur mu? Ya da Türkiye’ye nasıl bir tavsiyede bulunur?   Bakanlar Komitesi’nin AİHM kararlarını yerine getirmeyen ülkelere ilişkin tabi ki uyguladığı bazı yöntemler, atacağı bazı adımlar var. Ancak bu adımları yerine getirmeyen bütün kararlar bakımından atmıyor. Daha farklı bir süzgeci var Bakanlar Komitesi’nin bu bağlamda. Mesela Türkiye’nin hepimizin bildiği gündeminde olan AİHM kararlarının yerine getirmesi sürecine ilişkin Komite’nin Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarında attığı hızlı ve devamlı,  denetimli bazı adımlar var. Örneğin bu kararlar bağlamında Komite böyle bir yöntem benimser mi bilmiyorum bunu beraber göreceğiz. Ama komitenin olağan işleyişinde ne olabiliri görebiliriz belki. Türkiye’nin AİHM kararlarını yerine getirmeme karnesi oldukça kabarık. Komitenin önünde bu anlamda yüzlerce karar var. Bu karar grubu da onlardan birisi. Komite büyük ihtimalle bu önümüzdeki toplantıda bahsettiğimiz bu bildirimleri inceleyecek ve Türkiye’den bazı taleplerde bulunacak. Bu talepler, örneğin bizim bildirimlerimizde üzerinde durduğumuz mesele. Bu konuda kamuoyunun erişebileceği yeterli düzeyde bilginin olmaması. Örneğin şuanda Türkiye’de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası infazı süren,  şartlı salıverilme hakkından yararlanmayacak şekilde kaç kişi var bunu bilmiyoruz. Yüzlerce olduğu yönünde bazı söylemler var ama kesin sayıyı bilmiyoruz. Türkiye’den bunu istemesi gerektiğini söylüyoruz Komiteye.   Bunun dışında özellikle Temmuz 2016 darbe girişiminden sonrası bu nitelikte suçlarla yargılamalar çok ciddi şekilde arttı. Dolayısıyla bu kurulda devam eden kaç tane dava var? Yine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yargılanıp şuana kadar infazda geçen sürelerle ilgilide bir bilgi istenmesi gerektiğini düşünüyoruz ki bu anlamda durumun ciddiyeti ile ilgili tablo çok daha net bir şekilde ortaya çıkacak. Bizim taleplerimizden biri komitenin bu konuda Türkiye’den bilgi istemesi. Türkiye şuana kadar bu yönde hiçbir bilgilendirmede bulunmamış  komiteye. Bilgilendirme bir parçası olacaktır. Bunun dışında da bu karar grubu Türkiye hükümetinin uygulama ile değiştirebileceği bir karar grubu değil. Dolayısıyla, TMK’de, infaz kanununda ve ilgili diğer mevzuatta yasal değişiklerin olması gerekiyor. Bu değişikliklere ilişkin Türkiye hükümetinin adım atması gerekiyor. Komite bu yönde bir talepte bulunabilir. Öncelikle bu toplantı ilk toplantı olacak ve komitenin Türkiye’den bu kararları yerine getirmesi sürecinde atması gereken adımları belirleyeceği için önemli bir adım olacak. Sonrasında da komite bu yol haritası üzerinde Türkiye’nin attığı, atması gereken ya da atmadığı adımlar üzerinden denetim sürecini şekillendirecektir.    “Abdullah Öcalan’a ilişkin verilen karara dair İmralı’da sürdürülen tecridin de AİHM’in kararında belirttiği, ihlal bulduğu konulara dair adımların atılması gerekiyor.”   *Olası bir tavsiye durumunda Türkiye, Abdullah Öcalan başta olmak üzere “Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” verdiği tutsaklar için neler yapacak ya da yapması gerekecek?   Öncelikle atılması gereken adım bu konuda mevzuat değişikliklerinin yapılması. Bu istisnaların ön görüldüğü, devlete karşı, milli güvenliğe karşı, anayasal düzene karşı suçlar olarak tanımlanan suçlar kapsamında örgütlü şekilde işlendiği iddia edilen suçlar kapsamında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan kişilere ilişkin “umut hakkı” tanınmadan ölünceye kadar infaz rejimini değiştirmesi gerekiyor. Bu kişilere AİHM standartlarına uygun bir şekilde belirli bir süre cezaları infaz edildikten sonra cezalarının indirilmesi, gözden geçirilmesi ve koşullu salıverilme hakkı tanınması gerekiyor. Ve bu hak tanınırken de bu hakkın göstermelik bir hak olmaması gerekiyor. Gerçekten uygulanabilir, kullanılabilir bir hak olması gerekiyor. Hükümlülere bu anlamda prosedür sürece ilişkin güvencelerinin sağlanması gerekiyor. Bu konuda AİHS’e uygun çok net bir çerçeve  oluşturulması gerekiyor. Türkiye'deki mevcut hukuk sisteminde, mahkemeler, infazı denetleyen mekanizmalarında bu mevzuatı uygulayabilecek nitelikte kurumlar ve mekanizmalar olmasını sağlaması gerekiyor. Bu bizi yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı gibi soruya da götürebiliyor. Bu mekanizmaların etkili ve doğru bir şekilde işlenmesinin sağlanması gerekiyor. Örneğin Abdullah Öcalan’a ilişkin verilen karara dair İmralı’da sürdürülen tecridin de AİHM’in kararında belirttiği, ihlal bulduğu konulara dair adımların atılması gerekiyor. Bu da, dış dünyayla iletişimi, avukatlarıyla, yakınlarıyla görüş hakkı gibi mahkemenin kararında dile getirdiği, problemli bulduğu ve şu anda mevcut halde uzunca  bir süredir uygulanan uygulamalara da  bir son verilmesi, sözleşmeye uyumlu adımların atılması gerektiğini kapsıyor. Bunlar genel adımlar çok daha detaylandırılabilecek bazı tartışmalarda olabilir.   *Türkiye’nin hem İmralı tecridinde diretmesi hem de “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası”nda diretmesi durumunda sizler sivil toplum ve hak örgütleri olarak neler yapmayı düşünüyorsunuz?    STK’lerin bu anlamda yürüttüğü veya yürüteceği süreçlerin zaten niteliği bellidir. Mesela bu gruba ilişkin yapılan çalışma açısından bu devam edecek. Sadece şuana kadar yapılan iki bildirimle kalmayacak. Bakanlar Komitesi’nin denetim sürecine aktif bir şekilde dahil olma ve bu anlamda Türkiye’nin Bakanlar Komitesi’nin alması gereken aktif rolü üstlenmesine dair çaba sürecek. Gerçekten güçlü ve uluslararası aktörün bu değişikliği elde etme sürecine dahil olması demek. STK’lerin, bu konuda çalışma yürüten kişilerin çalışmalarını oldukça güçlendirecek bir şey olacak. Bunun dışında da tabi ki Türkiye içerisinde buna dair duyarlılığı, çalışmaları daha güçlendirici, etkili hale getirmeyi hedefleyen adımlar atılabilir. Mevcut durumda Türkiye’de hepimiz ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü üzerinde ağır müdahalelerin farkındayız.  Bu çalışmaları yürüten STK’lerin, hak savunucularının, hukukçuların, gazetecilerin karşılaştıkları sorunların da farkındayız. Bunları da gözeterek etkilerin doğurduğu olumsuz halleri bir şekilde ortadan kaldırmayı hedefleyen çalışmaları sürdüreceğiz.   “AİHM verdiği Öcalan kararında tecrit niteliğinde ki tecridin üçüncü maddeye aykırı olduğunu tespit etmişti. Dolayısıyla bu temel hak ve özgürlüklere aykırı uygulamaya bir an önce son verilmesi gerekiyor.”   *Son olarak İmralı’da Abdullah Öcalan ve orada tutulan 3 tutsak da şuan tecrit koşullarında tutuluyor. Bunun için neler söylemek istersiniz?   Bu tabi ki temel hak ve özgürlüklerle bağdaşmayan bir uygulama. Bunun öncelikle adını bu şekilde koymak gerekiyor.  Bunlar Türkiye’nin anayasasında tanınan ve imzaladığı uluslararası sözleşmelerde tanınan temel hak ve özgürlükler.  Zaten AİHM verdiği Öcalan kararında tecrit niteliğinde ki tecridin üçüncü maddeye aykırı olduğunu tespit etmişti. Bu konuda tartışma yok aslında ortada. Dolayısıyla bu temel hak ve özgürlüklere aykırı uygulamaya bir an önce son verilmesi gerekiyor. Bunun vurgusunun yapılması bence oldukça önemli.  Kimliklerinden bağımsız bir şekilde tüm tutuklu ve hükümlülerin hak ve özgürlükleri var. Devlet ve yargı mekanizmaları buna saygı göstermek, korunmasını sağlamakla yükümlüler. İmralı’da da gördüğümüz vb. nitelikli yaşanan sorunları da devletin çok ciddi ve sistemli şekilde hak ihlalleri uygulamaları olduğunu görüyoruz. Bunların bir an önce son bulması gerekiyor. Son bulmaması halinde avukatların, hak savunucularının buna karşı mücadelesi sürecektir.