Tutsak sanatçı Dilan Cudi Saruhan: Asla ıslah olmayacağım!

  • 09:05 4 Temmuz 2023
  • Kültür Sanat
Marta Sömek
 
İSTANBUL - Bilgisayarındaki Kürtçe şarkılar “örgüt üyesi” olmasına delil sayılan ve tutuklanan sanatçı Dilan Cudi Saruhan, 6 yıldır tutulduğu cezaevinde üretimini aralıksız sürdürürken, “Cezaevini hep bir ‘ıslah evi’ olarak tanımlamışlar. Madem öyle ben de kimliğimden, düşüncelerimden ve kadınlığımdan ötürü asla ıslah olmayacağım” diyor. 
 
Kürt halkına yönelik iktidarın saldırı, asimilasyon, yasak ve soykırım politikalarından Kürt sanatçılar da en çok “nasibini” alanlardan. Sokaklarda Kurmancî şarkı söylemek dahi “suç” olarak gösterilerek sokak müzisyenleri saldırıya uğruyor, gözaltına alınıyor. Onlarca Kürt sanatçı ise yargılanarak uzun yıllar tutsak ediliyor. Buna rağmen her koşulda sanat, müzik, tarih gibi birçok alanda kültürel değerler yaşatılmaya devam ediyor. Bu mücadelede yer alan isimlerden biri de tutsak sanatçı Dilan Cûdî Saruhan.
 
Yürüdüğü sokaklara parmak izi bıraktı…
 
Dilan, 2015 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nü kazandı. 2017 yılında TÜYAP İstanbul Sanat Fuar’ında “Bak! Ben Buradayım Gökyüzü Kadar Çıplak” isimli videoart çalışmasının yanı sıra Versus Art Project’te gerçekleşen Vakka Esmod Majida Khattari defilesinde de bir performans gerçekleştirdi. Birçok filmde sanat yönetmenliği asistanlığı yapan Dilan, 26 Nisan 2017’de “Bak! Ben Buradayım Gökyüzü Kadar Çıplak” isimli video işini Marmara Üniversitesi’nin Güzel Sanatlar Fakültesi’nde performe etti. Dilan sık sık maruz kaldığı adli kontrol ve sürekli verdiği parmak izlerinden yola çıkarak kamusal alana, okula, toplu taşıma araçlarına ve yürüdüğü sokaklara parmak izi bıraktığı bu video performansıyla Viyana’daki Hinterland Galeri’deki karma sergiye katıldı. 2018 yılında sanatçıya İran’daki Tahran Azad Galerisi’nden gelen teklif ile Dilan’ın “Bak! Ben Buradayım Gökyüzü Kadar Çıplak” isimli çalışması İran’da da izlendi.
 
Arkadaşıyla mesajlaştığı için tutuklandı!
 
Sanatçı Dilan’a arkadaşıyla yaptığı mesajlaşma, “hayatın olağan akışına aykırı” görülerek “örgüt üyeliği” suçlamasıyla 9 yıl hapis cezası verildi. 13 Aralık 2017 tarihinden beridir Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutulan Dilan, tutsaklık sürecinde de daima üretmeye devam etti. Dilan cezaevinden gönderdiği bir mektupta, tutsaklığın emeği ve özgürlüğünü “esir” alamayacağını şu cümlelerle anlatmıştı: “Özcesi nerede olursam olayım, dört duvarın ardında, 7 kapılı, 21 kişilik bir labirentin içinde ve demir parmaklıklar arkasında olsam da bu ‘ıslah’ evinde kontrolcüler tarafından mahremiyetim işgal edilmeye çalışılsa da buradaki 21 kadının emeğiyle özgür ruhumdan ve özgür düşüncemden vazgeçmeyeceğim ve asla ıslah olmayacağım….”
 
Çalışmaları sergilendi: Görülmüş Mektuplar
 
Sanatçı Emre Zeytinoğlu, Dilan’ın 2020’den 2022 yılına kadar kendisine gönderdiği mektupları derleyerek geçtiğimiz yıl 15 Mart 2022 tarihinde Şişli’de bulunan Galeri/Miz’de “Görülmüş Mektuplar” isimli bir sergi hazırladı. Sergide, Dilan’ın kaleminden aktarılan mektupların metinleri ve görselleri bir araya getirilerek bir dökümantasyon ve proje sergisine dönüştü. Dilan’ın, “Ben şimdi küçük karabalık gibi koskoca bir deryada yolumu arıyor, bulmaya çalışıyorum” sözleri de sergide sanatseverleri karşıladı. Üç bölümden oluşan sergide Dilan’ın, “2018-2019 yıllarında benim ömrümden ömür götüren bir süreci üç adet mendile işledim” sözleriyle üç dilde işlediği “min ji bir neke”, “seni asla unutmayacağız” ve “remember me” mendili sergilendi. Yine sergide Dilan’ın yeşil duvarlı koğuşlarına astığı çizimler, gönderdiği mektuplar, “Yukarıya Çıkmak Herkesin Hakkı 2020 Volta” isimli ve “Ağaçları çok özledim. Çiçekleri, çamuru… Dağlı bir kadınım ben, dağları özledim. Ama denizi de özledim” yazılı dağ resmi, saçlarla yaptığı ve özgürlüğe uzanan bir köprü olarak tanımladığı “Köprü 2 Kasım 2020” isimli çalışması ve cezaevi hatıraları ile birlikte çok sayıda çalışması yer aldı.
 
‘Umutlarım gökyüzünün tavanı kadar’
 
Dilan sergide, “Bir baktınız, ben çıkıp gelmişim. Benim umutlarım gökyüzünün tavanı kadar. Yakında tahliye olacağıma inanıyorum. Zindan gören herkesin, peyderpey gördüğü özgürlük ve kaçış rüyaları vardır” sözleriyle fiziki özgürlüğüne kavuşacağı günleri betimlemişti.
 
6 yıldır Bakırköy Cezaevi’nde tutulan ve tüm baskılara karşı üretmekten vazgeçmeyen Dilan, JINNEWS’in sorularını yanıtladı.
 
* Öncelikle durumunuz nasıl? Maruz kaldığınız hak ihlallerini anlatabilir misiniz?
 
Hak ihlalleri, cezaevinde yaşadığımız sorunların birincil gündemini oluşturmakta. Beden ve iradenin tahakküm ya da denetim altına alınmaya çalışıldığı her yerde hak ihlallerinin olmaması doğanın tabiatına aykırı. Elbette ben de burada bulunduğum süre içerisinde birçok hak ihlaline maruz kaldım. Her şeyden önce altı yıldır tutuklu bulunduğum dosyanın hala sonuçlanmaması benim için başlı başına bir hak ihlali. Fakat cezaevinde yaşadığım/yaşadığımız hak ihlallerinin başında sağlık hakkı gelmekte. Kelepçeli muayene bu konudaki en büyük sorunumuz. Özgürlüğümüzden mahrum olsak da insan onuruna yakışır bir şekilde sağlık hizmeti almak tüm tutsakların hakkı. Bu hak tüm hukuk devletlerince güvence altına alınmasına rağmen kolluk kuvvetlerinin muayene odasında bulunması ve muayene esnasında kelepçenin açılmaması ne etik ne de hukuki. Özellikle bu durum siyasi tutsaklara baskı amaçlı dayatılmakta ve işkence haline dönüşmekte.
 
Doktor dilekçeyi muayene ediyor!
 
Yine bunun yanı sıra revir doktoru tarafından hastane sevkleri zorlaştırılmakta. Revir doktorunun yüz yüze muayene etmeden sağlık sorunlarını dilekçe üzerinden okuyup tanı koyarak reçete yazmasını da ifade etmek gerekli. Muadil ilaçların dağıtımı her geçen gün artmakta. Bunlar sağlık noktasında yaşadığımız sorunların başında gelmekte. Bunlardan bağımsız kitap kotasının çok sınırlı olması ve kitap dağıtım zamanlarının çok zamana yayılması da başka bir sorun. Ayrıca kitap kotasının bulunması hangi iyileştirme koşullarına göre konulmuş anlaşılır değil. Bunun siyasi tutsaklara yönelik özel olarak alınmış bir karar olduğunu düşünüyorum.
 
İdarenin ‘keyfi cezalandırma sistemi’
 
Ziyaret saatlerinin kısalığı, mektupların geç dağıtımı, sudan sebeplerle disiplin cezalarının verilmesi, belirli yayınların cezaevine girişine izin verilmesi, dışarıdan gelen paketlerin içeriğiyle ilgili bireysel keyfi yasaklamalar… İdarenin kendi yarattığı diğer ihlallerini de eklemek gerekir. İdare de bizleri bazı haklardan yoksun bırakarak ayrı bir cezalandırma sistemine tabi tutmakta. Zaten hapishanede yasaklama kararları dışında siyasiler için alınan başka karar yok. Ya her şey çok çok yasak ya da çok çok sınırlı.
 
* Arkadaşınızla yaptığınız mesajlaşma “hayatın olağan akışına aykırı” görülerek “örgüt üyeliği” suçlamasıyla 9 yıl hapis cezası aldınız. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Benim duruşum aslında Türkiye’deki denetim mekanizmasının kadına bakış açısını göstermekte. Burada “hayatın olağan akışına aykırı” olmak kişinin kimliğinden, cinsiyetinden, yaşadığı ve doğduğu yerden bağımsız ele alınmamakta. Zaten kişi tüm bu etmenlere sahip olsun, biriyle mesajlaşsın ya da mesajlaşmasın o kişi “hayatın akışına aykırı” kişidir. Suç üretme potansiyeline sahip gözüyle bakılmakta. Özgürlükten yoksun bırakma sıradan, “olağan” bir hale geldiği için lehime deliller olmasına rağmen “hayatın olağan akışına aykırı” gibi bir bahaneyle cezaevine konuldum. Sosyal medyadaki muhalif paylaşımlarım ve bilgisayarımdaki Kürtçe şarkılar “örgüt üyesi olmama” yetti. Yani kadın olmak, Kürt olmak, muhalif olmak ya da o olmak suçluluk kanaati için yeterli bir gerekçe olarak görülmekte. Diğer bir husus ise başta da belirttiğim ve benim gibi birçok kişinin yaşadığı yargı tarafsızlığı ve yargının yavaşlığı sorunu. Bunlar çok önemli ve ciddi konular. Acil çözüm bulunmalı.
 
‘Mahkemeler eylemi mi kişinin kimliğini mi yargılıyor?’
 
Bu sorunların hepsi politik irade yoksunluğundan kaynaklanmakta. Yargının yavaşlığı yıllarca cezaevinde kalan tutsak için yaratılan büyük belirsizlik. Bu kendi başına psikolojik bir şiddet hali. Sormak gerek. Burada mahkemeler eylemi mi yargılıyor, yoksa kişinin kimliğini mi ya da içinde bulunduğu koşulları mı?
 
* Cezaevine girdikten sonra da sanatsal çalışmalarınızı sürdürmeye devam ettiniz. Tutsaklığınız içerisinde üretiminizi nasıl sürdürdüğünüzü ve bunun sizi nasıl etkilediğini anlatabilir misiniz?
 
Sanatsal üretim denen şey biraz da kolektif bir çalışmayla ortaya çıktığı için cezaevinde zorluk boyutunu malzemeye ulaşma ve üretimi muhafaza etme noktasında yaşadım. Burada en basit kırtasiye malzemeleri bile yasak. Bant, makas, yapıştırıcı gibi şeyler. Boyadan bahsetmiyorum bile : )  Bazı şeylerin ya satışı yok ya da yasak. O yüzden malzemeyle ilgili birçok şeyi hayal gücüne, deneme yanılma yöntemine bıraktım ve keşfetmeye çalıştım. Makyaj malzemeleri kullandım, dikiş nakış yama yaptım. Ya da hazır nesne biriktirmeye çalıştım. Ancak üretimi muhafaza etmek ya da malzemeyi korumak büyük sorun. Her ay düzenli ‘koğuş araması’ yapılmakta, bir de bakanlık talimatıyla yapılan özel aramalar var. Genelde arama esnasına eşyaların, kıyafetlerin yere saçılabilir, dağıtılabilir, zarar görebilir hatta kaybolabilir.
 
Çalışmalarına el konuldu, soruşturma başlatıldı
 
Bir düzine gardiyan ekibine sadece bir iki tutsak arama esnasında eşlik edebilir. Dolayısıyla kişi odada değilken içerideki hengameden haberdar olmayabilir. İşte tam da bu sırada yaptığın çalışma ya da malzemelerin bir gardiyan tarafından alınıp “amaç dışı kullanım ya da istiflemek, biriktirmek yasak” denerek el konabilir. Mesela 29 Ekim 2022 tarihinde olağanüstü bir arama yaşandı. Fotoğraf, kitap, defter, yazılı yazısız ne varsa koğuş dışına incelemeye götürüldü. Bizler de havalandırmaya kilitlendik. Ardından birkaç ay sonra kimi eşyalarımız verildi, kimi verilmedi. Soruşturmaya tabi tutuldu bunlar. Yazdığım birçok hikaye, şiir gibi edebi çalışma kayıp. Yüze yakın çizimim hala ortada yok. Yani bunlar kişiyi manevi boyutuyla çok fazla etkilemekte.
 
* Tutsaklığın, emeğinizi ve özgürlüğünüzü “esir” alamayacağına dair gönderdiğiniz bir mektupta şunları söylemiştiniz: “Özcesi nerede olursam olayım, dört duvarın ardında, 7 kapılı, 21 kişilik bir labirentin içinde ve demir parmaklıklar arkasında olsam da bu ‘ıslah’ evinde kontrolcüler tarafından mahremiyetim işgal edilmeye çalışılsa da buradaki 21 kadının emeğiyle özgür ruhumdan ve özgür düşüncemden vazgeçmeyeceğim ve asla ıslah olmayacağım….” Bu düşüncelerinizden bahsedebilir misiniz?
 
Sanırım gönderdiğim mektup yayına hazırlanırken küçük bir sorun yaşamış. Çünkü 7 kapı, 21 kilit demiştim. Her kapının açılması için üç kilit açılmalı. Ve her koridor bir bloğa açılmakta. Bloklar ise birden fazla koğuşa, odaya, havalandırmaya ya da hücreye açılmakta. Çıkış için 7 kapı ya da 7 eşik geçmek gerekir. Her yer böyle mi bilmiyorum ama burası böyle. Sürekli anonslar yapılmakta ve kimi talimatlar verilmekte. “İlaç dağıtımı başlamıştır ilaç için hazırlanın, sayım başlamıştır sayım için hazırlanın, görüş için hazırlanın avukat görüşü için hazırlanın” vb. birçok anons. Açlık oyunları gibi bence. Tuhaf bir parodi.
 
‘Asla ıslah olmayacağım!’
 
Şunu da eklemek isterim, burada vakit geçirdiğim her kadının üstümde emeği çok. Gerek manevi boyutuyla gerek üretimlerimde yaptıkları önerilerle çok şey öğrendim onlardan. Bunları yazdıklarımda, günlüklerimde ve ürettiklerimde hep anlatmaya çalıştım. Yaşadıkları acımasız tecrübelere rağmen hayattan, mücadeleden vazgeçmemeleri düşüncelerime, ruhuma sirayet etti. Cezaevini hep bir ‘ıslah evi’ olarak tanımlamışlar. Madem öyle ben de kimliğimden, düşüncelerimden ve kadınlığımdan ötürü asla ıslah olmayacağım.
 
* Yine, “Ben şimdi küçük karabalık gibi koskoca bir deryada yolumu arıyor, bulmaya çalışıyorum” sözlerini kullanmıştınız. Mücadeleniz ve cezaevinde zamanınızın nasıl geçtiğini anlatabilir misiniz?
 
Samed Bahrengi’nin “Küçük Kara Balık” hikayesini herkes bilir. Cezaevine girdikten sonra babamın bana bu kitabı alıp göndermesi çok etkilemişti beni. Karanlıkta öğrenmek için büyük denize yola çıkmakta. Yazdığım o mektupta da şimdi de kendimi küçük kara balık gibi hissediyorum. Cezaevine girmiş olmam hayattan, öğrenme arzumdan, heyecanımdan vazgeçirmedi. Her yeni gün yeni bir şeyler öğreniyor, yeni refleksler geliştirmeye çalışıyordum. Bu yüzden yaptıklarım bir şeye dönüşmeli, iyi bir şey olmalı diyorum. Yoksa burası kör bir kuyu olabilir. Doğal olarak her gün kendimle kavga ediyorum ve eskiyen, anlamsızlaşan yanlarımı yenmeye çalışıyorum.
 
* Vermek istediğiniz bir mesaj, çağrı, ya da söylemek istediğiniz bir şey var mı?
 
Bence kadınlar artık eteğindeki taşları döküp gediğinde oturtmalı.
 
* Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
 
Bir ağaca sımsıkı sarılmak istiyorum.