Asrın komplosuna karşı asrın direnişi (4) 2025-02-04 09:01:19      Eren Keskin: Çözüm için Öcalan’ın sesini duyurabilmesi önemli    Elfazi Toral    İSTANBUL – PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın komplo sonucunda Türkiye’ye getirilmesinden sonraki süreci değerlendiren İHD Eş Genel Başkanı Avukat Eren Keskin, “Sayın Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesi aslında Kürt sorununda çözümsüzlük politikalarına hizmet etti. Tüm bu sorunların çözülebilmesi ve onurlu bir barışın sağlanması için önce İmralı’daki tecridin kaldırılması gerekir. Öcalan’ın ‘Ben bu sorunu çözecek güçteyim’ demesi bence önemli. Bunun iyi değerlendirilmesi gerekir” dedi.   PKK Lideri Abdullah Öcalan, 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkmasıyla başlayan ve 15 Şubat 1999’da uluslararası bir komployla Türkiye’ye getirilen süreç sonucunda, 26 yıldır İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde ağır tecrit koşullarında tutuluyor. Abdullah Öcalan, yıllardır demokratik çözüm perspektifini sunuyor. Ancak AKP iktidarı, imha ve inkâr politikalarını sürdürmekte ısrarcı. İktidarın tüm saldırı politikalarına rağmen İmralı Adası’nda ağır koşullarda tutulan Abdullah Öcalan, 26 yıldır barış ve çözüm zemini konusundaki ısrarını ve samimiyetini her mesajında vurguluyor. Giderek derinleşen imha uygulamalarına karşı Abdullah Öcalan, bir muhatap ve çözüm arayışını sürdürdü.    Dosyamızın bu bölümünde İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Avukat Eren Keskin, komploya dair Abdullah Öcalan’ın ilk süreçten bu yana verdiği barış mesajlarına ve çözüm konusundaki rolüne ilişkin değerlendirmelerde bulundu.   Avukatlar bir araya geldi    PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999 Uluslararası Komplosu sonucu Türkiye’ye getirildiği güne dair değerlendirmelerde bulunan Eren Keskin, şunları söyledi: “15 Şubat 1999 sabahı hepimiz bir haberle uyandık. Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiği bilgisi ulaştı. Ben tabii o zaman Kürt siyasilerin davalarına giren bir avukattım. Hemen cezaevine gittim, tabii herkes çok şaşkındı. Aslında beklenen bir şey de değildi. Daha sonra öğrendik ki bu, bir uluslararası operasyondu. Yani Türkiye’nin tek başına gerçekleştirdiği bir durum değil, uluslararası bir operasyondu. Sayın Öcalan Türkiye’ye getirildi. Bir hafta içinde avukatının belirlenmesi gerekiyordu, yoksa baro avukat atayacaktı. Üçüncü ya da dördüncü günüydü sanıyorum, bir gece Osman Baydemir geç saatlerde aradı ‘Buluşalım mı?’ dedi. Aslında ben anladım. Bir yerde buluştuk. Bana sadece ‘Var mısın?’ dedi. Yani başka hiçbir şey sormadı. Ben ‘Varım’ dedim. Arkadaşlarımızı aradık, 12 avukat olarak bir araya geldik. O zaman Devlet Güvenlik Mahkemesi vardı ve oraya başvuru yaptık. O başvuruyu yapmamızla birlikte tabii ki büyük bir saldırı dönemi başladı bizlere. Televizyonlarda bize yönelik çok kötü yayınlar yapılmaya başlandı ve korkunç günlerdi o günler.”   ‘Tecrit en başından beri vardı’    İmralı’da ilk günden bu yana ağırlaştırılmış mutlak tecridin söz konusu olduğuna dikkat çeken Eren Keskin, İmralı için ayrı bir politika izlendiğini vurguladı. Eren Keskin, şu değerlendirmelerde bulundu: “Tecrit, İmralı’da en başından itibaren vardı. Çünkü İmralı Cezaevi, en başından itibaren nereye bağlı olduğu tam olarak kimsenin tespit edemediği ve hangi hukukun uygulandığının bilinmediği bir cezaevi oldu. O dönemde ben İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkan Yardımcısıydım. İmralı’ya hiç gitmedim ama Osman Baydemir ve ben, ilk avukatları olduğumuz için bize yönelik çok büyük saldırılar başladı. Sokaklarda saldırıya uğradık, evlerimize gidemedik. Altı ay boyunca gerçekten bizim için çok korkunç günlerdi. Bir gazeteci, Milliyet Gazetesi’nde ‘Bunlar avukat, niye onlara bu kadar saldırıyorsunuz?’ diye bir yazı yazdı. Ondan sonra devletin avukatlara yönelik politikası biraz değişti ve ortam biraz yumuşadı. Ancak ilk birkaç ay, gerçekten hepimiz için çok zor geçti.”    ‘Operasyon emperyal kararın sonucu’   İmralı’ya Abdullah Öcalan ile görüşmek için gitmek istediklerinde çeşitli gerekçelerle engellendiklerini söyleyen Eren Keskin, şunları belirtti: “Sürekli, ‘Deniz aracı olan koster bozuk’ deyip durdular. İmralı’ya giden sadece bir araç vardı, o da deniz aracıydı. Her seferinde ‘Koster bozuk’ deniliyordu, sanki başka bir araç temin edilemezmiş gibi. O dönemde görüştürmek istemediklerinden dolayı bu gerekçeyi sunuyorlardı. Bugün ise artık böyle bir gerekçeye bile ihtiyaç duyulmuyor; hiçbir şekilde görüştürmüyorlar. Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişi gerçekten bir komploydu ve uluslararası bir operasyonun sonucuydu. Çünkü daha önce İtalya’dayken daha demokratik çözümler bulunabileceği yönünde bir umut vardı. Ancak sonra birden gizli bir el devreye girdi ve her şey değişti. Öcalan Türkiye’ye getirildi ve ondan sonra da yıllardır yaşadığımız bu süreç tekrar başladı. Bugün nasıl Kürt sorununu konuşurken Suriye’deki durumdan farklı konuşamıyorsak Irak Kürdistan’ın‘ daki ya da İran Kürdistan’ın daki hepsi birbirini etkiliyorsa o zaman da Öcalan’ın Türkiye’ye iadesi bu dört parçayla ilgili verilen bir emperyal kararın sonucuydu bunu böyle değerlendiriyorum.”   ‘Hak ihlallerini kabul etmiyoruz’   Kötü muamele ve işkenceye maruz kalan kim olursa olsun bunun bir hak ihlali olduğunu paylaşan Eren Keskin, tüm ihlaller karşısında ise insan hakları savunucuları olarak buna karşı durduklarını belirtti. Eren Keskin, “İnsan hakları savunucuları olarak işkence ve kötü muameleye karşı çıkılır. Abdullah Öcalan getirildiği dönemde kötü muamele uygulamaları nedeniyle biz tabii ki insan hakları savunucuları olarak karşı çıktık. Tecridin bir insan hakları ihlali ve bir işkence olduğunu sürekli dile getirdik ancak burada şöyle bir durum var yani Türkiye cumhuriyeti devleti İmralı Cezaevi’nde kendi iç hukukunda yani bırakın uluslararası hukuku kendi iç hukukunu da uygulamıyor. Çünkü Türkiye’nin infaz rejimi belli infaz hukuku belli tutuklu ve hükümlü bir kişinin, kimlerle hangi aralıklarla görüşebileceği, yakınlarıyla telefon görüşmesi yapıp yapamayacağı ve avukat görüşleri, bunların hepsi kurallara bağlanmış. Ama İmralı Cezaevi’nde bunlar uygulanmıyor. Bunların hepsi insan hakları ihlalidir. Biz insan hakları savunucuları olarak dile getirdik sürekli, hâlâ da dile getiriyoruz. Ama bizim  coğrafyamızda maalesef ki bir mağdur seçicilik var. Yani hak ihlaline uğrayanın kimliğine bakılıyor. Ama biz buna bakmıyoruz. Biz hak savunucuları olarak hak ihlaline maruz kalan kim olursa olsun kabul etmiyoruz. Hakkı ihlal edilen kişi hukuka aykırı bir işlemle karşı karşıya kalıyorsa buna karşı çıkmak gerekir” sözlerini kullandı.    ‘Öcalan bu sorunu çözebilirdi’   “Uluslararası bir operasyon sonucu Sayın Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesi, Kürt sorununda çözümsüzlük politikalarına hizmet etti” diyen Eren Keskin, sözlerini şöyle sürdürdü: “Emperyal güçlerin bunda büyük bir payı vardı ve bugüne kadar gördüğümüz her gerçeklikte bu komplonun çözümsüzlüğe hizmet ettiğini gösterdi. Gördük ki eğer devlet bir çözümden söz edecekse bunun muhatabının Öcalan olduğu ortada. Devletin kendisi de bunu artık zaten kabul ediyor. İstenseydi bu sorun çok önce çözülürdü, çünkü Öcalan en başından itibaren barış için bir çözüm bulabileceğini dile getiriyordu. Eğer hukuki düzenlemeler yapılsaydı Türkiye cumhuriyeti devleti uluslararası sözleşmeleri attığı imzalara sadık kalarak insan haklarının önünü açabilseydi Öcalan’dan çözüm önerileriyle bu sorun çözülebilirdi. Ama maalesef ki bugüne kadar devlet çatışmacı bir politikayı tercih etti. Bugün yine bir şeyden bahsediliyor yani yine Öcalan açıkladı, dedi ki, ‘ben bunu çözebilirim’. Çatışma ortamını bitirecek bir adım atılabileceğini dile getirdi umarım bu sefer gerçekleşir.  Henüz devletin öyle bir hava içinde olmadığını görüyoruz. Çünkü bir süreç arka tarafta devam ediyor ama bir taraftan da hak ihlalleri devam ediyor. Bu konuda insanlara güven verecek bir takım adımların atılması gerekiyor. Onurlu bir barış olabilmesi için henüz bu adımların atıldığını görmüyoruz, tam tersi daha da sertleşiyor. Ama Öcalan’ın ‘ben bu sorunu çözecek güçteyim’ demesi bence önemli bunun iyi değerlendirilmesi gerekir.”   ‘Her şeyden önce tecrit kaldırılmalı’   İmralı’daki tecrit uygulamasını ortadan kaldırılması gerektiğini söyleyen Eren Keskin, “Öcalan’ın kendi sesini duyurabilmesi gerekiyor. Bir araca ihtiyaç olmadan kendi sesini kitlelere duyurabilmesi gerekiyor. Eğer onun sesinin duyurma imkanı sağlanırsa Kürt sorunun çözümünde önemli bir adım atılabileceğine inanıyorum. Biz hepimiz barış istiyoruz. Hiç kimse çatışma ortamından mutlu değil.  Birçoğumuz ve ailelerimiz, bunun zararını yaşadı. O nedenle bu sorunun artık çözülmesi gerekiyor. O yüzden her şeyden önce İmralı’daki tecridin kaldırılması gerekiyor” diye konuştu.    Yarın: Uluslararası komloya karşı 26 yıllık direniş