Yazar Leyla Saraç: Herkes sesini zindanların sesi ile birleştirmeli

  • 09:02 25 Mayıs 2024
  • Güncel
 
Öznur Değer
 
MÊRDÎN - Şakran Kadın Kapalı Cezaevi’nden tahliye edilen Kürt yazar Leyla Saraç, cezaevi koşullarına işaret ederek, “Cezaevi büyük bir işkence mekânı ama aynı zamanda büyük bir direniş sürüyor. Herkesin onların mücadelesini sahiplenmesi ve seslerine ses olması gerekiyor” çağrısında bulundu.
 
İktidarın cezaevlerine yönelik sürdürdüğü ve yaşamın her alanına yayılan tecrit politikalarının en belirgin uygulamalarını cezaevlerinde tutsaklar yaşıyor. Cezası bitmesine rağmen tahliye edilmeyen tutsakların yanı sıra son süreçte “infaz yakmaları” da birçok cezaevinde sistematikleşti. 2021 yılından bu yana İdare ve Gözlem Kurulları kararları ile fiili infaz yakmaları gerçekleşirken, birçok cezaevinde de çeşitli gerekçelerle siyasi tutsakların infazları yakılıyor. 5 yıl 8 ay cezaevinde kaldıktan sonra verilen hapis cezasının yatarını tamamlayarak 25 Ekim 2021 tarihinde Bayburt M Tipi Kapalı Cezaevi’nden tahliye edilen Kürt şair ve yazar Leyla Saraç, 14 Haziran 2022’de “infazının yakıldığı” gerekçesiyle yeniden tutuklanmış  ve İzmir Şakran Kadın Kapalı Cezaevi’ne götürülmüştü.
 
30 Nisan’da Şakran Kadın Kapalı Cezaevi’nden tahliye edilen Leyla, cezaevlerinde uygulanan politikaları değerlendirdi.
 
‘Basına sesini duyurursan soruşturma açılacak’
 
Her cezaevinin bir sistemle yönetildiğinin altını çizen Leyla, Şakran Kadın Kapalı Cezaevi’nin “pilot” cezaevlerinden biri olduğunu vurguladı. İdarenin, tutsaklara yönelik yaklaşımlarını anlatan Leyla, odalarının iradeleri dışında boşaltılıp değiştirildiğini,  ortak alanların devre dışı bırakıldığını belirterek, “Spora, sohbete çıkarılmıyorduk. Arkadaşlarımızla birbirimizi görebileceğimiz hiçbir alanımız yoktu. Hepsini ortadan kaldırdılar. Bununla bizi adeta tecrit altına aldılar. Son yıllarda ise tüm cezaevlerine yayılan bir hal aldı bu durum. Arkadaşların birbirini görme imkânı yok. Arkadaşlarımıza sesimizi dahi duyuramıyorduk. Buradaki amaç aramızdaki iletişimi koparmaktı. Toplamda üç odamız vardı. İkisi ağırlaştırılmış müebbet hapis alan arkadaşlarımızın kaldığı odalardı. Onları hiçbir şekilde göremiyorduk. Bazen hastaneye giderken birbirimizi tesadüfen görebiliyorduk. Bunlar tecrit politikasının sonuçları. Bunların tamamı masa başında konuşulup birer birer yürürlüğe konulan uygulamalar. Açık görüşlere çıktığımızda arkadaşlarımızın ailesine selam dahi vermemiz yasaklanıyor ve soruşturma konusu olabiliyordu. Akraba olan arkadaşların bile ailelerine selam vermesi engelleniyordu. Telefon görüşüne çıktığımızda ekranda karşımıza ‘Ailen dışında biriyle görüşürsen, basına sesini duyurursan, içeride yaşananları anlatırsan telefon görüşmen kesilecektir’ şeklinde bir yazı çıkıyor. Ve bu durumları anlattığımızda da hakkımızda disiplin soruşturmaları açılıyor” şeklinde konuştu.
 
‘Geçmiş olsun’ demek soruşturma gerekçesi!
 
Telefon görüşmelerinin de tecrit koşullarında gerçekleştiğinin altını çizen Leyla, “Telefon görüşmeleri koğuşun içinde inşa edilen bir kulübede gerçekleşiyor ve arıza durumlarında geriye dönük hak verilmiyor. Yine bir eyleme girdiğimizde veya içeride yaşanan ihlalleri anlattığımızda telefonumuz kesiliyordu ve hakkımızda soruşturma açılıyordu. Bir arkadaşımız telefonda görüşüne gelen kardeşinin eşi ile konuştuğu için telefonu kesildi ve hakkında soruşturma açıldı. Yine bir arkadaşımız koridordaki koku nedeniyle koridor penceresini açtığı için hakkında soruşturma açıldı. Hatice Çalıhan arkadaşımız cezasını bitirdiği halde tahliye edilmemiş ve infazı 6 ay ertelenmişti. Ailesi onu görmeye geldiğinde trafik kazası geçirmişti ve bir arkadaşı telefon görüşüne gelip ‘geçmiş olsun’ dediği için telefonu kesildi ve hakkında soruşturma başlatıldı. Rozerin Kalkan arkadaşımızın tahliyesi 11 ay ertelendi” diye belirtti.
 
‘Tutsaklara yönelik uygulamalar insanlık dışı’
 
Hasta tutsakların durumuna da işaret eden Leyla, kanser hastalığını atlatan Fatma Özbay’ı hatırlatarak sözlerini şöyle sürdürdü: “Fatma arkadaşımızın tedavisi devam ediyor. İlaçlarını almak için günlerce idareye dilekçeler yazıyorduk. Hastaneye gidiş gelişler her zaman sorun oluyordu. Arkadaşlar aylarca hastaneye gitmeyi bekliyordu. Çok hasta arkadaşlarımız için acili çağırdığımızda bize ‘Bir yeri kanamıyorsa, baygın değilse bir şey olmaz’ deyip gidiyorlardı. Eğer bir yerin kanıyorsa, intihar ettiysen acil çağırıyorlardı ama öte yandan kendini iyi hissetmediğinde hastaneye götürülmüyordun. Kalp krizi geçirirsen hastaneye yetişmeden can verirsin. Sadece biz siyasi tutsaklara değil adlilere de aynı muamele yapılıyordu. Tutsaklar üzerinde ciddi psikolojik baskılar, yaklaşımlar sergileniyordu. Ses yükseltmeden mazgal açıp kapamaya kadar psikolojik şiddet uygulanıyordu. Gardiyanlar da bu anlamda eğitiliyorlar. Tek başına bir gardiyan asla koğuşa gelmezdi. 10 kişi birden gelirdi. Bütün aramaları operasyon tarzında oluyordu. Ayda 3-4 defa aramaya gelirlerdi. Her şeyimizi dağıtır, kirletir ve ortalığa atarlardı. Buna sesimizi çıkardığımızda ise ‘Aramaya müdahale ediyorsun’ diyerek bizi oradan uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Her arama bir işkencedir.”
 
‘Görüşlere çıkmama eylemine 11 gün hücre cezası verildi’
 
Her sabah ve akşam “sayım” adı altında arama yapıldığını ifade eden Leyla, gardiyanların kantinden alınan radyoları alıp bozduktan sonra kendilerine getirdiklerini aktardı. Cezaevlerinde sürdürülen eylemlere de değinen Leyla, “27 Kasım’dan bu yana İmralı tecridi başta olmak üzere cezaevlerindeki tecridin kırılması, Sayın Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü ve Kürt sorununun demokratik çözümü için cezaevleri eylemdeler. 4 Nisan’dan sonra eylemde farklı bir aşamaya geçildi ve görüş, telefon ve mahkemelere çıkmama kararı alındı. Cezaevlerinde mutlak bir tecrit sürdürülüyor. Bu tecride dikkat çekmek amacıyla da tüm arkadaşlar eylemdeler. Telefon etsek de tecrit devam ediyor. O nedenle buna dikkat çekilmek istendi. Arkadaşlarımız idareye verdikleri dilekçede, ‘Ben 3 ay boyunca telefona, görüşe ve mahkemeye çıkmayacağım. Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ve tüm cezaevleri üzerindeki tecrit kalkmayana kadar eylemim devam edecek’ ifadelerini kullandılar. Eyleme katılan arkadaşlarımıza 11 günlük hücre cezası verildi” dedi.
 
‘İdare ve Gözlem Kurulları mahkeme işlevi görüyor’
 
İnfaz yakma uygulamaları ve İdare ve Gözlem Kurullar’ının verdiği kararlarla “ fiili infaz yakma”lara değinen Leyla, cezaevinden kimsenin çıkarılmak istenmediğini ve buna dair bir politika izlendiğini kaydetti. İdare ve Gözlem Kurulları’nın mahkeme işlevi gördüğüne dikkat çeken Leyla, “Biz Bayburt’ta askeri nizamda sayım vermeyi kabul etmediğimiz için her gün disiplin cezası veriliyordu. Binlerce disiplin cezası verildi. Ardından bunun için verilen hücre cezaları gerekçe gösterilerek infazlarımız yakıldı. Tahliye edildikten sonra infazı yakılanlardan biriyim. Cezaevlerinde infaz yakma politikası sürdürülüyor. Normalde verilen disiplin cezaları aşama aşama oluyor. Kınama ile başlıyor, etkinliklere çıkmama, telefon, görüş yasağı ve en son hücre cezası veriliyor ama burada infazı yakmak ve tutsakları korkutmak için cezayı en üst raddeden verdiler. Sayısız hücre cezaları verdiler. Bu psikolojik bir baskıdır aynı zamanda.  Baskılarla tutsakları reflekssiz bırakmak istiyorlar” ifadelerini kulandı.
 
‘Ağırlaştırılmış müebbet alan arkadaşlarımız insanlık dışı koşullarda yaşıyor’
 
Ağırlaştırılmış müebbet hapis koşullarına da dikkat çeken Leyla, ağırlaşmış müebbet hapis cezasını yatan tutsakların insanlık dışı koşullarda kaldıklarını vurguladı. Kimsenin böyle bir mekânda yaşamayı hak etmediğini söyleyen Leyla, “Küçücük bir yerde üç adımlık bir odada kalıyorlar. Elini yıkadıkları yerde bulaşıklarını da yıkıyorlar, banyo da yapıyorlar ve tüm kişisel ihtiyaçlarını orada gideriyorlar. Kaldıkları yerler hijyen açısından çok kötü. Bu arkadaşların bir kutu içinde olduklarını düşünün. Bunlar insanlık dışı koşullar. Bu arkadaşlarımız mutlak tecridi yaşıyor. Spora, etkinlik ve aktivitelere çıkamıyorlar. Birbirlerini görmüyorlar. Günde bir saat havalandırmaya çıkıyorlar ama birinin bittikten sonra diğerini çıkarıyorlar. Bu uygulama başka bir yerde yok. Diğer cezaevlerinde birlikte vakit geçirebiliyor, spora gidebiliyorlar ama Şakran’da ağırlaştırılmış müebbet alan iki arkadaşımız insanlık dışı koşullarda yaşıyor” şeklinde konuştu.  
 
‘Herkes sesini zindanların sesi ile birleştirmeli’
 
Cezaevlerinde uygulanan psikolojik baskıları dile getiren Leyla, son olarak şunları söyledi: “Yeni bir uygulama getirmişlerdi. Kapının önünde yangın söndürme tüplerinin önüne sandalye çekip oturuyorlardı. Birkaç dakikada bir mazgallarımızı açarak bizi gözetliyorlardı. Nedenini sorduğumuzda ise ‘görevimizi yapıyoruz’ diyorlardı. Her an bir operasyona geleceklermiş gibi tetikte bekliyorlar kapının önünde. Bu durum bize Hayata Dönüş operasyonlarını hatırlattı. Her hafta Önderimize mektuplar gönderiyorduk ancak hiçbir mektubumuz iletilmiyordu. İnfazları yakmak için adeta arayıştalardı. En son Rozerin Kalkan arkadaşımızın günlüğüne el koyarak duygu ve hayalleri üzerinden soruşturma başlattılar ve tahliyesini 11 ay uzattılar. Cezaevinin kolay bir yer olmadığının bilinmesi gerekiyor. Koşulları çok ağır. Arkadaşlarımız çok zor ve ağır koşullarda yaşıyorlar ama buna rağmen direniyorlar ve her zaman moralliler. Cezaevi büyük bir işkence mekânıdır. Halkımız bilsin ki zindanda büyük bir direniş sürüyor. Herkesin onların bu mücadelesini sahiplenmesi ve seslerine ses olmaları gerekiyor. Herkes sesini zindanların sesi ile birleştirmeli, onları yalnız bırakmamalılar.”