Sınırların ötesinde: Türkiye’nin hayalleri ve gerçekler 2024-12-10 09:01:21     HABER MERKEZİ - Suriye'de Esad rejiminin devrilmesi ardından Rojava ve Kuzey Doğu Suriye'ye bağlı kantonlara yönelik Türkiye ve desteklediği SMO çetelerinin saldırıları devam ederken, burada yaşanan gelişmeleri kaleme alan DEM Parti Milletvekili Saliha Aydeniz, "Bugünkü Orta Doğu ve Suriye denkleminde Türkiye, bu hayalleri öne sürenlerin, aynı zamanda bu hayallerin gerçekleşmesine izin vermeyecek olanlar olduğunu unutmamalıdır" dedi.    Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırıları 27 Kasım’dan bu yana devam ediyor. Rojava ve Suriye’ye yönelik saldırılarda Tahrir-i El Şam (HTŞ) grupları Esad rejimini devirirken, Minbic’e ve birçok köye saldırılar da sürüyor. Dünden bu yana bölgede çatışmalar sürerken, Türkiye hava saldırılarıyla onlarca sivil insanın katletti.    Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Mêrdîn Milletvekili Saliha Aydeniz, özelde Suriye ve Orta Doğu’da yaşanan gelişmelere dair bir yazı kaleme aldı.    "Orta Doğu, tarih boyunca büyük güçlerin çıkar çatışmalarının odağı oldu. Bu toprakların zengin enerji kaynakları, stratejik konumu ve etnik çeşitliliği, bölgenin yayılmacı güçlerin sürekli müdahalesine açık olmasını sağladı. Bugün de bu sahnede aynı oyun sergileniyor. Suriye’de yaşanan son gelişmeler, Esad rejiminin devrilmesi, yalnızca bölgesel dengeleri değil, küresel politikaları da şekillendiriyor. Bu çatışmalar, halkların iradesine ve özgürlük mücadelesine karşı sürdürülen sistematik bir savaşın parçasıdır. Orta Doğu’da devam eden bu savaş, yalnızca yerel kazanımlar için değil; bölgenin yeni baştan dizayn edilmesi, enerji koridorlarının kontrol altına alınması ve halkların öz yönetim taleplerinin bastırılması için yürütülüyor.   Bugün, ABD ve İsrail başta olmak üzere Batılı güçler, İran’ın ve Rusya’nın Orta Doğu’daki etkisini sınırlamak ve direniş hattını zayıflatmak için her fırsatı değerlendiriyor. İran, Suriye rejimiyle kurduğu stratejik ortaklıkla bölgede önemli bir aktör olmaya devam ediyor. Ancak bu ilişki, Batı tarafından bir tehdit olarak algılanıyor. İsrail’in güvenliğini sağlamayı ve İran’ın nüfuzunu kırmayı hedefleyen bu güçler, bölgedeki radikal grupları kendi amaçlarına uygun şekilde sahaya sürüyor. Suriye’nin üçe bölündüğü senaryo, halkların iradesini yok etmeyi amaçlıyor. Bölgenin bir kısmında selefi gruplar eliyle istikrarsızlık yaratılırken, diğer kısımlarında zayıflatılmış rejimler ve ekonomik kontrol mekanizmalarıyla halkların iradesi baskılanıyor. Ancak bu planlar arasında yer alan Rojava’nın özerk yapısı, hem bu dizaynın önünde büyük bir engel hem de özgürlük mücadelesinin en güçlü umudu olarak yükseliyor.   Türkiye-HTŞ ilişkileri    Güncel durumda çok tanıdık bir senaryo devreye konuldu: Geçmişte IŞİD üzerinden bölgede yaratılan kaos, bugün Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) eliyle devam ettiriliyor. HTŞ, El Nusra’dan evrilmiş, El Kaide ile ideolojik bağları olan bir yapı. Geçmişte IŞİD’in üstlendiği rolü, bugün HTŞ’nin üstlendiğini söylemek yanlış olmaz. IŞİD’in 2014 yılında Orta Doğu’yu kan gölüne çeviren saldırıları, halkları yerinden eden ve Rojava gibi özgürlük alanlarını tehdit eden politikaların parçasıydı. Ancak IŞİD’in Rojava’da kadınların öncülüğünde verilen destansı bir mücadeleyle yenilgiye uğratılması, bu hesapları boşa çıkardı. Şimdi aynı güçler, farklı bir araçla sahneye dönüyor. HTŞ, Halep ve çevresindeki saldırılarıyla sadece yerel bir tehdit değil; İran ve Suriye rejimini zayıflatmayı, bölgedeki kaosu derinleştirmeyi ve halkların iradesini bastırmayı amaçlayan bir mekanizma olarak işlev görüyor.   Türkiye’nin HTŞ ile ilişkisi ise yine geçmişten tanıdığımız bir ilişki. Türkiye, bir yandan HTŞ’yi destekleyerek sahadaki nüfuzunu artırmaya çalışıyor, diğer yandan Rojava’daki Kürt kazanımlarını ortadan kaldırmayı hedefliyor. Ancak bu tür ilişkiler, yalnızca bölge halklarına değil, uzun vadede Türkiye’nin kendisine de tehdit oluşturuyor. Radikal grupların güç kazanması, bölgedeki kaosu ve güvensizliği artırarak sınırları aşan bir tehdit haline geliyor. Türkiye’nin Fırat’ın batısındaki saldırıları, Kürt halkının kazanımlarını coğrafi olarak sınırlamayı ve Rojava’nın demokratik yapısını hedef almayı amaçlıyor. Orta Doğu’da yayılmacı bir politika izleyen Türkiye, aynı zamanda Misak-ı Milli sınırlarını güncelleme hedefini de gündeme getirmektedir. Ancak bu hedef, hem bölgesel hem de hegemonik devletlerin etkisiyle Türkiye’nin önüne bir gündem olarak sürülmektedir. Bugünkü Orta Doğu ve Suriye denkleminde Türkiye, bu hayalleri öne sürenlerin, aynı zamanda bu hayallerin gerçekleşmesine izin vermeyecek olanlar olduğunu unutmamalıdır. Bu bağlamda, Türkiye’nin sınırları üzerinden hesap yapanlar, ülkenin kaos içinde kalmasını sağlama planlarını da beslemektedir. Türkiye, Orta Doğu’nun şekillenmesinde başat aktör olduğu delüzyonuyla Minbîç’te harekete geçse de Rojava’nın direnişi, bu saldırılara karşı bugüne kadar olduğu gibi dimdik ayakta durmaya devam ediyor.   Orta Doğu kaosunda umut ışığı    Rojava devrimi, Orta Doğu’nun kaosunda bir umut ışığıdır. Kadınların öncülüğünde şekillenen bu devrim, sadece Kürt halkı için değil, tüm bölge halkları için ve hatta dünyanın dört bir yanından insanlar için yeni bir yaşam modeli sunuyor. Enternasyonel bir devrim olan bu devrim, Demokratik konfederalizm modeli, halkların eşit temsiliyeti ve kadınların karar mekanizmalarındaki liderliğiyle bölgenin geleceği için bir alternatif oluşturuyor. ‘Jin, jiyan, azadî’ (Kadın, Yaşam, Özgürlük) felsefesi, Rojava’nın özgürlük mücadelesinin özüdür. Kadınlar, yalnızca özsavunma birimlerinde değil, toplumsal yaşamın her alanında öncü roller üstlendi. Bu direniş, erkek egemen sisteme karşı bir başkaldırı ve yeni bir toplumsal düzenin inşasıdır.   Rojava kadın devriminin en güzel yansımalarından olan Jinwar’a bakalım. Jinwar, savaşın ve ataerkil baskının gölgesinde, kadınların dayanışmasıyla kurulan bir özgürlük köyüdür. Kadınlar burada tarım yapıyor, çocuklarını özgür bir ortamda yetiştiriyor ve kendi kaderlerini inşa ediyor. Jinwar, yalnızca bir köy değil; kadınların emekleriyle yükselen bir yaşam manifestosudur. Bu köy, savaşın karanlığında halkların özgürlük mücadelesinin ne kadar somut bir gerçeklik haline gelebileceğinin kanıtıdır. Ayrıca Rojava, dünyanın farklı yerlerinden gelen bireylerin ortak idealleri için bir araya geldiği bir dayanışma merkezi haline geldi. ABD’den, Avrupa’dan, Latin Amerika’dan ve hatta Asya’dan gelen gönüllüler, Rojava devrimine katkı sundu. Bu katılım yalnızca silahlı direnişle sınırlı kalmadı; eğitim, sağlık, tarım, toplumsal örgütlenme gibi alanlarda da uluslararası dayanışma pratikleri ortaya konuldu. Bu enternasyonel dayanışma, Rojava’nın bir ‘yerel devrim’ olmaktan çıkarak evrensel bir özgürlük ve eşitlik modeli olarak algılanmasını sağladı.   Rojava devriminin enternasyonel boyutu, aynı zamanda emperyalizme karşı küresel bir direnişi ifade ediyor. Bu devrim, sınırları aşarak kapitalist, ataerkil ve emperyalist sistemlere meydan okuyan bir mücadele pratiği ortaya koydu. Bu yüzden Rojava, yalnızca Kürt halkının değil, dünyanın dört bir yanındaki ezilenlerin, yok sayılanların, sesini duyurmak isteyen halkların mücadelesinin bir parçası olarak görülüyor.   Bugün enternasyonel mücadelenin ve kadın devriminin adı olan Rojava, yalnızca radikal grupların değil, yayılmacı güçlerin de hedefi haline gelmiş durumda. Bunun sebebi, Jinwar örneğinde olduğu gibi yayılmacı güçlerin karşısına gerçek bir yaşam modeli koyması. Orta Doğu için en son istenecek şey, insani bir yaşam modelidir. Demokratik konfederalizm, işte bu insanca, eşit, ortak yaşamın birebir modelidir. Bu nedenledir ki yayılmacı güçler Kürtleri kaderine terk etmekle sınıyor. Kürt halkı, kadınların öncülüğünde kazandığı hakları savunmaya ve özgürlük mücadelesini sürdürmeye kararlı. Türkiye’nin saldırıları, yalnızca Rojava’nın coğrafi bütünlüğünü bozmayı değil, aynı zamanda bu devrimin politik ve toplumsal etkilerini yok etmeyi amaçlıyor. Ancak bugüne kadar olduğu gibi, Rojava halkı bu saldırılara karşı direnişini sürdürüyor. Öyle bir irade konuluyor ki ortaya, bugün kaos yaratılmak istenen coğrafyada Deyrezor’un Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) kontrolüne geçmesi Arap halkı tarafından halaylarla kutlanıyor.    Orta Doğu'daki bu savaş, yalnızca yayılmacı güçlerin hesaplarının değil, halkların iradesi ve özgürlük mücadelesinin de bir sınavıdır. Rojava devrimi, bu mücadelenin en parlak sembollerinden biridir. Kürt halkının, kadınların ve tüm Orta Doğu halklarının özgürlük arayışı yalnızca desteklenmesi gereken bir hak değil, insanlık onurunun bir gereğidir. Rojava, bir halkın kader mücadelesinden öte, insanlığın eşitlik ve özgürlük özleminin simgesidir. Bu direniş, sınırları aşan bir dayanışmayla büyüyecek, sömürgeciliğe ve zulme karşı direnen her birey için umut olacaktır. Rojava'da atılan adımlar, sadece bir coğrafyanın değil, yeni bir yaşamın tohumlarını atıyor. Bu direniş, insanlık tarihine eşitliğin ve özgürlüğün nasıl kazanılacağını gösteren bir miras olarak yazılacaktır."