
İktidarın normali: Sessiz kadın, doğurgan beden
- 09:06 26 Nisan 2025
- Kadının Kaleminden
“İktidar söyleminde sürekli tekrar edilen ‘en az üç çocuk’ çağrısı, kadın bedenini sadece bir üreme aracına indirgerken; kürtajın ‘cinayet’, sezaryenin ise ‘ihanet’ olarak kodlandığı bir dil inşa edildi. Bu, yalnızca biyopolitik bir müdahale değil, aynı zamanda kadınların yaşam üzerindeki haklarını ortadan kaldırmayı amaçlayan sistemli bir baskı oldu.”
Dilan Babat
Geçtiğimiz hafta Sivasspor’un sahaya “Normal olan normal doğumdur” pankartıyla çıkması, kadınlar tarafından öfkeyle karşılandı. Kadın bedeni üzerindeki bu söylem, bir kez daha iktidarın diline ve dayattığı “normal” anlayışa ayna tuttu. Bu tartışmanın yankıları henüz dinmemişken, Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nun “çocuğu olmayan aile değildir” açıklaması geldi. Bakan, milyonlarca kadını ve aile biçimini yok sayarak, toplumun en mahrem alanına müdahale eden bir dil kullandı.
Tam da bu açıklamanın ardından İstanbul Bahçelievler’de Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı bir yatılı Kur’an kursunda görevli belletmen İbrahim K.’nın 17 çocuğa cinsel saldırıda bulunduğu ortaya çıktı. Aile ve ahlak üzerine konuşanların gölgesinde, çocukların korunmasız bırakıldığı bir kez daha görüldü. İktidarın kadın ve çocuk bedeni üzerindeki tahakkümcü söylemi, sadece birer açıklama değil; toplumda şiddeti, ayrımcılığı ve cezasızlığı besleyen bir siyasetin yansıması. Aileyi, kadını, çocukları koruma iddiasında olanlar; gerçekte bu yapıları kendi ideolojik kalıplarına göre şekillendirmekle meşgul. Oysa yaşanan her yeni olay, bu kalıpların çocuklara da kadınlara da nasıl zarar verdiğini bir kez daha gösteriyor.
Bir kez daha hafızamızı tazeleyip iktidarın söylemlerine bakalım;
AKP iktidarı 20 yıldır, yalnızca ekonomik ve siyasi dönüşümlerin değil, aynı zamanda kadınların bedenleri, yaşamları ve gülüşleri üzerinde kurulan çok katmanlı bir denetim rejiminin tarihine dönüştü ve dönüşmeyi de sürdürüyor. Bu rejim, modern bir iktidar aygıtının, patriyarka ile nasıl el ele vererek kadın kimliğini yeniden şekillendirmeye çalıştığının örneğidir. Kadının bedeni, iktidar tahayyülünün en merkezi ve en politik alanlarından biri haline geldi. 20 yıldır iktidarın kadınlara biçtiği rol, yalnızca annelik, eşlik ve "makbul aile bireyliği" ile sınırlı kalmayıp, kadınların kamusal alandaki varlığı; ne zaman, nasıl ve nerede gülmeleri gerektiği, hangi giysileri tercih edecekleri, kaç çocuk doğurmaları gerektiği gibi mikro düzeydeki tercihlerine kadar uzandı. Kadının toplumsal varlığı, adım adım denetlenen, sınırları çizilen bir formata sokuldu.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na geçiş
İktidarın kadın politikası, yalnızca söylemsel düzeyde değil, aynı zamanda kurumsal ve hukuki araçlarla da yapılandırılıyor. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın adının 2011 yılında "Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı" olarak değiştirilmesi, bu dönüşümün sembolik ama bir o kadar da kritik bir göstergesi. Artık devletin muhatabı kadın değil, "aile"dir. Kadının hakları değil, ailenin bekası önceliklidir. Böylece kadın birey değil, “aile kurumu” içinde eriyen bir rol haline geldi. İktidar söyleminde sürekli tekrar edilen “en az üç çocuk” çağrısı, kadın bedenini sadece bir üreme aracına indirgerken; kürtajın "cinayet", sezaryenin ise "ihanet" olarak kodlandığı bir dil inşa edildi. Bu, yalnızca biyopolitik bir müdahale değil, aynı zamanda kadınların yaşam üzerindeki haklarını ortadan kaldırmayı amaçlayan sistemli bir baskı oldu.
Devlet sorumluluktan çekildi
Kadının kamusal alandaki görünürlüğüne yönelik söylemler de bu politik hattın devamı niteliğinde. “Kadın iffetli olacak, herkesin içinde kahkaha atmayacak” diyen bir siyasetçinin ağzından çıkan bu söz, yalnızca bir muhafazakâr ahlak öğretisi değil; aynı zamanda kamusal alanın erkeklere ait olduğunun bir ilanı oldu. Kadın oradaysa, sessiz, ölçülü, göze batmayan bir biçimde var olmalıdır. Gülüşü bile fazla gelmekte denildi. Bu söylemlerle şekillenen politik atmosfer, kadınların hem özel hem kamusal alandaki yaşamlarını daraltırken, şiddet karşısında da yalnız bıraktı. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, kadına yönelik şiddetin önlenmesine dair devletin sorumluluğundan çekilme ilanı oldu. Bu karar, kadınların can güvenliği ile muhafazakâr ideolojik öncelikler arasında bir tercih yapıldığında, hangisinin seçileceğini bizlere açıkça gösterdi.
*2009 yılında dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ, bir imamın "tecavüze uğrayan kadınlar çocuklarını doğursun, gerekirse devlet bakar" sözlerine destek verdi. Bununla da yetinmeyen bakan bu görüşün, “insani ve İslami” olduğunu savundu.
*20 Mart 2009'da dönemin Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, kadınların iş aramasının işsizlik oranlarını artırdığını ifade etti.
*26 Mayıs 2012’de Recep Tayyip Erdoğan, "Her kürtaj bir Uludere'dir" diyerek, doğum kontrolünü "vatana ihanet" olarak değerlendirdi.
*28 Temmuz 2014'te dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Bursa'da yaptığı konuşmada, "Kadın iffetli olacak. Mahrem-namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak" sözlerini kullandı.
*24 Kasım 2014'te Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kadın ve erkek eşitliğinin "fıtrata ters" olduğunu belirterek, kadınların annelik rolünün en önemli görevleri olduğunu vurguladı.
*1 Ocak 2015'te dönemin Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, yeni yılın ilk bebeğini ziyaretinde, annelerin annelik dışında başka bir kariyeri merkeze almamaları gerektiğini ifade etti.
*2016’da Dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu, Karaman’da Ensar Vakfı’nda 45 çocuğa yönelik tecavüz için “Bir kereden bir şey olmaz” sözlerini kullandı.
*Erdoğan, sık sık "en az üç çocuk" çağrısında bulunarak, kadınların sadece doğurmakla “tam olacağı” sözlerini de kullandı.
*2021 yılında Türkiye, kadına yönelik şiddeti önlemeyi amaçlayan İstanbul Sözleşmesi'nden çekildi.
*2025’te Sivasspor, “Normal olan normal doğumdur” pankartını açtı.
*2025’te Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu, “Aile dediğin çocuklu olur, çocuk olmazsa sadece karı-koca olursunuz” sözlerini kullandı.
Devletin mikro modeli: Aile
İktidarın söylemlerine karşılık, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın devlet yapısına ve aile kurumuna yönelik eleştirilerini de ele aldığımızda, devletin hiyerarşik toplumun en üst noktası olarak tanımlar. Devletin ortaya çıkışı, toplumun doğal ve eşitlikçi yapısının bozulmasıyla mümkün olacağını kaydetmiş, bu süreçte, erkek egemenliği ve mülkiyet ilişkileri, devletin temelini oluşturduğunu kaydetti. Abdullah Öcalan, devletin bu yapısını eleştirerek, toplumun yeniden doğal ve eşitlikçi bir yapıya kavuşturulması gerektiğini savunur. Abdullah Öcalan, aile kurumunu, devletin küçük bir modeli olarak değerlendirir. Ona göre, aile, erkek egemenliğinin ve iktidar ilişkilerinin ilk kurumsallaştığı yerdir. Bu yapı, kadının emeğinin sömürülmesini ve çocukların belirli bir ideolojiyle yetiştirilmesini sağlar. Aile, bu yönüyle, devletin ideolojik ve yapısal temellerinin atıldığı birincil mekandır .
İktidarın aile yapısına karşı Demokratik Konfederalizm
Abdullah Öcalan'a göre, kadının özgürlüğü, toplumun genel özgürlük düzeyini belirler. "Kadını özgür olmayan bir halk, özgür olamaz" ifadesiyle, kadının özgürlüğünü toplumsal dönüşümün anahtarı olarak görür. Bunun yanı sıra Abdullah Öcalan, devlet ve aile yapılarının eleştirisinin ötesinde, alternatif bir toplum modeli olarak, "Demokratik Konfederalizm"i önerir. Bu model, merkeziyetçi devlet yapısının yerine, yerel meclisler ve komünler aracılığıyla doğrudan demokrasiyi savunur. Ayrıca, kadın özgürlüğü ve ekolojik denge, bu modelin temel taşlarıdır.