Erkek şiddetinin acımasız yüzü bu belgeselde: Şiddetin Yüzü

  • 09:02 14 Ocak 2021
  • Kültür Sanat
Nişmiye Güler
 
İSTANBUL - Erkek şiddetinin ürünü olan kimyasal madde saldırısına dikkat çekmek amacıyla “Şiddetin Yüzü” belgeselini hazırlayan gazeteci ve yönetmen Esra Açıkgöz, “Bu belgesel, erkeklerin acımasız saldırılarına, işkencelerine rağmen hayatlarına devam etmeyi başaran, taleplerini dillendirme cesaretini gösteren kadınların anlatısı ve bir şekilde ‘Asla yalnız yürümeyeceğiz!’ demenin bir yolu” sözleri ile belgeselin amacına dikkat çekiyor. 
 
Türkiye’de erkek-devlet şiddetinin her türlüsünün ayyuka çıktığı bir süreçte gazeteci ve yönetmen Esra Açıkgöz, “Şiddetin Yüzü” belgeseli ile bu şiddete dikkat çekiyor. Yönetmen Kenan Özer ile birlikte çalışan Esra, kimyasal madde saldırısı sonucu katledilmek istenen ve yaralanan kadınların hayatlarına odaklanıyor. Saldırıya uğramış 3 kadının röportajlarına yer verilen belgeselde, kadınların yaşadıklarını tüm çıplaklığıyla seyirciyle buluşturma hedefleniyor. 
 
“Şiddetin Yüzü” belgeselinin yaratıcısı Esra Açıkgöz ile belgeselin açığa çıkma aşamalarını ve vermek istediği mesajı konuştuk. 
 
*Erkek-devlet şiddetinin her geçen gün daha da arttığı bir süreçte “Şiddetin Yüzü” adlı belgesel çalışmasını gerçekleştirdiniz. Fikir nasıl ortaya çıktı?
 
Kadına yönelik erkek şiddeti, uzun zamandır bir katliama dönüşmüş durumda. Bu artık bir hayat mücadelesi. Bir yanda kadınları kendi malı gibi gören, onlara işkence etmek, öldürmek hakkıymış gibi davranan erkekler, bir yanda onları kollayan, söylemleriyle cesaretlendiren siyasiler… Her kadın gibi ben de bunların arasında hayatta kalmaya çalışırken bir gazeteci olarak da bu soruna dikkat çekmek için haberler hazırlıyordum. Özellikle 2000’den sonra kadınlara yönelik kezzap, asit gibi kimyasallarla yapılan saldırılara yönelik haberlerin fazlalaştığı dikkatimi çekmişti. Araştırdıkça bu saldırılarla ilgili çok da çalışma yapılmadığını gördüm. Böylece buna daha çok kafa yormaya başladım.
 
*Fikir ortaya çıktıktan sonra kimle paylaştınız? Sonrası nasıl gelişti?  
 
Öncelikle işe, bu konu hakkında araştırma yaparak başladım. Ancak Türkiye’de toplumsal sorunlarla ilgili her konuda olduğu gibi bununla ilgili de yeterli veri yoktu. Bu nedenle kadınlara ulaşmak hiç kolay olmadı. Ajans haberlerini, yerel gazeteleri taradım. Böylece kendimce bir liste hazırladım. Ancak iş bununla bitmiyordu. Çünkü haberlerin çoğu “asayiş, polis haberi” düzeyindeydi. Olayın ilk yaşandığı an haberleştirilmiş ancak fikri takip yapılmamıştı. Kadınlara ne olduğuna hatta davalara yönelik haberler bile yoktu. Belgeseli birlikte çektiğim Kenan Özer’le birçok şehirden yerel basında çalışan gazetecilerle iletişime geçtik. Kadın örgütleriyle, derneklerle, baroların kadın komisyonlarıyla bağlantı kurduk. 
 
*Kadınlar şiddetin birçok şekline maruz kalıyor. Fiziksel, ekonomik, psikolojik vs. Neden özellikle yakıcı madde yani kimyasal ile olan saldırı şeklini yansıtmayı tercih ettiniz?
 
"Kezzap, asit gibi kimyasallarla yapılan saldırılar erkek şiddetinin vardığı vahşeti gösteriyor ancak bunun üzerine çok da konuşulmuyor. Dediğim gibi bu acımasız saldırıya uğrayan kadınların sonrasında hayatlarına nasıl devam ettikleri, nelere ihtiyaç duydukları, devletin nasıl bir destek mekanizması olduğu ya da olmadığına yönelik fazla haber yok. Kadınlara söz vererek, bunların konuşulmasına az da olsa katkı sunabilmek için bu konunun peşine düştük"
 
Evet, dozajı ve türü değişmekle birlikte sadece kadın olduğumuz için hayatımızın birçok alanında, aileden sokağa kadar her yerde ne yazık ki hepimiz şiddetle karşı karşıyayız. Erkeklerin kadınlara yönelik şiddeti, cinayete kadar varıyor. Görevi kadınları korumakken erkekleri “ayıplamakla” yetinen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun açıklamalarına göre 2020’de 234 kadın öldürüldü. Ancak Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun 2020 raporu bu sayının 300 olduğunu gösteriyor. 171 kadının ise şüpheli şekilde ölü bulunduğu vurgulanıyor. Kadına yönelik erkek şiddetiyle ilgili her konunun üzerine çok konuşulmasını, tartışılmasını önemsiyoruz. Bizi harekete geçiren itekleyici güç de zaten bu oldu. Kezzap, asit gibi kimyasallarla yapılan saldırılar erkek şiddetinin vardığı vahşeti gösteriyor ancak bunun üzerine çok da konuşulmuyor. Dediğim gibi bu acımasız saldırıya uğrayan kadınların sonrasında hayatlarına nasıl devam ettikleri, nelere ihtiyaç duydukları, devletin nasıl bir destek mekanizması olduğu ya da olmadığına yönelik fazla haber yok. Kadınlara söz vererek, bunların konuşulmasına az da olsa katkı sunabilmek için bu konunun peşine düştük. 
 
*Belgesel sürecinde kaç kadınla görüşme şansınız oldu? 
 
Belgesel için on kadına ulaştık ancak saldırıyı gerçekleştiren erkekler cezaevinde olsa da konuşmaktan kaygılananlar oldu. Kamera önüne geçmeyenlerin kimi telefonda da olsa yaşadıklarını uzun uzun paylaştı. Mesela bir kadın arkadaş, “Kezzaplı saldırıya uğradıktan sonra boşanma davam üç yıl sürdüğü için yine o yaratığın soyadını taşımak zorunda kaldım. Sorduklarında söylemeye utanıyordum. Bunu da yazın, unutmayın” diye uyarmaktan kendini alamadı. En üzücüsü de iki kadının eşleriyle barıştığını öğrenmek oldu. Kadınlar, devlet tarafından korunmadığı gibi herhangi destek mekanizması da sağlanmıyor, bu nedenle ekonomik bağımsızlığı bulunmayan kadınlar bazen ne yazık ki başka çıkar yol olmadığını düşünebiliyor… 
 
Belgeselde boşanmak istediği eşi, terk ettiği sevgilisi tarafından kezzaplı saldırıya uğrayan üç kadınla yaşadıklarını, karşılaştıkları zorlukları konuştuk. Ayrıca konuyla ilgili hukuki eksiklikleri, sorunları, talepleri İskenderun Kadın Platformu Avukatı Mehtap Sert’e sorduk. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın 19 yıldır gönüllü sosyal çalışmacısı yani şiddete uğrayan kadınların ilk temas ettikleri kişi olan Gülsün Kanat ise, kadınların psikolojilerini, taleplerini ve çözüm için yapılabilecekleri dillendirdi.
 
*Kadınlar maruz kaldıkları saldırı, tedavi ve dava sürecine dair neler anlattı? Kısaca anlatır mısınız?
 
“Bu vahşi saldırı anını anlatmak kadınlar için kolay değil, bunu bildiğimiz için bu konuda ne paylaşmak istediklerini onlara bıraktık. Gördük ki, üçünün de anlattıkları arasındaki önemli ortak noktalardan biri, erkeklerin bu saldırıları planlı ve bilinçli şekilde gerçekleştirdiği. Yani öyle eril zihniyetin öne sürdüğü gibi “bir anlık kızgınlık”la yapılmış bir saldırı değil bu”
 
Bu vahşi saldırı anını anlatmak kadınlar için kolay değil, bunu bildiğimiz için bu konuda ne paylaşmak istediklerini onlara bıraktık. Gördük ki, üçünün de anlattıkları arasındaki önemli ortak noktalardan biri, erkeklerin bu saldırıları planlı ve bilinçli şekilde gerçekleştirdiği. Yani öyle eril zihniyetin öne sürdüğü gibi “bir anlık kızgınlık”la yapılmış bir saldırı değil bu. Erkekler kezzaba ulaşmak için uğraşıp kadınları birkaç gün takip ederek pusu kurup öldürücü olabilecek bu saldırıları gerçekleştiriyorlar. Ancak ne yazık ki, akıl sağlığı yerinde olan herkesin yapacağı gibi mahkemeye kravat takıp geldikleri, sessiz durdukları için “iyi hal indirimi”yle az ceza alıyorlar. Örneğin, Berfin Özek’e dershaneden eve dönerken pusu kurup 1.5 litre saf kezzap atarak bir gözünü kör eden Casim Ozan Çeltik sadece 13 yıl ceza aldı. Bu da üç yıl kapalı, iki yıl açık cezaevi demek. Yani üç yıl yatıp çıkacak. Oysa 1.5 litre saf kezzap bir insanı öldürebilecek güçte. Hatırlıyorsunuzdur belki, Antalya’da eski eşi Bünyamin Bardakçı tarafından kezzaplı saldırıya uğrayan Asiye Güzel, yoğun bakımda verdiği iki aylık mücadele sonrasında hayatını kaybetmişti. Dolayısıyla kezzaplı saldırılar yaralama amaçlı denilip geçilecek bir şey değil. Bu yüzden avukatlar, suçluların öldürmeye teşebbüsten yargılanmasını istiyor.
 
Tedavi sürecine gelince, bu uzun zaman alıyor. Kadınların vücudunda kalan izler, anında suyla müdahale edebildilerse biraz daha hızlı iyileşiyor ancak o bile bir yılı bulabiliyor. Bazen kalıcı izlere hatta uzuv kaybına da neden olabiliyor. En kötüsü de devlet, sadece hayati tehlikeyle ilgili ameliyatları karşılıyor. Kadınların en azından günlük hayatlarını sıkıntı yaşamadan geçirebilecek şekilde tedavi alması ne yazık ki “lüks” olarak görülüyor, estetik operasyonlar karşılanmıyor. Ayrıca kadınlara psikolojik olarak da özel bir destek sunulmuyor. Hayatlarını devam ettirebilmek için gerekli maddi destekten ya da istihdam kolaylığından da yoksunlar. Oysa bazıları çocuklarıyla birlikte hayatta kalma mücadelesi veriyor. 
 
*Görüştüğünüz bu kadınların yaşamlarına dokunmak size nasıl hissettirdi? Duygusal olarak zorlandığınız anlar oldu mu? 
 
“Çünkü kadın olarak bu “tehlike” hiçbirimiz için çok uzak değil. Bu eril zihniyet devam ettiği sürece, kadına yönelik erkek şiddetinin vahşet sınırlarını zorlayarak devam edeceğini hepimiz biliyoruz. Aylin Sözer’in iki gün boyunca evinde işkence edildikten sonra yakılarak öldürülmesi münferit bir olay değil. Bu, düzgün uygulanmayan cezaların, iktidar tarafından kollanan hatta övülen şiddetin, giderek artan kadın düşmanlığının bir sonucu”  20 yıllık gazetecilik hayatımda ağırlıklı olarak toplumsal sorunlarla ilgili haberler yaptım. Dolayısıyla genel olarak röportajlarım sonrasında hep bir “ağırlık”la devam ettim hayatıma. Ancak bu belgesel sürecinde yaşananları dinlemek beni biraz daha zorladı. Çünkü kadın olarak bu “tehlike” hiçbirimiz için çok uzak değil. Bu eril zihniyet devam ettiği sürece, kadına yönelik erkek şiddetinin vahşet sınırlarını zorlayarak devam edeceğini hepimiz biliyoruz. Aylin Sözer’in iki gün boyunca evinde işkence edildikten sonra yakılarak öldürülmesi münferit bir olay değil. Bu, düzgün uygulanmayan cezaların, iktidar tarafından kollanan hatta övülen şiddetin, giderek artan kadın düşmanlığının bir sonucu.  
 
* Her kadının yaşayabilme hikâyesine tanıklık etmiş oldunuz aynı zamanda. Totalde belgeselden neyi okuyacağız? Belgesel nasıl bir mesaj veriyor?
 
“Belgeselimiz kezzap, asit, tuz ruhu gibi kimyasalların erkeklerin elinde nasıl bir silaha dönüştüğünü gösterirken, kadınların hayatlarında yarattığı yıkımı onların ağzından anlatıyor. Böylece bu yıkıma karşı nasıl bir devlet desteği mekanizmasının işlediğini ya da işlemediğini de göstermiş oluyor”
 
Belgeselimiz kezzap, asit, tuz ruhu gibi kimyasalların erkeklerin elinde nasıl bir silaha dönüştüğünü gösterirken, kadınların hayatlarında yarattığı yıkımı onların ağzından anlatıyor. Böylece bu yıkıma karşı nasıl bir devlet desteği mekanizmasının işlediğini ya da işlemediğini de göstermiş oluyor. Kadınların taleplerini de. Bunlar ne mi? Erkek şiddetine maruz kalmış kadınların tedavi ihtiyaçları, estetik de dahil olmak üzere “lüks” olarak görülmeden ücretsiz ve acil şekilde karşılanmalı. Zaten 6482 sayılı kanun ve İstanbul Sözleşmesi aslında bunu içeriyor. Ancak ne yazık ki uygulanmıyor. Kadını sürekli saldırgan erkekle karşı karşıya gelmek zorunda bırakan uzun dava süreçleri, vakitlice bitirilmeli. Bu saldırganlar, yaralamadan değil, öldürmeye teşebbüsten yargılanmalı. Erkek şiddetini teşvik eden “iyi hal indirim”leri uygulanmamalı. Siyasiler, bu erkeklerin sırtını sıvazlayan söylemlerinden vazgeçmeli. Bunlar en hızlı sayılabilecekler.  
 
* Belgeselinizi bir cümleyle ifade etmek gerekirse, ne olurdu bu cümle?
 
Bu belgesel, erkeklerin acımasız saldırılarına, işkencelerine rağmen hayatlarına devam etmeyi başaran, taleplerini dillendirme cesaretini gösteren kadınların anlatısı ve bir şekilde “Asla yalnız yürümeyeceğiz!” demenin bir yolu.
 
*Belgesel çalışmanız ne kadar sürdü? Ne zaman izleyiciyle buluşacak?
 
Belgesel için araştırma süreci de dâhil olmak üzere, yoğun beş ay geçirdik. Kurgumuzu taze bitirdik. Yurtdışı ve yurtiçi festivallere başvurmaya başladık. Mümkün olduğunca çok insana ulaşmak istiyoruz. Özellikle yerel dernekler üzerinden büyük şehirlerin dışındaki insanlara, gençlere ve de erkeklere ulaşmak istiyoruz. O nedenle sanal gösterimler de yapacağız. Gösterim yerleri somutlaştıkça @siddetinyuzu adlı Twitter adresimizden duyuracağız.