Kendine ait bir odadan tiyatro sahnesine: Tiyatro Öteyüz

  • 09:01 26 Mayıs 2018
  • Kültür Sanat
Duygu Ciniviz- Habibe Eren 
 
ANKARA - Tiyatro Öteyüz ile bir araya gelen 13 kadın, Virginia Woolf'un "Kendinize ait bir odanız olsun” sözünü genişleterek kendilerine ait dünyayı sahneye yansıtıyor. Işıktan kostüme, oynadıkları metinlere kadar her aşamayı kolektif bir emekle hazırlayan kadınlar, kendilerinden başlayarak tüm kadınlara dokunmayı amaçlıyor. 
 
2001 yılında Batıkent Halkevi’nde “Kadın Tiyatro Topluluğu” olarak sanat hayatına başlayan kadın tiyatrosu “Öteyüz”, kadınlarda değişimi yaratmak amacıyla farklı kesimden birçok kişinin bir araya gelmesinden oluşuyor. Oyunlarında hazır metin kullanmayarak doğaçlama oynayan, ışıktan metne ve kostümlere kadar her şeyi kolektif emekle hazırlayan kadın tiyatrosu, asıl olarak 13 kişiden oluşsa da yeri geldiğinde sayı 70’i buluyor. Ev emekçisi, psikolog, emekli öğretmen ve işçiye kadar birçok kesimden kadınlar, hem sanatı hem de kadınlık deneyimlerini paylaşıyor. 
 
Her gün Batıkent Eğitim Sen Şubesi’nde provalarına devam eden Tiyatro Öteyüz ekibinden Muharrem Polat, Ayten Saçık, Hatice Atakan, Yurdagül Tanrıverdi ve Zuhal Kurşunoğlu ile kadın tiyatrosunu ve sanatı konuştuk. Tiyatronun oluşumuna ilişkin bilgi veren tiyatro yönetmeni Muhterem Polat, toplumda en çok ezilen kadın ve çocuklardan yola çıktıklarını belirterek, “Tek odağımız kadın, bunun üzerine yoğunlaştık. O süreçten beri devam eden bir çabamız var. İnsan kendisinin farkına varmadan çevresini göremiyor. Artık kendimizden aşıp daha fazla ne yapabiliriz diye düşünüyoruz” diyerek Öteyüz’ün bir araya gelme amacını özetledi. 
 
* Tiyatro Öteyüz’de bir gününüz nasıl geçiyor? Hepinizin kadın olması ve kadın duyarlılığını tiyatroya aksettirmek nasıl bir duygu? Öteyüz sizin için ne anlam ifade ediyor?
 
Muhterem Polat: Kendimiz çalışmayı hazırlıyoruz. Bir kişi çalışmayı planlıyor ve başlıyoruz. Oyun çalışmalarında bir tema seçiyoruz. Bunun üzerine araştırmalar yaparak tartışıyoruz. Gerektiği zaman bir uzman desteği alıyoruz. Bazen seminerlere gidiyoruz. Aldığımız bilgilerle yaptığımız doğaçlamalar metne dönüşüyor ve oyun böyle çıkıyor. 
 
Ayten Saçık: Sokakta, parkta oynuyoruz. 8 Mart’ta 25 Kasım’da oynuyoruz. Ankara dışına da çıkıyoruz festivallere. Öncelikle kendimizin ve çevremizin farkına vardık. Doğaçlarımızda onları kullanıyoruz. Yönetmen ve Işıkçımız Muhterem kendi kendimize yetmeye çalışıyoruz. 
 
Hatice Atakan: Burada en çok hoşuma giden farkındalık. Bir kadın olarak farkındalık. Ama Öteyüz’e en çok çeken ne derseniz?  Atıyorum ben burada farkındalığı üreterek, kadına dair üretimde olmak, bunları görmek ve bunları başka arkadaşlara anlatarak onlardan birinin gelmesi. Mesela ben geldim benden sonra başka bir arkadaşım geldi. Bir kadın dayanışması var. Repliklerimiz hazır metin değil. Konumuz genellikle kadın. Kendi adıma annelikten öte artık kadınlık daha ön plana çıktı Hatice adına. 
 
Yurdagül Tanrıverdi: Aslında ben Öteyüz’e okul olarak bakmaya başladım. Kadın olmanın ne demek olduğunu gördüm. Kendi bedenimizi kendi duygularımızı ifade edebilme şeklini keşfettik. Oyunlarımızın doğaçlama olması bence çok önemli. Kendimiz oynuyoruz ve doğaçlarımızı topluyoruz onlardan oyun çıkıyor. Hem yazıyoruz, hem oynuyoruz hem eğleniyoruz hem de dünyamıza dokunuyoruz. Bu çevremizdekilere de çok sirayet ediyor. Çocuklarımıza farklı gözlerle bakmaya başladık. Hepimizin çocukları var onları büyütürken daha farklı yaklaşmaya başladık. Çocuklarımız da bizimle birlikte kendi farkına vardılar. Erkek çocuklarımız kadınlara daha farklı bir kapıdan bakmayı keşfetti. Öteyüz bize dokunuyor biz de çevremizdekilere ve bu güzel bir dalga halinde yayılıyor. 
 
Ayşegül Eren: Öteyüz ile yolum Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nde kesişti. Orada kadın çalışması vardı. Arkadaşlarımız kadınlara drama dersi vermeye geldiler. Orada tanıştık o günden bugüne beraberiz. Ben bir hastalık sürecinden sonra Öteyüz ile tanıştım. Hayata küstüğüm hiçbir şeyi düşünmediğim dönemde karşıma çıktılar. Ondan sonra kendi iç dünyama bir yolculuk başladı. Önce kendimi bulmam gerekiyordu. Kendimi bulmadan kimseye faydam olmayacağımı biliyordum. Önce kendimi keşfettim şimdi elimizden geldiği sürece diğer kadınlara dokunmaya çalıyoruz. Kendi kalemimizle bir şeyler yapıyoruz. Arkadaşımız elindeki çuvalı dikiyor ya da elimizde bulunan bir karton şapkamız oluyor. Kendimiz ürettiğimiz için daha mutlu oluyoruz. 
 
* Kadınlara dönük baskının ve saldırının bu kadar artığı bir dönemde kendinizi tiyatroda var etmek ne anlama geliyor? Kadınların diğer alanlarda olduğu gibi yok sayıldığı sanat alanında bu duruma karşı nasıl bir tepkisellik geliştiriyorsunuz? Bu oyunlarınıza nasıl yansıyor?
 
Muhterem Polat: Her dönemde kadın olmak zor elbette. Tiyatroya başladığımız zaman gerçekten evden çıkmak zordu. Hayatımızda iktidar hep var oldu zaten bu bizim için yeni bir şey değil. Ama biz artık bununla nasıl baş edebileceğimizi gerçekten biliyoruz. Onların da en çok korktuğu şey bu. O kadar çok kadın kaybediyorsa özgürlük davası için kaybediyor. ‘Özgür olmak istiyorum’ diyen kadına hiçbir şekilde tahammülleri yok. Evde kocası yukarıda başkası öldürmeye çalışıyor. Bir de şöyle bir çelişki var. Bir taraftan eve kapatmak istiyor ama bir taraftan da ucuz işçiye ihtiyacı var. ‘Sen çalış ama üste gelme’ bu çıkıyor. Bugün ki iktidar böyle bir cebelleş içinde. Bir taraftan da korku ve baskıyla elinin altında tutabileceğini düşünüyor. Bence artık öyle bir dünya yok. Bunu çok iyi biliyor onlarda. Güneydoğu’da ki kadın çalışmalarına baktığımızda tüyleri ürperiyor.  En son Meclis’te kadınların çıkmasını bir etkinlikte engellediler. Bir küreselleşme ve dünyaya yayılan bir bilgi var AKP istediğini yapamaz. İstemeseler de bu büyüyecek. 
 
Ayten Saçık: Biz tiyatroda genel olarak kadın konularına ağırlık veriyoruz ama sadece mevzu bu değil. Eğitimden ‘kentsel dönüşüm’e ve tüm toplumsal sorunlara parmak basıyoruz. Bazen bu sefer oyunda komedi yapalım diyoruz ama iş yine Türkiye’deki sorunlara geliyor. Kadınlar kendi potansiyelinin farkına varabilseler aslında müthiş bir güç olur. Baskının artma nedeni de kadınların ses çıkarması. Ama sonuçta potansiyelimizin farkına varıp ‘hayır’ demeliyiz. 
 
Ayşegül Eren: Bizi sindirme politikaları bunlar. Önce kadını korkutacaklar eve kapatmaya çalışacaklar. O kadınlarda hiç kimseye dokunamayacak. Kadının gücünden korktukları için bu uygulamaları devreye sokuyorlar. Biz buna izin vermeyeceğiz. İnsanlar sokağa çıkmaya kokuyor elbette ama biz çok rahat sokak oyunlarına çıkıyoruz. Orada her şeyle karşılacağımızı bile bile sokakta buluşmalar gerçekleştiriyoruz. Korkmayacağız dim dik durmaya devam edeceğiz. 
 
Zuhal Kurşunoğlu: Bu sene ilk defa katıldım. Ortamımız çok güzel, gelince stres atıyorum çok mutlu oluyorum. Burada olmak ve bir şeyler yapmak çok keyif verici. 
 
* Tiyatroda oyun sergilerken kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
 
Ayşegül Eren: Hepimiz farklı kesimden gelen kadınlarız. Ama kimliklerimizi kapının dışına bırakıp giriyoruz. Haftada bir ücretiz terapi oluyor bize. 
 
Muhterem Polat: Terapi kısmına çok katılmıyorum. Burada kendimizi iyi hissettiğimiz doğru ama burada olmamızın ayrı bir anlamı da var. Tiyatro ile kadın çalışmasının inanılmaz bir dönüştürücü gücü var. Evde şiddete uğrayan, eşinden ayrılan ve çocuğuna şiddet uygulayan apartman görevlisi bir arkadaşım ‘Sizin aranıza katıldıktan sonra çocuğumu dövmemeye başladım. Bunun iyi bir şey olmadığını sizinle fark ettim’ diyor. Emekli öğretmen bir arkadaşımız başta feminist deyince ‘aaa’ falan diyordu. Aklına başta erkek düşmanı algısı geliyordu. Bugün ‘Feminizm gerçekten çok güzel bir ideoloji’ diyerek geliyor. Mahalleme dokunuyorum, komşuma dokunuyorum dokundukça büyüyorum. Dokundukça açılıyorum. Öteyüz dayanışma anlamında da çok değerli. Daha önce Halkevinde, Mamak’ta, Tuzluçayır’da, Batıkent’te çok güzel sonuçlar elde ettik. Festivallerde yer aldık. Bu bizim için çok değerli. Her zaman kadının yanındayız. Kadının gücünü göstermek gereken diyen birileri var burada. Eğer bir kadın kendi içindeki gücü fark ederse çok şey yapabilir. 
 
Ayten Saçık: Doğaçlama yaparken çocuklaşıyoruz. Özgürleşiyoruz. Hangi ruh haline girersek girelim paylaşıyoruz dayanışıyoruz. Üretiyoruz.  Çoğu kez kadın dayanışmasına da sahne oluyor. Geçen yıl çalışırken burada bir güvenlik görevlisi geldi. Görevli, şiddet görmüş karakola girmiş bir kadını ‘Düşündüm ne yapayım ama en iyi siz bilirsiniz diye buraya getirdim’ dedi. Sonra kadınla biz ilgilendik. Kadın evde birçok kişi tarafından cinsel saldırıya maruz kalmış. Geldi tanıştı bizimle biz Baro’ya götürdük. Bu dokunma olayının bir sonucu oluyor. 
 
* Neler paylaştınız ve kadınlara nasıl bir çağrınız var?
 
Ayşegül Eren: Kadınlara biraz cesaretli olsunlar diyorum. Kendi gücümüzün farkına varalım. Birlikten kuvvet doğar tek başına hiçbir şey olmuyor. Muhakkak bir dayanışma olması gerekiyor. Bu Öteyüz de başka kadın platformları da olabilir. Neresi yakınsa orayı bırakmayıp sımsıkı tutmak gerekir. 
 
Yurdagül Tanrıverdi: Her kadının soysal etkinlikler içerisinde olması gerekiyor. Kadınların kendine ayıracağı bir vakit ve alan olması gerekiyor. Tiyatro olabilir sanatın herhangi bir dalı olabilir fark etmez. İnsan kendi ile baş başa kaldığı zaman kendini sevmeyi öğreniyor. 
 
Ayten Saçık: Her kadının Wirginia Woolf’un dediği gibi ‘kendine ait bir odası’ olmalı derken kendine ait mekânların olması ve bunları yaratması gerekiyor. Kendi iç yolculuğunu yaotıktan sonra hayatın içine akması ve herhamgi bir şeyin içinde olması gerekiyor. Bu kültür sanat olur başka bir alan olur fark etmez. Ama mutlaka kapıyı çekip dışarı çıkması gerekiyor.  Tekken eğilebilirsiniz belki ama bir doluyken eğdiremiyorlar. Onu yakalamak gerekiyor. Yeter ki istesin
 
Zuhal Kurşunoğlu: Kadınlar her yerde her zaman güçlüler herkesi dayanışmaya bir arada olmaya davet ediyorum. 
 
Muhterem Polat: Anneliği kutsadı bu devlet, askerliği kutsadı bu devlet, erki kutsadı bu devlet.  Kadının evde olmasını kutsadı bu devlet. Kutsanan şeylere aslında karşı durmak gerekiyor. Kutsal olanlardan vazgeçmek gerekiyor. 
 
Hatice: Üreteceğiz ve geri adım atmayacağız. Korkun bizden.