8 yıldır olmayan veriler, artan çocuk tecavüzleri

  • 09:04 19 Eylül 2024
  • Güncel
 
İSTANBUL - Çocuk hakları aktivisti Hatice Kapusuz, TÜİK’in kayıp çocuklara dair veri tutmamasına ve tecavüze maruz kalan çocuk sayısında artış yaşanmasına dair, “Sorunu görünmez kılan ve bunun üzerinden itibarını korumaya çalışan kamu idaresi yaklaşımı var. Verisini tutmayan ve politika gütmekten vazgeçmiş devletten bahsediyoruz” sözlerini kullandı.
 
Amed’in Rezan (Bağlar) ilçesine bağlı kırsal Çulî Mahallesi'nde 21 Ağustos’ta kaybolan 8 yaşındaki Narin Güran’ın cenazesinin bulunmasının ardından çocukların ülkede neler yaşadığına sorular Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından cevapsız bırakıldı. 2008-2016 arasında Türkiye'de toplamda 104 bin 531 çocuğun kaybolduğunu açıklayan TÜİK’in, 8 yıldır kaybolan çocuklarla ilgili veri paylaşmaması dikkat çekti. Diğer yandan TÜİK verilerine göre, 2023 yılında tecavüze maruz kalan çocuk sayısı 259 bin 106 iken, çocuk hakları aktivisti Hatice Kapusuz, çocukların neler yaşadığına dair değerlendirmelerde bulundu.
 
Çocuklar ne yaşıyor?
 
En korunması ve hakları desteklenmesi gereken çocukların ülkedeki sorunlardan doğrudan etkilendiğini belirten Hatice, “Ekonomik krizin yarattığı yoksulluk, açlık çocukları doğrudan etkiliyor. Yemeği olmadığı için okula gitmek istemeyen ve okulda açlıktan bayılan çocukların haberlerini alıyoruz. Türkiye 4+4+4 sistemine geçtiğinden beri ilk 4’ten sonra çocukların eğitim sisteminin dışına çıktığını biliyoruz. Kız çocukları erkek çocuklara oranla daha fazla bu sistemin dışına çıkıyor. Eğitim sisteminin çocuğu koruyucu kalkanı kalktığında çocuklar pek çok riske daha açık hale geliyorlar. Oğlan çocukların çocuk işçiliğine zorlandığı, kız çocukların da evlilik adı altında cinsel istismarını kolaylaştıran bir tablo ile karşılaşıyoruz. Çocuklar yoksulluk, eğitim sisteminin bozulması, savaş politikaları, mülteci düşmanlığı ve tüm ayrımcılık biçimlerinden doğrudan etkilenen grup. Savaş dönemleri ayrımcılığın, şiddet söylemlerinin, nefret söylemlerinin yükseldiği ve şiddetin meşrulaştığı dönemler ve bu dönemler çocuklar açısından daha fazla ihlale sebep oluyor” dedi.
 
‘TÜİK verilerinde bile artış görünüyorsa gerçeklik daha vahim’
 
TÜİK’in verilerine göre çocuğa yönelik cinsel istismar ve tecavüz olaylarının her yıl artmasını değerlendiren Hatice, “TÜİK verilerinde bile artış görünüyorsa gerçeklik daha vahimdir. Bildirilmeyen, saklanan çok fazla vaka var. Cinsel istismar, beden söz hakkı ihlal biçimidir. Çocuğun bedeninin ihlal edilmesine, sınırlarının aşılmasına mümkün her tür yaklaşımın bu olayları arttırdığını kabul etmek gerekiyor. Çocuklar her zaman bedensel sınırlarını kolaylıkla ihlal ettiğimiz bir grup. Dolayısıyla politik çerçeve kadar toplumsal olarak bizim çocukların bedeni ile nasıl ilişki kurduğumuz meselesi bu olayların yaşanmasındaki sebeplerden bir tanesi. Politik düzeyde cinsel istismarı ne arttırıyor diye baktığımızda çok uzun süredir İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmış olması, koruyucu olan mekanizmaların sürekli aileyi bozuyor diye hedefe konması, koruyucu alanın daha kolay aşınmasını sağlıyor. Koruyucu mekanizmayı işletme niyetinde olmayan bir politik sistemin içerisinde yaşıyoruz. Türkiye uzun süredir aile içi şiddet araştırması da yapmıyor. Dolayısıyla bu niyet beyanıdır. Bir şeyin politikasını yapmak için onun verisine ihtiyaç duyarız. Verisini tutmayan ve politika gütmekten vazgeçmiş devletten bahsediyoruz” şeklinde konuştu.
 
‘TÜİK’in veri paylaşmamasını bir irade beyanı olarak algılayabiliriz’
 
Narin'in kaybolması ve katledilmesinin ardından kayıp çocukların yeniden ülke gündemine girdiğine değinen Hatice, ancak TÜİK’in 2016 yılından bu yana kayıp çocuklara dair verileri paylaşamadığını ekledi. Hatice, “Cezasızlık politikası, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın gerçekleştirdiği açıklamalar başta kız çocukları olmak üzere tüm çocukların güvenli ortamda olmasından ziyade evlenebilir, çalışabilir grup haline getirildi. Bu durum suça teşvike neden oluyor. TÜİK’in veri paylaşmamasını bir irade beyanı olarak algılayabiliriz. ‘Bir çocuk kaybolduğunda bildirim yapıldı mı, emniyete gidildiğinde doğru soruşturuldu mu, fail tutuklandı mı’ gibi kocaman bir sistem var. Verinin kendisi sadece çocukların kaybolmasıyla ilgili değil, devletin yükümlülüklerini ne oranda gerçekleştirdiğini ne oranda gerçekleştirmediğini söylüyor. Deprem sonrasında kayıp olabileceği nedeniyle çocukları izlemeye başladığımızda 2 gün sonra elimizde 200 çocuğun kayıp bildirimi varken resmi kurumlar hiçbir çocuğun kayıp olmadığı açıklamasını yaptılar. Sorunu görünmez kılan ve bunun üzerinden itibarını korumaya çalışan kamu idaresi yaklaşımı var” değerlendirmesinde bulundu.
 
‘Sistem çocukları işlevsiz grup olarak görüyor’
 
Hatice, son olarak şu ifadeleri dile getirdi: “Çocuklar ailenin uzantısı mülkiyeti olarak görüldüğü gibi oyda kullanamıyor dolayısıyla sistem açısından işlevsiz grup olarak görülüyor bundan dolayı da bütçede ayrılmıyor. Çocuklar devletin 20 yıl eğitimine yatırım yapması destek vermesi gereken bir grup iken oğlan çocukları ucuz işgücü, kız çocukları da erken yaşta zorla evlendirilerek evdeki üretim sisteminin bir parçası haline getirilmeye çalışılıyor. Çocuk hakları alanında çalışanlar olarak izleme yapıyoruz. Çocukların maruz kaldığı ihlalleri görünür kılmayı ve kamu görevlilerinin sorumluluklarının altını çizmeye çalışıyoruz. Devlet ve toplum çocuklara karşı yükümlülüğünü o kadar yerine getirmiyor ki bizimde çalışma alanımız çok fazla bir köşesinden tutmaya çalışıyoruz.”