Sınırları aşan serhildan (5)

  • 09:01 16 Eylül 2024
  • Dosya
‘Jin jiyan azadî’ ile kadınlar kendi özünü buldu!
 
Gülistan Gülmüş
 
AMED – Dünyanın birçok yerinde kadınların “Jin jiyan azadî” felsefesi ekseninde buluştuğuna ve bu yönde örgütlendiklerine vurgu yapan TJA aktivisti Mekiye Ormancı, “Bu slogan yeniden kadın bilincinin kendisi olmayı, kendi özünü bulmayı ve bu özle beraber kendisine yeniden bir yaşam oluşturmayı vadetti” dedi.
 
İran’ın başkenti Tahran’da Kürt kadın Jîna Emînî’nin “ahlak polisleri” tarafından katledilişinin üzerinden 2 yıl geçti. Jîna’nın katledilmesiyle başta Rojhilat’ta sonra Kurdistan ve dünyanın birçok yerinde kadınlar bir araya gelerek erkek egemen sisteme karşı “Jin jiyan azadî” sloganını haykırdığı bir süreci karşıladı. Jîna, “Jin jiyan azadî” sloganı ile katledilen kadınlar şahsında bu felsefe ile bütünleşti ve bugün birçok yerde kadınlar kendilerini bu felsefe ekseninde örgütleyerek yaşamlarını şekillendiriyor.
 
Jîna’nın katledilmesi süreci ve bu süreçten sonra gelişen olaylara ilişkin Tevgera Jinên Azad (TJA) aktivisti Mekiye Ormancı sorularımızı yanıtladı.
 
 
“O coğrafya ilklerin direnişidir, kendi tarihi kodlarından bağımsız yapmadı bu direnişi. Abbasi hanedanlığının bugünkünü aratmayan noktadaki saldırılarına karşı Hürremi başkaldırı ya da Hürremiler dediğimiz kadınların öncülük ettiği güçlü direnişlerle, halk hareketleriyle karşı karşıyayız. Bu kodlar tarihten hiç silinmedi.”
 
 
* Genel olarak Orta Doğu kadın gündemiyle çokça anılan bir coğrafya. Ancak özelde Rojhilat ve İran’da kadınların durumu ve verdikleri mücadele, oradaki tarihsel süreç itibariyle de dikkat çekiyor. Rojhilatlı ve İranlı kadınları, mücadelelerini anlatır mısınız?
 
Mezopotamya bölgesi kadının ilk toplumsallığı etrafında oluşan bir coğrafya. Hem tarihsel kodları hem de güncel kodlarının iç içe kendisini oluşturduğu bir alan olarak belirtebiliriz. Kadının ilkleri yaşadığı, hem erkek aklının saldırılarıyla hem de kendisinin mücadelesiyle oluşturduğu noktada. Bu mücadele tabi ki tarihten günümüze kadar süregeldi bu coğrafyada. Son zamanlarda özellikle tek tanrılı dinlerin gittikçe dogmalaşan siyasi kodları ve kadınların buna karşı verdiği mücadele İran ve Rojhilat bölgesinde ciddi boyutlara ulaştı. Dediğimiz gibi çok nadiren yaptırım güçleri olan yerler de var. Bu yaptırım güçlerinin en bariz olduğu düşünün ki ahlak bekçileri adı altında sabahtan akşama kadar dolaşan ve kadınları diyelim ki başörtüleri düştüğünde ya da bir yerleri göründüğünde şiddete maruz bırakan boyutlara varan noktalar yaşanıyor o coğrafyada. Aynı zamanda o coğrafya gerçekten ilklerin direnişidir, kendi tarihi kodlarından bağımsız yapmadı bu direnişi. Abbasi dönemlerine kadar gitsek yine o dönemlerde Abbasi hanedanlığının bugünkünü aratmayan noktadaki saldırılarına karşı Hürremi başkaldırı ya da Hürremiler dediğimiz kadınların öncülük ettiği güçlü direnişlerle, halk hareketleriyle karşı karşıyayız. Bu kodlar tarihten hiç silinmedi.
 
 
“İran’da 70’lerde kadınların öncülük ettiği ve devrim niteliğinde direnişler de vardı. Bu bir fırtınaya dönüştü ve şu an Rojhilat’da da İran’da da gelişen saldırılar karşısında toplum bir bütünen şiddetle karşı karşıya kaldı. Bu noktada belki şu an çok güçlü bir konumda değil ama yeniden bu fırtınanın eseceği bir yerde de duruyor.”
 
 
Erkek aklı kendini kurumlaştırdıkça, saldırılarını dogmalaştırdıkça kadın direnişi de kendini buna göre örgütledi ve cevap verdi. Son zamanlarda özellikle kadın siyasi tutsakların idamla yüz yüze kalmaları toplumun zapt altına alınması, en son Jîna Emînî’nin şahsında son damla olarak belirleyebiliriz ama bu son damlalar bazen fırtınalara neden olabiliyor. Güncel boyutuyla bunu hepimiz görüyorduk. İran’da 70’lerde kadınların öncülük ettiği ve devrim niteliğinde direnişler de vardı. Bu bir fırtınaya dönüştü ve şu an Rojhilat’da da İran’da da gelişen saldırılar karşısında toplum bir bütünen şiddetle karşı karşıya kaldı. Yüzlerce insan tutuklandı, bazıları kaybedildi, bazıları zindana atıldı, bazıları idam edildi, bazıları işkenceyle inanılmaz yaralar aldı. Bu noktada belki şu an çok güçlü bir konumda değil ama yeniden bu fırtınanın eseceği bir yerde de duruyor. Çünkü her gün baktığımızda 2022’de siyasi tutsak olarak tutuklanan bütün kadınların tedavi edilmediği, tedavi edilmesi için hastanelere götürülmediğini görüyoruz. En son siyasi tutsak olan Sara Dildar’ın yaşamını yitirdiğini öğrendik. Bu işkence boyutu sokakla beraber bu sefer zindanlara başka bir boyut olarak taşındı. Saldırılar karşısında gelişen bu direnişin bir bütünen hem Orta Doğu coğrafyasında hem de Amerika’dan tutalım Afrika’ya, Asya’ya, Hindistan’a kadar örneğiyle karşı karşıya kaldık. “Jin jiyan azadî” felsefesiyle kadınlar yeni bir direnişe geçtiler. Çünkü hemen hemen bütün coğrafyalarda hegemonik erkek aklı zayıfladıkça kendisini örgütleyip bu direnişler karışışında saldırılar geliştiriyor. Bu noktada dediğimiz gibi bütün bu saldırılar hem tarihsel hem güncel konularından bağımsız almıyoruz. İran coğrafyası siyasi din dogmalarıyla, topluma nefes aldırtmayan, aynı zamanda topluma nefes aldırtmazken kadınları siyah bir parça ve gölgeden ibaret konumlandıran anlayışa  karşı tabi ki kadının bunu reddedip kabul etmediğini ve bunun mücadelesini devam ettireceğini her gün farklı noktalardaki direnişleriyle sürdürdüklerini görebiliyoruz.
 
 
“Kadın direnişe geçmişti ve erkek aklının, kadın aklını karanlıkta tarihsiz bıraktığı noktada erkek, kadının yeniden o bilince ulaşıp yeniden aklıyla kendi toplumsallığını örüp bu toplumsallık etrafında toplumu da özgürleştireceği bilinciyle saldırdı kadına.”
 
 
* 2 yıl önce Jîna Emînî ahlak polisi tarafından katledilmişti. Ve büyük bir isyan başladı. Ancak belki de mesele Jîna’nın görünen saçı değildi sadece. Katılır mısınız buna ve görüşünüz nedir? O isyanı büyüten nedenler nelerdi?
 
Erkek aklının kodları var, saç deyip geçmemek  gerekiyor. Mitlere vurduğumuzda kadın aklını temsil ettiğini ve bu aklın saçla özdeşleştirildiğini mitolojilerden okuyabiliyoruz. Dönüp baktığımızda tek tanrılı dinlerin ilk önerdiği fiziki olarak kadının saçından başlamış. Demek ki bir akla neden olmuş ki bugün bu kadar güçlü saldırılar altındadır. Saldırılan her simgenin tarihsel bir hafızayı da kendi içinde barındırdığını görüyoruz. Tabi ki ahlak polislerini Jîna Emînî şahsında bir bütünen kadının gelişen iradesine ya da gelişebilecek iradesine bir saldırı olarak ele alıyoruz. O dönemde hızla eylemlere başlamışlardı. Kadınlar başörtülerini kabul etmiyorlardı, sosyal medyada retlere başlamışlardı, bunu yavaş yavaş sokağa taşırmaya da başlamışlardı. Kadın direnişe geçmişti ve erkek aklının, kadın aklını karanlıkta tarihsiz bıraktığı noktada kadının yeniden o bilince ulaşıp yeniden aklıyla kendi toplumsallığını örüp bu toplumsallık etrafında toplumu da özgürleştireceği bilinciyle saldırdı kadına. Saç orada yalnızca normal, sıradan ele alabileceğimiz bir imge ya da simge değil.
 
 
“Kadın direnişi geliştikçe devlet bu direnci, iradeyi kırmaya dönük yeniden kendi tarihsel kodlarına dönerek  baskı ve ölüm yöntemini ayyuka çıkardı.”
 
 
* Direnişin başlangıcı sonrası saldırılar da aslında arttı ve rejim öfkesini işkenceyle, idamlarla gösterdi, hala da buna devam ediyor. İran rejiminin bu baskılarına karşı halkın geri adım atmamasındaki etkenler neler?
 
Erkek aklının ve hegemonik güçlerin kendini kadın toplumsallığı üzerinden var ettiğini tarihi olarak hep dillendiriyoruz ve dillendirmeye de devam edeceğiz. 50 yıldır bu coğrafyada Kurdistan’da, Mezopotamya bölgesinde Kürt kadın hareketinin öncülüğünde yeniden kendi tarihiyle, zihniyle, aklıyla buluştuğu bir kadından bahsediyoruz. Bu akıl başta ona gelişen sistemi bertaraf etmek açısından kendisini ne ile örgütleyecek, bilinciyle örgütleyecek daha sonra da kendi örgütlülüğüyle bilinçlendirecek. İran saldırıları  bugün başlayan bir noktada değildi. Dediğimiz gibi kendi deyimleriyle 1970’lerde başlayan devrim ve bu devrimin geldiği dogma ceberut bir sistemden bahsediyoruz. Bu sistem kadının bilincini ve örgütlülüğünü kendi özsavunmasını, bu noktada çabasını gördükçe saldırılarını buna göre hızlandırmıştı. En ufak bir eyleme, sese idamla karşılık vermek onun tarihi koduydu ama bu idama rağmen kadınlar durmadı. Bir sistemdesiniz, tutuklanacaksınız ve eğer tutuklanırsanız idamla yargılanacağınızı bilmenize rağmen  bu irade kırılmadı. Kadının iradesi karşısında sistem korktu. Bu korkudan kaynaklı gittikçe saldırılarını arttırdı. 2022’de başlayan o direnişlerde yüzlerce kadın aktivist tutuklandı, yargılandı ve onlarca kadın idamla yüz yüze kaldı. Hala idamlar devam ediyor, aynı zamanda o dönemde yaralanan hem devletin kurşunuyla hem de saldırılarda yaralanan kadınlar cezaevlerinde bilinçli olarak tedavi edilmedi. Kadın direnişi geliştikçe devlet bu direnci, iradeyi kırmaya dönük yeniden kendi tarihsel kodlarına döndü ve baskı ve ölüm yöntemini ayyuka çıkardı.
 
 
“Jin jiyan azadî yeniden kadın bilincinin kendisi olmayı, kendi özünü bulmayı ve bu özle beraber kendisine yeniden bir yaşam oluşturmayı vadetti. Onun için bu kadar heyecan yarattı ve bu felsefenin etrafında bu kadar kadın kenetlendi.”
 
 
* İsyanın sembolü “Jin jiyan azadî” oldu. Belki bunu çok konuştuk ama kadın öncülüğünde gelişen bir isyanda bir sloganın yükselmesi, bir talebe, amaca da işaret ediyor. “Jin jiyan azadî” kadınlara ne vadediyor özünde?
 
“Jin jiyan azadî” kadına özgürlük vadediyor, kadının yaşam olduğunu hem yaşamı oluşturan, yaşamı oluştururken de ölçülerini oluşturan, ölçülerini oluştururken bunu sisteme dönüştüren ve nasıl yaşanacağının öncülüğünü yapan kadındır. Kadının bu bilinci karanlıkta, tarihsiz kaldı. Tarihsiz bırakılan kadın kendi tarihiyle yeniden buluştu. Bu buluşmayla beraber kendi tarihsel kodlarıyla buluşmasıyla beraber kendi felsefesini de oluşturdu. Kendi mücadele alanlarını da oluşturdu. “Jin jiyan azadî” kadın özgürlükçü demokratik, ekolojik paradigmanın felsefesidir. Bu yeniden kadın bilincinin kendisi olmayı, kendi özünü bulmayı ve bu özle beraber kendisine yeniden bir yaşam oluşturmayı vadetti. Onun için bu kadar heyecan yarattı ve bu felsefenin etrafında bu kadar kadın kenetlendi. Sıradan, klasik kapitalist sistemin bahşettiği bir özgürlükten bahsetmiyoruz. Tepeden tırnağa kendisini yeniden bu sistem karşısında bilinciyle, zihniyle, aklıyla ve toplumsallığıyla yeniden ören bir paradigmadan bahsediyoruz. Bu sloganın tarihine baktığımızda 2020’lerde Türkiye’nin Kurdistan’ında kadın özgürlük hareketi bu sloganı sıkça kullanıyordu. Bütün yürüyüşlerinde, mitinglerinde kendisini bu sloganla ifade ediyordu. Daha sonra bu slogan Rojava’da gelişen kadın devrimiyle hayat buldu. Daha sonra domino taşı gibi yanı başındaki Rojhilat’a yansıdı. Bu felsefeyi üç tane koduyla kendisini var eden yeni bir yaşamı oluşturmanın kodları olarak ele alıyoruz. Özgürlüğü değerlere bağlı kadın, ahlakı ve toplumsallığı etrafında yeni bir yaşamı vadettiğini söyleyebilirim.
 
 
“Afganistan’daki kadınların Kürt kadınlardan çok etkilendiklerini, onların felsefelerine büyük anlam biçtiklerini kendileri de bundan sonra kadın özgürlükçü paradigma ekseninde yoğunlaşacaklarını ve kendilerini örgütleyeceklerini, kendi özsavunmalarını oluşturacaklarını söylediler.”
 
 
* Jîna’nın katledilişinin ardından bütün dünyada yankılanan “Jin jiyan azadî” direnişinin etkisini bugün de görebiliyoruz. Bütün kadınların sahiplendiği bu slogan ve İran’daki direniş, tüm dünyada kadınlara ilham verdi. Bu direnişin bu kadar sahiplenilmesinin nedeni sizce nedir?
 
Bu sloganın bir felsefesi, kuramı var. Bu felsefe ve kuramın  sahibi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dır. Bu felsefesinin etrafında ilk önce Kürt kadını kendini güçlü bir şekilde örgütleyerek kendisini oluşturdu. Daha sonra bu felsefe yayıldı. Kadınlar okudukça özleriyle buluştular. Bu öz bir örgütlülüğe ve aynı zamanda bir direnmeye de vesile oldu. Bu yalnızca Kurdistan’da etkili olan bir slogan değil. En son bir röportaj okudum ve çok etkilenmiştim. Afganistan’daki kadınların Kürt kadınlardan çok etkilendiklerini, onların felsefelerine, bu slogana büyük anlam biçtiklerini kendileri de bundan sonra kadın özgürlükçü paradigma ekseninde yoğunlaşacaklarını ve kendilerini örgütleyeceklerini, kendi özsavunmalarını oluşturacaklarını söylediler. Bu artık bir bölgeyle sınırlı değil. En son Hindistan’da bir doktor kadın tecavüze uğradı ve daha sonra katledildi -Günlük olarak Hindistan’da, dünyanın her yerinde kadına yönelik bir kırım var. En çok yaşanan yerlerden biri de Hindistan’dır. Kast sisteminden kaynaklı ataerkilliğin kendisini katman katman oluşturduğu bir alan.- Doktorun ölümünden sonra milyonlar bu felsefe etrafında sokağa döküldü. Büyük bir heyecan duyduk. Milyonların sokağa dökülmesiyle beraber –geçen gün yine haberlerde okudum, hem duygulandım hem de bu direnişin sonuç verdiğini gördük- Hindistan, anayasasının yeni bir maddesine kadına yönelik saldırılar karşısında idam cezasına kadar gidecek bir yaptırım gücünü devreye koyduğunu söyledi. Bu sorun idam etme sorunu değil, mesele orada bitmiyor. Erkek aklının değişip-dönüşüp kadın aklıyla buluştuğu noktada yeni bir yaşamın olabileceğini söylemek gerekiyor. Kadınların günlük yaşamlarından tutalım, kamusal alandaki güvenliklerine kadar bu sorunun yaptırımlarla hallolabileceği  bir noktada değil. İran yanı başımızda en ufak bir suçta idama gidiyor ama  bu bir çözüm gücü değil. Bu zihniyetin değişip dönüşmesi gerekiyor. Özellikle erkek aklının değişip dönüşmesinin sağlanması gerekiyor ki kendisini yeniden oluşturabilsin. Yaptırım önemlidir, caydırıcı yanı olmakla beraber ama tümden dediğimiz gibi kadının özgürleşmesini, kendi toplumsallığını  oluşturması açısından tek güç olarak değerlendirmiyorum.
 
 
“Heyecan verici bir zamandan geçiyoruz. 21’inci yüzyıl kadın yüzyılı. Çünkü bütün sokaklarda, bütün direnişlere baktığımızda var gücüyle buna öncülük eden kadınlardır.”
 
 
* Sadece İran’da değil dört parça Kurdistan’ın olduğu diğer 4 ulus devlette de kadınlara karşı hem devletler tarafından hem de erkekler tarafından şiddet bütün biçimleriyle artmaya devam ediyor. Ancak artan bu şiddete karşı yükselen bir kadın direnişi de var. Siz bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
 
Hegemonik erkek aklı 21’inci yüzyılda dijital ve kapitalist çağda bütün değerleri yerle yeksan eden bir noktada kendisini yeniden oluşturuyor. Kapitalizmin araçlarıyla kadının bedenini metalaştırıyor. Bir yanda kadına böyle saldırırken, kadını kendi bilinci ve tarihinden uzaklaştırırken bir yandan da kendi bilinci ve tarihiyle mücadele eden, direnen bir kadın boyutu da var. Direnen boyut bir bütün toplumu etkilediği yerde kendisi de bunu farkında ve toplumun etkilenmesinin önüne geçebilmek için de inanılmaz şiddet araç gereçlerini kullanıyor. Kendi yasalarını, hukukunu askıya alan, artık yaptırım gücünü ortadan kaldıran bir noktayla karşı karşıyayız. Her gün Türkiye’ye baktığımızda günlük şiddette günde ortalama 5-10, bazen 10’u da aşan kadın cinayetleri ile karşı karşıyayız. Bunu normal, sıradan bir şey olarak ele alamayız. Artık kadın bu erkekle yaşayamayacağını, yaşamak istemediğini söylediği için bu kırımla, cinayetlerle karşı karşıya kalıyor. Bir ret var, kadının oluşturduğu mücadelenin etkisiyle toplumdaki bütün kadınlarda bir bilinç oluşmuş ve diyor ki, ‘Ben artık seni bu halinle kabul etmiyorum. Çünkü senin oluşturduğun sistemde ben nefes alamıyorum.’ Bunu reddetmesinden kaynaklı şiddet dozu artıyor. Her coğrafyada bir kadın kırımıyla da yüz yüzeyiz. Kadınların hızla bu bilince ulaşmasıyla kabul retleri oluşuyor. Devlet  aklı ve onun sistemi olan aygıtlar devreye girerek bunu sistemleştirerek her güne dönüştürerek korkutma pozisyonu oluşturuyor. Bu süreçlerden geçtiğimiz için kadınlar artık okuyor ve birbirlerini bilinçlendiriyorlar. Bilinçlendikçe de saldırılar artıyor. Kadınlar birbirlerini örgütleyerek bu saldırılara cevap olmaya çalışıyorlar. Heyecan verici bir zamandan geçiyoruz. Bu yüzyıl, 21’inci yüzyıl kadın yüzyılı. Çünkü bütün sokaklarda, bütün direnişlere baktığımızda var gücüyle buna öncülük eden kadınlardır.”
 
 
“Kadınlar örgütlendikçe ve sokağa döküldükçe kendi savunmasını oluşturuyor. Bütün oluşumların yeri sokaktır, sokak siyasetidir. Erkek aklı da kendini sokakta oluşturuyor. Tekrar onu korkutarak, sindirerek onu 5 bin yıllık yarattığı ev-aile sistemine hapsetmek için yapıyorsa tabi ki aynı zamanda o bilinçle bunun cevabı sokakta verilmeli.”
 
 
* Bütün bu direnişlere karşı erkek-devlet anlayışı da kendisine çıkış yolu arıyor. Kadın müdelesi, erkek-devlet sistemi karşısında kendisini nasıl örgütleyecek, büyütecek?
 
Saldırılar varsa bir savunmanın da olması gerekiyor. Eski dönemleri, tarihi, günümüzü artık kadınlar inceliyor. Erkek aklının yarattığı felsefeden tutalım mitolojiye, teolojiye, bilime kadar bir inceleme ve araştırma halinde. Aynı zamanda Kürt kadın hareketinin öncülüğünde jineoloji  bilim alanı açıldı. Jineoloji etrafında sistem kendisini örgütledikçe, biz de araştırmalarımızı yaparak alternatif olarak biz nasıl örgütleniriz, nasıl bir araya gelebiliriz? Bu özgürlüğü yalnızca dar bir coğrafyada bırakmayıp bütün coğrafyalarda kadının şiddete maruz kaldığı öldürüldüğü her yerde birleşik bir cepheye dönüştürerek bu mücadeleyi nasıl gerileteceğinin arayışı içerisindeler. Bütün bunlar olurken kadının kendi öz bilincini oluşturması gerekiyor. Öz bilincini oluştururken aslında kendi öz savunmasını da oluşturuyor. Bu bilinçle beraber kadınlar örgütlendikçe ve sokağa döküldükçe kendi savunmasını oluşturuyor. Bütün oluşumların yeri sokaktır, sokak siyasetidir. Erkek aklı da kendini sokakta oluşturuyor. Bütün bunları topluma örnek olsun diye yapıyor. Tekrar onu korkutarak, sindirerek onu 5 bin yıllık yarattığı ev aile sistemine hapsetmek için yapıyorsa tabi ki aynı zamanda o bilinçle o örgütlülükle bunun cevabı sokakta verilmeli. Sokakta verildikçe de eminim sistem gerileyecektir. Bunu tarihi kodlarıyla bize gösteriyor. Onun için bütün bunu bertaraf etmek ve geriletmek için özsavunma gerekiyor. Özsavunma da akıl, bilinç ve örgütlülük gerektiriyor. Bütün bunları bir arada oluşturduğumuzda bu sistem ortadan kalkmaya mahkum olacaktır. Yeniden kadın etrafında yeni bir toplum oluşacak ve oluşum da özgürlüğe, eşitliğe, demokrasiye vesile olacaktır. Tarihte de kadın kendi toplumsallığını oluştururken bu kodlarla oluşturdu. Günümüzde de peşine düştüğü özgürlük anlayışı da demokrasiye, ekolojiye, eşitliğe dayalıdır.