Burcugül Çubuk: Savaş çığırtkanlığına karşı kendi barışımızı örgütlemeliyiz 2025-02-11 09:06:07       Melek Avcı    ANKARA – DEM Parti Milletvekili Burcugül Çubuk, başlatılan yeni sürece ilişkin, "İktidara değil, kendi mücadelemize güveniyoruz" dedi. Burcugül Çubuk, kadınların süreçteki rolüne vurgu yaparak, "Bedenlerimiz üzerinde tepinen savaş çığırtkanlığına karşı yaşamlarımıza sahip çıkmak ve kendi barışımızı örgütlemek zorundayız" ifadelerini kullandı.    DEM Parti İmralı Heyeti, PKK Lideri Abdullah Öcalan ile 28 Aralık 2024 ve 22 Ocak 2025 tarihlerinde iki ayrı görüşme gerçekleştirdi. Görüşmelerde, Abdullah Öcalan’ın Meclis ve toplumsal çözüm vurgusu yaptığı belirtilirken, bu doğrultuda heyetin siyasi partiler ve sivil toplum örgütleriyle temaslarını başlattığı ifade edildi. Öte yandan, Abdullah Öcalan’ın kısa süre içinde bir çağrı yapmasının gündemde olduğu aktarıldı. Sürece yönelik ziyaretler ve temaslar olumlu ilerlese de, tutuklamalar, gözaltılar ve DEM Parti belediyelerine atanan kayyımlar nedeniyle halklar ve DEM Parti, iktidarın bu çelişkileri ortadan kaldıracak somut adımlar atmasını talep ediyor.   Devrimci Parti bileşeni ve DEM Parti Milletvekili Burcugül Çubuk, sürece giden tartışmaları ve inşa edilecek barışta kadınların rolünü değerlendirdi.    ‘Süreç gökten zembille inmedi mücadelenin sonucudur’   Bir önceki çözüm sürecinde, halkın ideolojik duruşundan bağımsız olarak barışa umutla yaklaştığını hatırlatan Burcugül Çubuk, 2013-2015 sürecinde de AKP’ye ve devlete yönelik bir güvensizlik olduğunu belirtti. Burcugül Çubuk, “Bu etkiliydi, ama en nihayetinde o sürecin de bu sürecin de öyle gökten zembille inmediğini hatırlamak lazım. Süreç derken, çok iddialı oluyor. Bir süreç diyebilir miyiz, emin değilim, onu da söyleyeyim. Ama her bir süreç, öncesinde verilen ve ortaya konan mücadelelerle açığa çıkmıştır. Bunda sadece savaşan iki taraftan bahsetmiyoruz, toplumsal alan da var. Örneğin, daha önce Barış için Kadınlar vardı. Onun kuruluş sürecini uzun tartışmalarla gerçekleştirmişti ve sağlıklı adımlar atılması yönündeydi. Kadınların neden bu barışı istediği ve buna neden ihtiyacı olduğu üzerine çalışmalar yürütülüyordu. Onun dışında, doğrudan başka bir sürü barış girişimi ve başka çalışmalar da vardı. Birçok çalışmanın hem toplumsal hem de siyasal alanda yürütülmesinin yanı sıra, ciddi bir sokak mücadelesi de vardı.   Açıkçası, AKP içinde durum biraz şöyleydi: Yönetmekte zorlandığı bir mesele, bir savaş gerçeği vardı ve bundan kurtulmak istiyordu. Bu nedenle de ‘tamam’ dedi ve o dönemde bir süreç başladı. Kabataslak böyle. Tabii ki bunlar, bütün bir süreci tarifleyen ifadeler değil. Nihayetinde, o dönem için ciddi bir toplumsal mücadele alanının genişliği vardı” sözlerini kullandı.    'Kendi mücadelemize güveniyoruz’   Bir yandan direniş hattının örgütlendiğini, bir yandan da savaşın  derinleştiği  bir dönemin  yaşandığını kaydeden Burcugül Çubuk, gelinen aşamada, “güveniyor musunuz” sorusuna karşılık, “Kendi mücadelemize güveniyoruz” yanıtını verdiklerini dile getirdi. Burcugül Çubuk, "Bugün de devam ettiği gibi, geçmişte de çok ciddi saldırılar vardı. Kara Perşembeleri hepimiz hatırlıyoruz. Her alanda KCK dosyalarıyla karşılaşılıyordu. Kadınlar, memurlar, işçiler, yasal alanda çalışanlar, kültür-sanat faaliyetleri yürütenler, gazeteciler ve Barış Anneleri'ne kadar uzanan bir KCK dosyaları süreci, ciddi bir politik saldırı olarak yaşanıyordu. Bunun dışında, savaş tüm hızıyla devam ediyordu. Asker ve gerilla cenazeleri geliyordu. Savaş hukukunun dışına çıkılan durumlar yaşanıyordu. Öncesinde yine kimyasal silahların kullanıldığını hepimiz hatırlıyoruz. Kimyasal silahlarla öldürülen gerillaları unutmadık. Çözüm sürecinde de geri çekilme esnasında gerillalar devlet tarafından öldürülmüştü.   Bugüne geldiğimizde, önemli bir tartışma konusu olan 'karşıdakine güveniyor musun, muhataba güveniyor muyuz?' sorusuyla karşı karşıyayız. Temel mesele, bence muhataba güvenmek değil; kendi mücadelemize, kendi taleplerimize güvenmektir. Biz halkların barışını istiyoruz; kadınların, işçilerin, Barış Anneleri'nin arzuladığı barışın mücadelesini veriyoruz. Müzakere ve mücadele de bunun için yapılıyor. Temel mesele, biz ne istiyoruz? Neyin mücadelesini veriyoruz? En nihayetinde, eğer karşılıklı güven olsaydı, zaten savaş olmazdı. Biz de iki savaşan gücün müzakere yürütmesi için mücadele etmezdik. Bu denklemin böyle olduğunu düşünüyorum" diye konuştu.   ‘Savaşan güç muhatapları ile konuşur’   Sosyalistler olarak bu süreçte karşı karşıya kaldıkları sorulara değinen Burcugül Çubuk, müzakerenin muhatabıyla yapılmasının en doğru adım olduğunu dile getirdi. Burcugül Çubuk, şöyle devam etti:  “Yok, AKP ile anlaştı, yok, Amerikan planı bu… Burada temel bir mesele var: Savaşan bir güç, muhataplarıyla konuşur. CHP ile seçim sürecinde ittifak yaptığında bir sıkıntı yoktu ama AKP, MHP ve devletle müzakere görüşmeleri yürütüldüğünde bir sıkıntı varsa şunu söylemek lazım: CHP’nin, AKP’nin veya MHP’nin bir devlet fraksiyonu olmadığını iddia etmek abesle iştigaldir. En nihayetinde, bir meseleyi görüşmek, biriyle seçim ittifakı yapmak ya da barış üzerine konuşmak, kendi mücadele alanımızdan toplumsal müdahalelerde bulunmaktır. Bu nedenle, gelen eleştirilerin önemli bir kısmı bu gerçekliği es geçiyor.  Bunun dışında, bu sürecin nasıl yürüyeceği meselesi de var. Önemli bir tartışma konusunun Rojava olduğunu biliyoruz. Ancak şu da çok net: Kimsenin Rojava’dan vazgeçmeye niyeti yok.   ‘Rojava bir pazarlık konusu değil’   Orası için bedel ödemiş bir halk var. Oradan vazgeçmediği için uzun zamandır mutlak tecrit altında tutulan bir Kürt halk önderi gerçeği var. Rojava Kürdistanı'nda, Rojava halklarıyla birlikte can vermiş ve bedel ödemiş Türkiyeli devrimciler var. Rojava, hiçbirimiz açısından bir pazarlık konusu değil. Zaten pazarlık demek büyük bir yanlış; asıl söylenmesi gereken, bir müzakerenin yürütülmeye çalışıldığıdır. Bu süreçte bizim yapmamız gereken ise toplumsal ve siyasal mücadele alanını mümkün mertebe genişletmektir."   Süreçte CHP’nin rol ve misyonu   Sürece dair CHP’nin durduğu yere değinen Burcugül Çubuk, "Anladığımız kadarıyla CHP, elini korkak alıştırıyor" dedi. Burcugül Çubuk, "CHP, yurt dışında partisine kimlerin üye olacağını MİT ile görüştüğünü açıklayarak, MİT görüşmesinin bununla ilgili olduğunu söyledi. Bir siyasi partinin, kendi üye tabanına dair böylesine çekingen davranması ve bu konuda gerekli araştırmayı yapabilecek güçte olmadığını ifade etmesi ciddi bir handikaptır. CHP, bu anlamda yetkin olmadığını dolaylı yoldan kabul etmiş oldu. Bence bu önemli bir mesele. Muhtemelen başka konular da görüşüldü, ancak açıklanan kısmı buydu ve açıkçası bu sürecin kendisinde de genel bir çekingen tutum etkili.     Bütün siyaset alanında, üçüncü paylaşım savaşı mayalanırken, savaşın ön günlerinde, bugün bölgesel savaşlar çok yoğun bir şekilde devam ederken, Trump Filistin'i nasıl yok edeceğini anlatırken, tabii ki CHP içinde devletin bekası önemli bir mesele olarak görülüyor. ‘Aman sokağa çıkmayın, ağzımızın tadı bozulmasın’ diyen bir ana muhalefet partisi gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Bu yüzden CHP'nin de bir devlet fraksiyonu olduğunu belirttim. CHP’nin pozisyonu, en temelde devletçi kimliklerin çıkarlarından, patronlardan, güvenlik politikalarından ve savaş siyasetinden bağımsızlaşamayacak.   Özgür Özel, CHP'nin başına geçtikten sonra tezkerelere ‘evet’ demeye başladı. Bu, temel bir politika değişimi oldu. CHP, yalnızca üzerine düşen sorumlulukları ve görevleri yerine getirmekle değil, aynı zamanda kendisine oy vermiş ve beklenti içine girmiş seçmenlere karşı da sorumluluk taşımakla yükümlü. Ancak CHP, bu sorumluluğu üstlenerek hareket etmiyor. Temel aldığı düstur, ilişkileri olduğu burjuva kesimler, burjuvazinin katmanları ve fraksiyonları diyebiliriz. Oysa tabanının beklentisi, savaşın getirdiği derinleşen açlık, yoksulluk ve sömürüyle mücadeledir" ifadelerini kullandı.   'Bu politikanın tamamı ifşa oldu'   İktidar, bir yandan “süreç tartışmaları” ortaya koyarken, diğer yandan kayyım atamaları, tutuklamalar ve Aralık ayında cihatçıların Ankara’da gerçekleştirdiği toplantının ardından Kuzey ve Doğu Suriye'ye yönelik saldırıları yoğunlaştırmasına ilişkin Burcugül Çubuk şu değerlendirmelerde bulundu: “Türkiye'nin Mezopotamya'da, hem dört parça Kürdistan'da hem de genel olarak bölge coğrafyasında işgalci hedefleri var. Doğrudan işgal etmese de yönetme, yayılmacılık ve bölgesel hegemonya gibi hedefler peşinde. 2010'dan itibaren başlayan tüm müzakere süreçleri, görüşmeler ve yoğun savaşlar bununla bağlantılıydı. Bölgesel hegemonya olabilmek için içeride ‘ya benimle uğraşacaklar ya da yok olacaklar’ anlayışı benimsendi. 2015 kırılması da budur; artık bu politikanın tamamen ifşa olduğu bir döneme girildi.   Ankara'daki toplantının ardından Rojava’da yaşananlara bakmak lazım; cihatçıların yoğun saldırıları, Tişrin Barajı’nın canlı kalkan haline gelmesi, Kürt halkının önemli bir simgesi olan sanatçı ve bir eşbaşkanın katledilmesi… Bunlar doğrudan savaş uçakları ve bombalamalarla gerçekleştirildi ve bu uçakların kime ait olduğu açıkça biliniyor. Türkiye’de savaşa ayrılan bütçe, sivillerin katledilmesi anlamına geliyor. Bugün hâlâ halkın yaşamı için gerekli olan kaynakların bombalandığı bir süreç yaşanıyor.   Son dönemde yeniden başlayan barış tartışmaları, barışa gerçekten ikna olunduğu için başlamadı. Bölgesel savaşta İsrail'in yanında yer almak isteyen bir iktidar ve devlet aklı var. Tüm bu gelişmeleri bir araya koyduğumuzda, iktidarın köşeye sıkıştığını ve bu nedenle barış meselesini gündeme getirdiğini söyleyebiliriz. Ancak bu, ilkesiz ve onursuz bir barışa toplumu ikna etmeye yönelik bir çabadır. Kayyumlar, Rojava'ya yönelik saldırılar, siyasal mücadele alanlarına yönelik özel operasyonlar, yargı eliyle baskılar, kolluk güçleriyle sokakta yükseltilen şovenizm ve cinsiyetçilik gibi uygulamalar bir bütün olarak toplumu sıkıştırmayı amaçlıyor. Ancak karşısında bunu reddeden güçlü bir direnç dinamiği var.”   ‘Savaş çığırtkanlığına karşı yaşamlarımıza sahip çıkmalıyız’   Barış ve süreçte en nihayetinde kadınların önemli bir güç olduğunu söyleyen Burcugül Çubuk, "Biz uzun zamandır, eğer bir barış masası kurulacaksa bunun sadece iktidar, devlet ve PKK arasında olmaması gerektiğini, bu barışa kimlerin ihtiyacı varsa onların da o masada oturması gerektiğini söylüyoruz. Bunun ise ancak nasıl bir barış istediğimize karar verecek örgütlenme ve mücadeleyle mümkün olacağını vurguluyoruz" dedi. Kadınlar için barış talebinin daha önemli olduğunu vurgulayan Burcugül Çubuk, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bizi bütün sürecin dışında bırakmaya çalışan bir erkek devlet politikası var. Bu savaş hattını, emeğimiz, bedenimiz ve yaşamlarımız için durdurmak zorundayız. Bizim ihtiyacımız olan, şovenizme bileylenmiş erkeğin saldırılarından kurtulmak. Şovenizm erkekliği yüceltirken, ona herhangi bir olumlu yetenek kazandırmıyor; erkekliği tamamen kan, acı çektirme, şiddet ve saldırganlıkla dolduruyor.   Yani bu, politik bir vandalizm değil. Bu, toplumların geçmişte hayatta kalabilmek için zorunlu olarak ortaya koyduğu şiddet eylemleri de değil. Bu, doğrudan kirli savaşa insan yetiştirmek üzerine kurulu bir erkeklik yüceltmesidir. AKP'nin 'dindar ve kindar nesli' ile MHP'nin 'milliyetçi gençliği' anlayışı bu noktada ortaklaşıyor. Bütün bunlar ise kadınlara şiddet ve ölüm olarak geri dönüyor.   Kız ve oğlan çocukları, bir bütün olarak çok ağır bir saldırı altında. Bu, çok basit bir denklem. Bu nedenle bizim savaşa karşı bir barış mücadelemiz olmalı. Bedenlerimiz üzerinde tepinen savaş çığırtkanlığına karşı yaşamlarımıza sahip çıkmak ve kendi barışımızı örgütlemek zorundayız. Türkiye ve Kürdistan'da kadın kurtuluş mücadelesi veren kadınlar ve feministler olarak hepimiz ortak bir kadere bağlıyız. Bu ortak kaderi, yaşanabilir bir hayata çevirmek bizim elimizde."