'Kobanê Davası bir kin ve hınç davasıdır' 2024-05-20 09:06:00   '   Melek Avcı   ANKARA - Feminist aktivist ve yazar Berrin Sönmez, Kobanê Davası’ndaki kararlara ilişkin, “Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’a verilen cezalar HDP politikalarının Türkiye siyasetinde çok etki yaratmış olmasından kaynaklanıyor. Yani bir kin ve hınç davasıdır” dedi.   DAİŞ’in Kobanê’ye dönük saldırılarına karşı 6-8 Ekim 2014 tarihlerinde gelişen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da aralarında olduğu 18’i tutuklu 108 siyasetçi hakkında açılan davanın karar duruşmasında siyasetçilere toplamda 407 yıl hapis cezası verildi. Davada HDP eski Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ’a 30 yıl 3 ay, Selahattin Demirtaş’a 42 yıl hapis cezası verilirken, tutsak bulunan 5 siyasetçi hakkında tahliye, 12 kişi hakkında beraat kararı verildi. Dava kapsamında 13 siyasetçi hakkında ise tutukluluğunun devamına karar verildi.   Tepkiler ve eylemler sürerken duruşma öncesi 159 aydın ismin yayınladığı bildirgeye imza atan Feminist aktivist ve Yazar Berrin Sönmez, kararı değerlendirdi.   “Hüküm, Halkların Demokratik Partisi’nin Türkiyeleşme politikasıyla ilişkiliydi. Bir diğeri, çözüm sürecinde barış umuduyla yapılan eylem ve söylemlerden dolayı bugün Kürt siyasetçiler yargılandı.”   *Geçtiğimiz Perşembe günü Kobanê Davası’nda kararlar açıklandı ve Kürt siyasetçilere toplamda 407 yıl ceza verildi. Bu hükmü nasıl değerlendiriyorsunuz?   Çok önceden alınmış bir karar olarak değerlendiriyorum. Bu hep söylene geldi; siyasi bir davadır. Açık, somut deliller yok, gizli tanık beyanları var ve bu gizli tanık beyanlarının varlığı bütün davaları hukuki olmaktan çıkarıyor. Gizli tanık denilen şeyin kimliği mahkemeye açık olur ve gelir mahkemede açık yargılama ilkesi gereğince ifadesini verir ve ardından devlet onu korumaya alır. Böyle olmadan yalancı şahitliktir; kim, ne ve nereden çıkarmış onlar belli değil. Yargılama ilkesinin alenen ihlalidir. Yıllarca iktidar Yasin Börü’nün kanı üzerinde tepindi, çocuğu kullandı. Her bir insanın canı için üzüldük elbette, Yasin Börü ve öldürülen 37 kişi için de ama bir tanesini seçip iktidarın onun üzerinde tepinmesi ve ardından mahkemenin Yasin Börü’nün öldürülmesi suçlamasını düşürmesini gördük. 108 sanıktan hiçbirinin Yasin Börü’nün öldürülmesiyle ilişkisinin olmadığı mahkeme kararıyla sabitlendi. Yani bir kin ve hınç davası. Özellikle Selahattin Demirtaş’ın 2015 seçimlerinde “seni başkan yaptırmayacağız” sözleri nedeniyle ama daha çok Halkların Demokratik Partisi’nin Türkiyeleşme politikasıyla ilişkiliydi. Kürtlerle Türkler arasında ayrı gayrı olmadan, Türklerin Kürt siyasetini ve Kürtlerin siyasal haklarını tanıması ve Kürt siyasetinin de Türkiye’nin genel sorunlarıyla her yerde ilgilenmesi iktidarın kutuplaştırma politikasını aşındıran bir şeydi ve bu engellemek istediler. Diğeri, çözüm süreci boyunca çözümün her iki aktörlerinin söyledikleri, yaptıkları, barış umuduyla hepimizin katıldığı, halkı ikna etmek için hepimizin elini taşın altına soktuğu bir süreçti. Barış sürecinde yapılan, söylenen, görüşülen konularda iktidar, devletin bürokratları, askerleri hiçbir şekilde suçlanmadı. Ki en başta onları koruyacak bir kanun çıkardılar ama en baştan söylemiştik ileride ne olacağı belli olmaz bu çözüm sürecinin bütün aktörleri için koruyucu bir kanun çıkarılması lazım demiştik ama bunlar yapılmadı sadece devlet kendi memurunu koruma altına aldı. Dolayısıyla o çözüm sürecinde barış umuduyla yapılan eylem ve söylemlerden dolayı bugün Kürt siyasetçiler yargılandı.  Kobanê Davası’nda bir de şu var, iktidarın IŞİD konusundaki politikalarının hatalarını Kürt siyasetçilere yüklediler. Çok yanlış politikalar ürettiler ve bugün hala o politikalardan döndüklerini görmüyoruz ama IŞİD’in vahşetini görmezden gelerek iktidar hep Kürt halkını suçladı. Orada akrabaları, yakınları, soy ve dil birliği olan insanlar IŞİD vahşeti altında öldürülürken Türkiye’deki inşaların sessiz kalması, sınırın bu tarafındaki insanların acı duymaması mümkün değildi. Bu bütün Türkiye’nin duyması gereken bir acıydı fakat en çok Kürtler dile getirdi. Hemen yanı başlarında olması, soy ve dil birliğinin olması daha içten hissetmelerini sağladı belki ama bütün dünya ayağa kalkmışken Türkiye’de sadece Kürtlerin “Kobanê olayları” adı altında eylem yapması Türkiye’nin geri kalanı için bir ayıp olarak kaldı. Yalnız bırakıldıkları için iktidar çok kolaylıkla bir dava açıp suçlayabildi.   “Direnerek kazanmak kalıcı kazanmaktır. Kazanılıyor. Şuanda kaybetmiş gibi görünenler için dahi ciddi bir kazanım var çünkü insanlık onurunu yükseltmek için mücadele ettiler. Bundan daha büyük bir kazanım olamaz dünyada. “   *İktidar seçimlerin ardından “normalleşme” diye bağırırken bu davada verilen hükmün önceden verilmiş olduğunu tutuklu siyasetçiler daha önce sıkça dile getirdi. Siz ne düşünüyorsunuz?   Mahkeme siyasi olarak verilmiş bir kararı kürsüden hüküm olarak okudu. Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’a başta da söylediğim gibi Türkiyeleşme politikasına duyulan büyük hınç ve kin saikiyle ağır cezalar verildi. “Devletin birliğini ve bütünlüğünü bozmak” bu suçlama ve buna “yardım etme” 301’den Figen Yüksekdağ’a, 302’den Demirtaş’a verilen ceza maddeleri zaten sorunlu. 301- 302 somut, kolay ve net sınırları belli kavramlarla anlatılmıyor, soyut kavramlarla içine birçok şey doldurulabilecek şekilde hazırlanmış maddeler dolayasıyla kendilerine verilen cezalar HDP politikalarının Türkiye siyasetinde çok etki yaratmış olmasından kaynaklanıyor. Bir de şahsi kin var. Diğer tarafından Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel 7 yılını doldurmasına rağmen özellikle bekletildi. Neden bekletildi, demek ki bu karar bekleniliyordu ve vakti geldiğinde tahliye olacaklar diye bir düşünce vardı. Bunların hepsi bana böyle bir işaret olarak görünüyor. Niyet okumak gibi gelebilir ama 22 yıldır niyetini okusak da okumasak da “yaptıkları yapacaklarının teminatı olan” bir iktidar dönemindeyiz. Bunu görmek lazım. Yerel seçimler öncesinde pompalanan bu “politika değişecek, Kürtlerle daha uyumlu olunacak, kayyım atanmayacak” söylemleri Kürt siyasetini de çok etkisi altına aldı ve buraya da bir eleştirim olacak. Yani o kadar kolay inaldı ki Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde sessizliğe gömülmesinin arkasında bu pompalanan kulis haberlerine inanmak olabilir diye düşünüyorum. Selahattin Demirtaş’ın etkisiz kılınmaya çalışmasıydı ama halkın gönlünde Kürtlerde de Türklerde de o kadar seviliyor ki geleceğin en iyi politikacısı. Bu 42 yıllık cezalar siyasi cezalardır. Celal Bayar’ın ceza aldığında yanındaki arkadaşlarının karamsarlığını gidermek için söylediği bir söz vardı, “Üzülmeyin bu siyasettir geçer.”  Evet, bu siyasettir geçer. Bir gün bu ülkede siyasi davalardan haksız yere tutuklanan ve ağır cezalara mahkûm edilen insanların cezaları da kaldırılacaktır. Siyaset kalıcı değildir, bu dünyadaki en geçici şeydir. Siyasi davalarda verilen siyasi hükümler de geçicidir, bunları görmek gerekiyor ama bugün diri olmak, mücadeleye devam etmek gerekiyor. Direnerek kazanmak kalıcı kazanmaktır. Kazanılıyor. Şuanda kaybetmiş gibi görünenler için dahi ciddi bir kazanım var çünkü insanlık onurunu yükseltmek için mücadele ettiler. Bundan daha büyük bir kazanım olamaz dünyada.   “Bu yeni oyunlar toplum oyalama taktiği, yerel seçim öncesi ve sonrası “yumuşama” ifadeleriyle yaptıkları oyalamalarla toplumda refleksleri azaltıcı etki yaratıyor. Ama Van’da örneğin bu refleksin azalmadığını ve çok diri olduğunu gördük.”   *Siz de söylediniz, çıkan cezalar her ne kadar ağır olsa da şunları duyuyoruz “kumpas çöktü” çünkü  mütalaada yer alan suçlamalardan ceza verilemedi. İstinat edilen “devleti bölme” suçu “yardımdan” verilebildi, yine Yasin Börü meselesinden de ceza verilemedi. Ne düşünüyorsunuz?   Kumpasın çökmesi çok anlam ifade eder mi bilemiyorum. Bir hukuki ve siyasi kumpas kurulduysa o kumpasın çökmesi kesinlikle kuranlar açısından çok büyük anlam taşımaz çünkü yenilerini oluşturabilirler. Zaten dün söylediklerini tam tersine değiştirebiliyorlar, dün yaptıklarını bugün suçlu olarak gösterebiliyorlar ama kendileri oradan aklanılıyor başkaları suçlu gösteriliyor. Bu davanın hukuken çöktüğü ki hukuki bir dava olmadığı için şaşırtıcı da değil fakat yeni oyunlar kurabilirler. Bu yeni oyunlar toplum oyalama taktiği, yerel seçim öncesi ve sonrası “yumuşama” ifadeleriyle yaptıkları oyalamalarla toplumda refleksleri azaltıcı etki yaratıyor. Ama Van’da örneğin bu refleksin azalmadığını ve çok diri olduğunu gördük ki bir ay öncesinde Van’da AKP’nin adayı “ben kayyım belediye başkanı olmak istemiyorum” diye bir twet atmış; demek ki bu bir ay öncesinden konuşuluyormuş, planlar varmış. Ama Van halkı çok güçlü bir şekilde durdu ve ilk defa Türkiye’nin genelinden destek aldı. Böyle bir diri duruşla bu kumpas davasının çökmesinden sonra yeni oyunlar karşısında hızlıca refleks göstermek, hızlıca tepki koymak ve bütün olarak her birimiz fark etmeksizin demokrasi ve siyasal haklar konusunda, eşit yurttaşlıkta bu temel ilkeleri benimseyen herkesin karşı durması durdurabilir. Birlikte mücadele etmek durdurabilir.   “Yani iktidar kendisine öyle bir güç vehmetmiş oldu ki her an birisini mutlu edebilir, birisini de mutsuz edebilir, cezalandırabilir. Bu cezaları hepimize veriyor. Birlikte yaşam umudumuzu yok etmek için hepimizi cezalandırıyor. Erdoğan ne yaparsa yapsın ceza bizlere kesiliyor.”   *Şu detayı da konuşmak gerek belki, Kobanê kararları alındığı gün iktidarın meydanlar hep kullandığı 28 Şubat generalleri sağlık problemleri gerekçesiyle tahliye edildi. Aynı gün iki ayrı kararın zamanlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?   İktidar taktikleri bitmiyor diyebiliriz. Avcının 40 hikâyesi vardır hepsi aynı konudadır derler, durum bundan ibaret. Yanında birilerini tutmak için bir şeyler vermeye ihtiyaç duyuyor. MHP çok açık tepki gösterdiği için Kobanê Davası’nda bu ağır cezaları verdi. Diğer taraftan da CHP’yi açıkça karşısına almamak için 28 Şubat generallerini serbest bıraktı. Yani iktidar kendisine öyle bir güç vehmetmiş oldu ki her an birisini mutlu edebilir, birisini de mutsuz edebilir, cezalandırabilir. Bu cezaları hepimize veriyor. O 28 Şubat generallerinin tahliyelerini de aslında hepimize ceza olarak veriyor. Bizim, benim 28 Şubat’ta yaşadıklarımın bir önemi yok. Şunu da belirteyim, bir hüküm giydiler, suçları tespit edildi; yaşlanmış insanların belli sağlık sorunlarıyla ceza evinde tutulması zaten kabul edilemez. Bu bence yanlış bir karar da değildir. Suçlarını kabul etsinler, onların işlediği fiillerin de suç olduğun herkes kabul etsin bir daha kimsenin işlememesi için ve o yaşlarda insanlar çıksınlar evlerinde aileleriyle daha iyi bakım şartlarına kavuşsunlar; önemli olan insanlık çünkü. Fakat bunu birine ödül birine ceza olarak verirken ödül verdiklerinin zulme uğrattıkları kişileri cezalandırıyor diğerine ceza verirken bütün ülkenin barış umudunu yok etmek için hareket ediyor. Birlikte yaşam umudumuzu yok etmek için hepimizi cezalandırıyor. Yani Erdoğan ne yaparsa yapsın ceza bizlere kesiliyor. Demokrasiden, barıştan, eşitlikten olan insanlar cezalandırılmış oluyor. Ama bakıyoruz ki CHP kanadında generaller çıktı diye mutluluk var ama o çıkışın bu tarafta yarattığı rahatsızlığın tahliyelerinden kaynaklanmadığı ama o insanların fiillerinin suç olarak tanınmamasından dolayı bir mutsuzluk yaşandığını görmelerini bekleriz. Hukuk dışıydı, bu da hukuk dışıydı. Bütün hukuk dışı siyasi eylemlere, ki o da siyasiydi, devlet politikasıydı; yargı cübbesiyle talimat alan yargı mensuplarını hatırlayalım bugünkülerden farklı değillerdi. Bu ülkede yargı her zaman iktidarın elinde oyuncaktı. Fakat birine olumsuz birine olumlu bakmak iktidarı birinden eleştirip diğerinden eleştirmemek yanlıştır. Herkesin acısının da ortaklaşması ve ortak tepkiye layık olduğunu da görmek gerekiyor.   “Çatışmalı günlere geri dönmesinin yolunu açacak bir karar ve bu kararın hem Kürtler hem Kürt Türk siyaseti hem de toplum içerisinde büyük sorunlar yaratacağını düşünüyorum çünkü düşmanlık körükleniyor.”   *Son olarak, siz de belirttiniz verilen hükümle “hepimiz cezalandırıldık” dediniz. Tüm toplum nasıl cezalandırıldı bunu biraz açar mısınız?   Toplumsal huzurumuzu iç barışımızı sağlamakla mümkün. Kürt siyasetinin, Kürt halkının dil ve kültürel haklarının tanınmasıyla biz bir arada çok rahat yaşarız. O barış süreci günleri benim aklımdan hiç çıkmıyor ve ömrüm oldukça da o barış süreci günlerinde yaşadıklarımız unutulmayacak; Diyarbakır’a gidip başka illere gidip sürekli Kürt dostlarımızla bir araya geldiğimiz, ortak yaşam beklentimizin yükseldiği ve Kürt illerinde ekonominin de yükseldiği, inşaların mutlu olduğunu, ticaretin geliştiğini hatırlayalım. O günleri kalıcı barışın fragmanı olarak düşünüyorum. Bizim için kalıcı, uzun süreli barış olması bize neler hissettirirdi biz onu o günlerde yaşadık. Bunu tekrar yaşamak ve kalıcı olarak yaşamak istiyoruz ama iktidarın bu tutumu Kürt siyaseti üzerindeki politikası, Ahmet Türk’ün de 10 yıl ceza aldığını düşünürsek, tutuklanıp kayyım atanması için yol açılmış gibi görebiliriz bunu. Kayyım politikasının geri dönüşüne hazırlık gibi düşünebiliriz. Dolayısıyla çatışmalı günlere geri dönmesinin yolunu açacak bir karar ve bu kararın hem Kürtler hem Kürt Türk siyaseti hem de toplum içerisinde büyük sorunlar yaratacağını düşünüyorum çünkü düşmanlık körükleniyor. Çeşitli illerde yaşamamış değiliz bunları, Kürt olduğu için saldırıya uğrayanlar oluyor, bunlar körükleniyor, kışkırtılmış oluyor bu kararla. O zaman Kürtlere saldıran hayatını mahvetmiş oluyor, saldırıya uğrayan Kürtlerde de düşmanlık artıyor; yani bir insanı suça teşvik etmek hayatını söndürmektir ama iktidar bunu Türklere yapıyor, Kürtleri de hayatlarını tehdit etmekle yapıyor. O zaman hepimiz cezalandırılıyoruz. Bir huzur ve barış ortamında yaşama şansımız elimizden alınıyor. Bir eylem olduğunda bu benim anayasal hakkım, şu madde de yazıyor gibi bir şey diyemiyoruz. Büyük bir belirsizlik içinde bütün ülkeyi yaşamaya mahkum ediyor.