Küresel sorundan yerel tehdide: Kim bu paramiliter güçler?
- 10:34 10 Aralık 2024
- Güncel
Dilan Babat
HABER MERKEZİ- Batılı güçler eliyle saha sürülerek güçlendirilen ardından “küresel sorun” haline gelen paramiliter gruplar, bugün bir kez daha saldırılarına başladı. Bu örgütler her ne kadar “terörist gruplar” olarak adlandırılsa da batılı güçlerin kendilerini var etme taktiği olarak kullanılmaya devam ediliyor.
Türkiye ve ona bağlı SMO çetelerinin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırıları aralıksız sürerken, Beşar Esad yönetiminin devrilmesiyle beraber HTŞ, Suriye’nin birçok bölgesini ele geçirdi. Binlerce insan, Özerk Yönetim’in güvenli alanlarına göç ederken, SMO’nun Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırıları bir kez daha 2014 yılında DAİŞ’in saldırılarını hatırlattı. DAİŞ’in farklı bir ismiyle Orta Doğu’ya sürülen gruplar Avrupa ve Türkiye eliyle de güçlendirilmeye devam ediliyor.
Bu güçler kimdir? Kimler eliyle sahaya sürüldüğünü DAİŞ’ten HTŞ’ye gelinen süreci derledik.
DAİŞ’in diğer ismiyle (Irak ve Şam İslam Devleti) ortaya çıkışı, Orta Doğu’daki siyasi, dini ve toplumsal dinamiklerin birleşimiyle şekillendi. Özellikle Irak ve Suriye’deki istikrarsızlık, ABD’nin 2003 Irak işgali ve Suriye iç savaşı gibi büyük olaylar, DAİŞ’in doğuşunda ve yükselişinde kritik rol oynadı.
DAİŞ’in çıkışı
DAİŞ’in kökenleri, 2003 tarihinde Irak işgalinin ardından Ebu Musab ez-Zerkavi’nin liderliğinde kurulan ve “Tevhid ve Cihat Cemaati” olarak bilinen bir örgüte dayanır. Bu grup, 2004’te El-Kaide’ye bağlılığını ilan etmiş ve adını El-Kaide’nin Irak Kolu (Tanzim Kaidet el-Cihad fi Bilad el-Rafidayn) olarak değiştirdi. Ebu Musab ez-Zerkavi, DAİŞ’in bilinen resmi lideri olmazken, Ebu Musab ez- Zerkavi, DAİŞ’in öncüsü olan ve daha sonra "Irak El-Kaidesi" olarak bilinen grup kurdu. Onun araçları, yöntemleri ve savaş sistemleri, DAİŞ’in 2014’te uluslararası bir tehdit haline gelmesine zemin hazırladı.
Ebu Musab ez-Zerkavi’n stratejisi
Ebu Musab ez-Zerkavi’n stratejilerinden biri, Şii-Sünni çatışmasını körüklemek. Örgüt bunun için mezhep temelli saldırılar düzenlemiş ve Irak’ta bir iç savaş ortamı yaratmayı hedefledi. Bu strateji, örgütün taban bulmasına yardımcı oldu. 2006’da Ebu Musab ez- Zerkavi’nin ABD tarafından öldürülmesiyle beraber, onun yerine geçen liderler, örgütü yeniden yapılandırarak Irak’ta “İslam Devleti” ilan etti.
İsim değişikliğine gidildi
Ebu Musab ez- Zerkavi’nin ölümünden sonra, örgüt 2006 yılında adını Irak İslam Devleti (IŞİD) olarak değiştirdi. Bu dönemde liderliği Ebu Ömer el-Bağdadi devraldı. ABD’nin Irak işgalinden sonra kurulan hükümetin ağırlıklı olarak Şii gruplardan oluşması ve Sünnilerin dışlanması, örgüte Sünni bölgelerde destek kazandırdı. Şii başbakan Nuri el-Maliki’nin Sünnilere yönelik ayrımcı politikaları, örgütün taban bulmasını kolaylaştırdı. 2007-2010 arasında ABD ve müttefiklerinin "Sahva Hareketi" (Sünni aşiretlerden oluşan bir karşı güç) sayesinde DAİŞ, ciddi kayıplar verdi. Ancak bu durum, örgütün tamamen çökmesine neden olmadı.
Suriye iç savaşındaki zemin hazırlığı
Suriye İç Savaşı’nın kendisini göstermesiyle beraber, DAİŞ’in yeniden güçlenmesi için uygun bir zemin hazırladı. Bu dönemde örgüt, Suriye’ye geçiş yaparak rejim karşıtı savaşan gruplar arasında yer aldı. 2010’da Ebu Ömer el-Bağdadi’nin ölümüyle liderliği Ebu Bekir el-Bağdadi devraldı. Onun liderliğinde örgüt, hem Irak hem Suriye’de etkin bir güç haline geldi. 2013’te, DAİŞ, adını Irak ve Şam İslam Devleti (ISIS/ISIL) olarak değiştirdi ve Suriye’de faaliyet gösteren El-Kaide bağlantılı Nusra Cephesi’yle ayrıştı. Bu ayrılık, DAİŞ’in kendi başına bağımsız bir yapı haline gelmesinin başlangıcı oldu. Haziran 2014’te DAİŞ, Irak’ın ikinci büyük şehri olan Musul’u ele geçirdi. Bu, örgütün uluslararası sahnede tanınmasına yol açtı. Ebu Bekir el-Bağdadi, 29 Haziran 2014’te Musul’da kendini “Halife” ilan ederek örgütün adını İslam Devleti (IS) olarak değiştirdi. Bu durum, örgütün sadece bölgesel değil, küresel bir tehdit olarak algılanmasına neden oldu.
DAİŞ’in 2016’daki yenilgisi
Radikal bir selefi ideoloji sahibi olan DAİŞ, yaptığı birçok katliamla dünyaya korku salmayı hedefledi. Türkiye ve emperyalist güçler tarafından güçlendirilmeye çalışılan DAİŞ, 2016-2019 yılları arasında Musul’a saldırarak buradan Kobanê’ye saldırma hedefinde oldu. Kobanê’ye girmek isteyen DAİŞ, YPG ve YPJ güçleri tarafından tarihi bir karanlığa gömülürken, 2017’de Irak’ta Musul’u ve Suriye’de Reqa’yı kaybetti. 2019’da ise kontrol ettiği tüm toprakları kaybederek bölgesel bir güç olmaktan çıktı.
DAİŞ’in Türkiye ile bağlantısı
Kobanê’ye saldırdığı sırada, Türkiye’nin sınırlarından rahatça girip çıkılırken, DAİŞ’e sınırdan gönderilen silahlar ise bir kez daha iktidarın ve DAİŞ’in bağlantısını ortaya çıkardı. 7 Haziran seçimlerinden iki gün önce HDP mitingi sırasında 5 kişinin yaşamını yitirdiği, 400 kişinin yaralandığı 5 Haziran 2015 Amed, Kobanê’ye destek açıklaması yaparken gerçekleşen canlı bomba saldırısında 34 kişinin yaşamını yitirdiği ve 100 aşkın kişinin de yaralandığı 20 Temmuz 2015 Suruç patlaması ve en kanlı katliam olarak kayıtlara geçen 10 Ekim 2015 Ankara Katliamı… 10 Ekim Katliamı da diğer katliamlar gibi birdenbire gelmedi, aksine ‘geliyorum’ dedi. Bu 3 katliamın temel ortak noktası ise; AKP’nin 7 Haziran 2015 seçimlerinde yaşadığı yenilginin sonrasında ve öncesinde verdiği gözdağı olmalarıydı.
Küresel sorun DAİŞ
Sadece Türkiye, Orta Doğu’yu değil dünya genelindeki güvenlik dinamiklerini de değiştirdi. DAİŞ, Batı ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkeye yönelik saldırılar gerçekleştirdi. Bu durum, özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika'da güvenlik önlemlerinin sıkılaştırılmasına yol açtı. ABD’nin hava operasyonları DAİŞ’in küresel tehdit olarak algılanmasını sağladı. DAİŞ, Şii-Sünni çatışmalarını körüklemiş ve kendisini İslam'ın gerçek temsilcisi olarak sunarken, bu durum, dünya çapında radikal İslamcılığı beslemiş ve daha fazla cihatçı örgütün ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Küresel İslamcılık akımları ve el-Kaide ile ilişki, DAİŞ’in küresel radikalizmi nasıl beslediğini bir kez daha gösterdi. DAİŞ’in yükselişi, özellikle ABD ve NATO'nun bölgedeki askeri stratejilerini etkiledi. Suriye ve Irak'a yönelik hava saldırıları ve kara operasyonları, Batılı güçlerin DAİŞ’i yok etme çabalarının bir parçasıydı. Ancak bu müdahaleler, aynı zamanda bölgesel güçlerle (özellikle İran ve Türkiye) karmaşık ilişkiler kurmalarına neden oldu. Ayrıca, DAİŞ’in zayıflaması, Batılı güçlerin bölgedeki askeri varlıklarını nasıl şekillendireceklerini de etkiledi.
Mülteci krizi
DAİŞ’in, Suriye ve Irak'taki toprak işgali, büyük bir mülteci krizine yol açtı. Bu kriz, özellikle Türkiye, Lübnan ve Ürdün gibi ülkelerde sosyal ve ekonomik sorunlara neden oldu. Aynı zamanda Avrupa’ya yönelik büyük göç dalgaları, bölgesel ekonomik dengeleri etkiledi. DAİŞ, küresel ve bölgesel güç dengelerini önemli ölçüde şekillendirdi. Aynı zamanda işgal üzerinden kendini yeniden dizayn etmek isteyen uluslararası güçler DAİŞ’i bir araç olarak kullandılar. Bölgesel anlamda ise, mezhebi ve etnik gerilimleri körüklemiş, yeni ittifaklar ve stratejik ilişkiler yaratmıştır. Ancak DAİŞ’in toprak kayıplarıyla zayıflaması, bölgedeki dinamiklerin değişmesine yol açtı.
DAİŞ’in küresel güçlerle ilişkisi
DAİŞ’in Batılı (İngiltere, Amerika ve Fransa) batı bloğunun resmi olarak terör örgütü olarak ilan ettiği bir yapı olmasına rağmen, örgütün finansal kaynaklarını sağlama ve bölgedeki stratejik çıkarlarını koruma noktasında Batılı ülkelerle dolaylı ilişkilerinin olduğu şuana kadar birçok kez açığa çıktı. Özellikle, DAİŞ’in yükseldiği 2014 yılı itibariyle, Batılı ülkeler, bölgedeki enerji kaynaklarını kontrol etmek, siyasi hedeflere ulaşmak ve jeopolitik dengeleri yönlendirmek için çeşitli yerel aktörlerle etkileşimde bulundu. Bu bağlamda, Batı'nın desteklediği bazı bölgesel müttefiklerin, DAİŞ’e finansal ve lojistik yardımlar sağladığı veya örgütün petrol ticaretine göz yumarak dolaylı yoldan finansal akışa katkıda bulunduğu ortaya çıkmıştı. Batılı güçler, doğrudan DAİŞ’e karşı savaşırken, aynı zamanda Suriye ve Irak’taki karmaşık savaşta, yerel güçlerle olan stratejik ilişkilerinin bazen örgütle çelişen bir noktada kesiştiği görülürken, Batılı ülkeler, DAİŞ’e karşı alınan askeri önlemlerle bir yandan bu tehditten korunmaya çalışırken, diğer yandan bölgedeki çıkarlarını korumaya yönelik karmaşık diplomatik ve askeri adımlar attı. Bu nedenle, DAİŞ’in Batılı ülkelerle ilişkisi, sadece doğrudan çatışmalarla sınırlı kalmayıp, aynı zamanda bölgedeki daha geniş jeopolitik hesapların bir parçası olarak şekillendi.
ABD-DAİŞ ilişkisi
ABD'nin DAİŞ ile olan ilişkisi, resmi olarak örgütle doğrudan bir işbirliği içinde olmamakla birlikte, bölgedeki jeopolitik çıkarları ve karmaşık ittifaklar nedeniyle zaman zaman dolaylı etkileşimlere yol açtı. ABD, DAİŞ’i terör örgütü olarak ilan etmiş ve 2014'ten itibaren örgüte karşı hava saldırıları ve askeri operasyonlarla mücadele etti. Ancak, ABD'nin Suriye ve Irak’taki askeri varlığı, bazı bölgesel müttefiklerle oluşturduğu ittifaklar ve yerel güçlerle olan stratejik ilişkileri, zaman zaman DAİŞ’in hareketlerini ve finansmanını dolaylı olarak etkileyebilecek koşullar yarattı. Bazı Körfez ülkeleri ve Türkiye, başlangıçta DAİŞ’e karşı daha yumuşak bir yaklaşım benimsemiş veya dolaylı destek sağlamış olabilir. Ayrıca, ABD'nin petrol kaynakları ve bölgedeki stratejik hedefleri doğrultusunda, DAİŞ’in kontrol ettiği petrol sahalarına karşı operasyonlar yaparken, bölgedeki karmaşık güç dengeleri ABD'nin DAİŞ’e karşı mücadeledeki tutumunu etkiledi. ABD'nin İŞİD ile ilişkisi, askeri müdahale, yerel ittifaklar ve stratejik çıkarlar arasında dengelenmeye çalışan çok katmanlı bir yapıdır.
Rusya- DAİŞ ilişkisi
Rusya, özellikle Suriye'deki iç savaşın başlangıcından itibaren, Esad rejimini destekleyerek, DAİŞ ve diğer radikal gruplara karşı savaşan bir güç olarak sahneye çıktı. Rusya, DAİŞ’i bir tehdit olarak tanımlamış ve 2015'te Suriye'ye müdahale ederek, DAİŞ'e karşı hava saldırıları düzenledi. Ancak, Rusya'nın bölgedeki hedefleri daha geniştir ve DAİŞ’e karşı mücadele, Esad Rejiminin ayakta kalmasını sağlamak, batılı müdahalelere karşı bölgedeki nüfuzunu pekiştirmek ve enerji kaynakları üzerinde etkili olmak gibi stratejik hedeflerle paralel ilerledi. Rusya'nın bölgedeki varlığı, Suriye'deki karmaşık ittifaklar ve güç mücadeleleri içinde şekillenirken, DAİŞ’e karşı uyguladığı strateji, aslında Batı'nın çıkarlarıyla doğrudan çatışan bir konumda oldu. Bu bağlamda, Rusya'nın DAİŞ ile doğrudan bağlantısı olmasa da, bölgedeki askeri ve diplomatik adımları, Batılı güçlerle dolaylı rekabete ve Suriye'nin geleceğiyle ilgili çıkar çatışmalarına yol açtı.
Avrupa Birliği ülkeleri-DAİŞ ilişkisi
Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin DAİŞ ile ilişkisi, genellikle güvenlik tehdidi ve “terörle” mücadele çerçevesinde şekillendiği öne sürülür. AB, DAİŞ’i terör örgütü olarak kabul etmiş ve örgüte karşı geniş bir askeri, istihbarat ve diplomatik işbirliği yaptığını iddia etti. AB ülkeleri, DAİŞ’in yükselmesiyle birlikte, özellikle Fransa, İngiltere, Belçika gibi ülkelerde, örgütün Avrupa'ya yönelik terör saldırıları düzenlemesi sonucu iç güvenlik önlemlerini güçlendirdi. DAİŞ'in Avrupa'daki hücrelerine ve yabancı savaşçılara karşı mücadele, AB ülkelerinin ortak terörle mücadele stratejilerinin bir parçası haline geldiği iddia edildi. Ancak, bazı AB ülkelerinin DAİŞ’e dolaylı olarak katkıda bulunduğu yönünde birçok kanıt ortaya çıktı. Bazı bölgesel müttefiklerin (özellikle Suudi Arabistan ve Katar) başlangıçta Suriye'deki muhalif gruplara verdiği destek, DAİŞ’in güçlenmesine zemin hazırladı. Bununla birlikte, AB'nin daha geniş bir perspektiften bakıldığında, DAİŞ’in yükselişi, Avrupa'daki güvenlik politikalarını ve iç siyasi dinamikleri etkileyerek, aşırı sağcı grupların güç kazanmasına da yol açtı. AB ülkelerinin DAİŞ ile ilişkisi, doğrudan askeri müdahaleler ve güvenlik tehditlerine karşı işbirliği içinde şekillenmiş olsa da, bölgedeki karmaşık ittifaklar ve dış politika hedefleri doğrultusunda çelişkili ve bazen etkileşimler oluyor.
100’den fazla soru önergesi yanıtsız bırakıldı
DAİŞ’e karşı Halkların Demokratik Partisi (HDP) 100’e yakın soru önergesi verirken bu soruların tamamı yanıtsız bırakıldı. HDP’li vekiller, meclis kürsülerinde Dîlok’ta uyuyan DAİŞ’in hücre evlerine dönük müdahalenin yetersiz olduğunu belirtmesine rağmen iktidardan tek bir adım atılmadı. Dönemin milletvekillerinin meclis kürsüsünde yaptığı konuşmalarda, Türkiye'nin IŞİD militanlarına yol açan bir geçiş yolu sağladığını ve bu tutumun Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit ettiğini vurgulandı.
ÖSO kimdir?
Türkiye’nin himayesinde bir çete yapılanmasına dönüşen Özgür Suriye Ordusu-ÖSO,Suriye’de protesto gösterilerinin silahlı çatışmalara dönmeye başladığı 2011 yılının yaz aylarında kuruldu. ÖSO, Suriye ordusunda görevli yedi subay tarafından kuruldu. Albay Riyad el Esad liderliğinde kurulan ÖSO, Suriye bayrağına bir yıldız daha ekleyerek, üç yıldızlı bayrağı kullanmaya başladı. El Esad, iç savaşın başlamasından bir süre sonra Türkiye’ye kaçtı. ÖSO’yu da Türkiye’den yönetmeye başladı. ÖSO’yu kurulduğundan bu yana destekleyen ülkelerin başında Türkiye geliyor. Türkiye’de ÖSO üyelerinin kaldığı bazı kampların bulunduğu yönündeki söylemler farklı zamanlarda ortaya atılmıştı.
2012 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) bir grup milletvekilinin Hatay’da Apaydın Kampı’na girmesine izin verilmedi. CHP milletvekilleri, buranın bir mülteci değil, askeri kamp olduğunu iddia etti. Ancak AKP, MHP’yi de yanına alarak, bu iddiaların üstünü kapatmaya çalıştı. Şubat 2013’te de bu kez Dîlok’ta bir bağ evinde patlama meydana geldi. ÖSO üyelerinin bu evde bomba imal ettiği iddiaları ortaya atıldı. Türkiye’nin çete gruplarına desteği ÖSÖ ile sınırlı değildi elbet. Başta DAİŞ ve El Nusra olmak üzere Kürtlere karşı savaşan birçok grup Türkiye tarafından finanse edilmeye başlanmıştı. Türkiye’nin DAİŞ’e desteği Kobanê direnişi döneminde daha net ortaya çıktı.
2024 sonlarına gelirken, Heyet Tahrir El-Şam (HTŞ) kimdir yada kimlerdir?
HTŞ, 2011 yılında El Kaide’ye bağlı El Nusra cephesi adı altında kuruldu. Kurucuları arasında DAİŞ lider Bağdadi de bulunuyor. HTŞ, BM’nin terör listesinde yer alırken, İsrail’in destek verdiği El Nusra’dan oluşan HTŞ, 8 yıllık süreç içinde DAİŞ ve El Kaide ile birlikte oldu. 2011 yılından bu yana kirli bir savaş yürüten mezhepçi çeteler 13 yıl aradan sonra HTŞ adı altında yeni felaketlere Suriye ve Orta Doğu sahasına servis ediliyor. Hatay sınırındaki Bab el Heva Sınır Kapısı yıllardır HTŞ için darphane gibi çalışıyor. Sahada MİT ve TSK onlarla iletişim ve koordinasyon kurarken Türkiye, HTŞ’nin her türlü tedarik kaynağını sağladığı da ortaya çıktı. HTŞ’nin başlattığı saldırıda, Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO) bileşenleri de yer alıyor. HTŞ’nin öncülük ettiği oluşumlar şunlar; Nureddin Zengi Hareketi, -Ulusal Özgürleştirme Cephesi, -Ceyş el İzze, Ensar el İslam, -Ensar el Tevhid, -Ceyş el Nasır, Ceyş el Ahrar, -Feylak el Şam, -Suvvar el Şam, -Sukur el Şam, -Ahrar el Şam -İnşa Hareketi -Türkistan Tugayları (Uygurlar, Özbekler, Tacikler)
Türkiye ve HTŞ bağlantısı
Türkiye’nin HTŞ ile bağlantısına bakıldığında ise, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Astana ortaklığına zarar verecek yeni bir plan içinde yer alırken, Tayyip Erdoğan’ın yıllardır sürekli tehdit ettiği Beşar Esad’a Suriye’de normalleşmeyi kabul ettirmediği de gözler önünü seriliyor. Ancak hala, Beşar Esad’dan “umutluyum” mesajı verirken, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Suriye’de bir çözüm şart” söylemleri de selefi grupları Beşar Esad’la masaya oturmaya yönelik girişimlerin bir parçası. İran ve Suriye’nin Astana’ya uymadığını iddia eden Tayyip Erdoğan, HTŞ’nin önünü açacak her iki tarafı cezalandırmak isterken, 2017’den bu yana devam eden çatışmalar Astana’yı boşa çıkardı. Astana mutabakatlarıyla İdlib çevresine yerleştirilen Türkiye askerinin üslerinin amacı iki ana yolun (M5-M4) açılmasını sağlamaktı. Taahhütler yerine getirilmediği gibi Türk üsleri Suriye ordusuna karşı HTŞ ve müttefiklerine kalkan işlevi gördü. M-5 yolu ise 2020’de Suriye’nin askeri hamlesiyle açılmıştı.
Ankara, HTŞ için “Halep’in öz evlatları” söylemini kullanarak, Halep’in HTŞ’ye geçmesi gerektiğini söylüyor. Tüm bu girişimlerle başlıca şunlar hedefleniyor;
"*Ankara, Türk askerini çekmeden milisleri Şam’da iktidara ortak edecek planı kabul ettirmeyi amaçlamak.
*Temel amaçlarından biri de; Kürtlerin liderliğindeki özerk yönetimi dağıtmak.
*Suriye’de normalleşme olmazsa bile sığınmacıları döndürme hesabıyla Haleb ve İdlib’deki yeni statükoyu korumayı planlamak.
*Yeni saldırılarla Fırat’ın batısında Kürt güçlerin elindeki yerleri daha rahat ele geçirebilmek. Böylelikle ilk etapta Kürtleri sadece Fırat’ın Doğusuna sıkıştırma hesapları.
*Donald Trump koltuğa oturuncaya dek Fırat’ın doğusunda yeni bir ortaklık modeli için uygun şartlar oluşturmak.”