‘Heykel’in gözünden Yüksel’in 7 yılı

  • 09:04 3 Ağustos 2020
  • Kültür Sanat
Habibe Eren
 
ANKARA - Video aktivist Sibel Tekin, Yüksel Caddesi’nde uzun süre ablukada olan İnsan Hakları Heykeli’nin gözünden Ankara’nın 7 yıllık eylem sürecini, “Heykel” filmi ile anlatıyor. Yıllarca eylem alanlarında olan Sibel, “OHAL KHK’lerine karşı eylemler yapılabiliyordu ta ki kayyım protestoları olana kadar. Baskıda kayyımların başlangıç noktası olduğunu düşünüyorum” diyor. 
 
Gezi direnişi ile birlikte video çekmeye başlayan ve Ankara’da neredeyse bütün toplumsal eylemleri ve basın açıklamalarını çeken video aktivist Sibel Tekin, geçtiğimiz günlerde Altyazı  Sinema Dergisi’nin #İçeridenDışarıya video serisinde Ankara Yüksel Caddesi'nde bulunan İnsan Hakları Anıtı'nın eylemlerden ablukaya, tutukluluktan karantinaya uzanan hikâyesini anlattığı “Heykel” filmini çekti. Gezi direnişi sonrası eylemselliklere yer verilen film, Gezi’de yaşamını yitirenlerin anıldığı eylemin görüntüleri ile başlıyor. 
 
Ankara’da Yüksel Caddesi ile Konur Sokak’ın kesiştiği yerde 1990’dan bu yana bulunan, elinde İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi olan kadın heykeli, 30 yıldır birçok etkinliğe, eyleme şahitlik ederken, açlık grevi yapan akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça’nın gözaltına alınmasının ardından etrafı polis bariyerleriyle çevrilerek, bir bakıma tutuklandı. 
 
Sibel Tekin ile filmini, Yüksel’i, dünden bugüne var olan siyasi atmosferle Ankara’nın değişen eylem alanlarını konuştuk. 
 
* Öncelikle biraz kendinden, video aktivizm ile nasıl tanıştığından bahseder misin?
 
Öğrenciliğimden beri belgeselle uğraşıyorum, öğrenci projeleri ile belgesel yapmaya başladım. Mezun olduğumda da TRT’de yönetmen yardımcısı ve kurgucu olarak çalıştım bir süre. Hacettepe İletişim Fakültesi’nde çalışıyorum. 1998-2000’den beri belgeselle uğraşmanın yanı sıra Gezi direnişiyle video eylemle uğraşmaya başladım. O sırada sokağa gelenlerle beraber sokak ekibi kurduk. Belgeselci, video eylemci ve kurgucu olarak tanımlayabilirim kendimi. Okulda da kurgu derslerinde kurgu öğretiyorum, lisans programları başladı, orada da bir arkadaşla birlikte yürüteceğimiz belgesel dersleri olacak. Radyo TV ve Sinema programları açılırsa video eylem, video aktivizmi gibi veriler de yapıyoruz. Daha çok uygulama yaptığımız şeyler üzerine dersler yapmaya çalışıyoruz. Eskiden kadrom uzman olarak geçiyordu. Şu an öğretim görevlisi kadrosundayım. Aynı zamanda Hacettepe Üniversitesi’nde bulunan prodüksiyon atölyesinde kurgu uzmanı olarak çalışıyorum. 
 
* Uzun süredir Ankara’da eylemleri çekiyorsun. Bu filmde 7 yıllık görüntüler var. Dünden bugüne Yüksel’in değişiminden biraz bahseder misin? Neler yaşandı?
 
Eylemlerin çoğu o civarda olduğu için doğal olarak orayı çekiyorduk. Gezi direnişi öncesi Yüksel Caddesi stantlar ya da basın açıklamaları dışında aktif değildi. Daha çok Güvenpark Meydanı kullanılıyordu. Genelde eylemler orada oluyordu. Güvenpark kapatıldıktan sonra doğal olarak bütün eylemler Yüksel Caddesi’ne taşındı. 2014’te üst üstte dört beş eylem çektiğimiz oluyordu.  25 Kasım Kadına Şiddetle Mücadele Günü kapsamında gece nöbetlerinin olduğu, sabahlandığı bir sürü eylem oldu. Bütün bunlar geçtikten sonra aslında sokakların biraz daha yoğun olmadığı zamanlarda Deniz diye bir arkadaş “Heykelin gözünden yükselin 24 saatini çeksek” demişti. Daha önce aklımıza gelseydi keşke diye düşündük. O yoğun dönemde kamerayı koysak 24 saat çeksek ondan bir belgesel çıkarırız diye konuşmuştuk. Bu öneri aklımızda hep vardı. Pandemi sürecinde Altyazı dergisinin özgün sinema ekibindeki arkadaşlar ‘içeriden dışarıya’ diye bir video serisiyle başlayacaklarını duyurdular. “Sen de yapmak ister misin” dediler.  İlk aklıma gelen bu filmi yapmak oldu. Zaten düşündüğüm bir şey vardı ama başına oturmuyordum. Bu bahaneyle evde otururken arşive döndüm baktım, yakın zamanda çektiğim birkaç görüntüyü de filmin hikayesine katarak kurgusunu yaptım. 
 
* Senin gözünden bu sokak ne anlam ifade ediyor? Heykelin önünde neredeyse her gün birkaç tane eylem ve açıklama oluyordu. Aynı zamanda heykel buranın bir hafızasını da oluşturuyordu gelinen aşamada süreci nasıl değerlendiriyorsun?
 
Gelinen aşamaya biraz umutsuz bakıyorum. Burası toplumsal muhalefet açısından hep kullanılan güvenli alan olan bir yerdi. Bir anlamda şöyle bir şey vardı; büyük meydanlara çıkılabildiğinde aslında mekan olarak oralar tercih ediliyordu. Ama oraları yasaklandığında dönüp dolaşılan yer burası oluyordu. Zaman geçtikçe burada bile artık eylem yapılamaz hale geldi. Filmde biraz o da gözüküyor aslında.  Mesela 2013’te Gezi eylemleriyle görüntü çekmeye başladım ama orada olan görüntülerde ‘duran adam-kadın’ eylemleri oldu. Tutuklananlar için stantlar ya da Gezi ile ilgili dayanışma için stantlar kurulmuştu. Müzik grupları sokakta çalıyordu ya da basın açıklamaları yapılıyordu. Çünkü asıl büyük eylemler Güvenpark’ta oluyordu. Güvenpark’a artık çıkılamaz olduktan sonra tekrar Sakarya Caddesi’nde ve Yüksel’de eylemler yapılmaya başlandı. O aralar çok yoğun eylemler vardı. Mesela “bir günde 6 eylem kaydetmişim” diye dalga geçiyorduk. “Sıramatik gibi bir şey olsa da sıraya girseler” diyorduk.  Sonrasında stantlara polis saldırmaya başladı, stantlar kurulamaz oldu. 
 
2015’te ablukalar varken başka hiçbir yerde eylem yapılamaz oldu. Burada tek tük açıklamalar yapılıyordu. Basın açıklamalarından şikayet edilmeye başlandığı zaman artık bir süre sonra heykelin yanında basın açıklaması yapılamaz oldu. 15 Temmuz sonrası yaşadığımız OHAL sürecinde Nuriye ve Semih’in eylemleri sonrası polis bu sefer karakolu Yüksel’e kurmaya başladı. Hatta onları tutukladıkları gün heykeli de ablukaya aldılar, tutukladılar gibi bir şey oldu. Şu anda da aslında heykelin etrafındaki bariyerler kalktı ama heykelin etrafında eylem yapabilmek çok da kolay değil. Filmin son planlarında heykelin önüne bir döviz koyup çekmek istedik, bunu bile yapamadık. O yüzden çok umutlu ve iyimser bakamıyorum.  Sürekli geri adım atıldığı için toplumsal muhalefetin merkezi olan burada bile artık eylem yapılamaz oldu. Bir ara caddelerden korsan eylemler Konur Sokak’a çekilmişti, şimdi Konur’da da bir şey yapılamıyor. İnsanlar artık kurum binalarında açıklamalarını yapıyorlar.
 
* Az önce “bazen günde 5 eylem oluyordu” diye anlattın ya . Nasıl geçiyordu senin için bu süreç? Bu eylemleri çekmeye motive eden neydi?
 
“Kızılay’da eylem varsa onu çekmeye çalışıyordum, Tuzluçayır’ı da Batıkent’i de Yüzüncüyıl’ı da neredeyse hepsini çekmeye çalışıyordum.  Sokağın o dinamik hali biraz motive ediyordu beni.  Eylem yapanların motivasyonu ve enerjisi beni de motive ediyordu.”
 
O zamanlar çok yoğun geçiyordu özellikle 2014 yılı baya yoğundu. Bir de o zamanlar neredeyse her şeyi çekmeye çalışıyordum. Kızılay’da eylem varsa onu çekmeye çalışıyordum, Tuzluçayır’ı da Batıkent’i de Yüzüncüyıl’ı da neredeyse hepsini çekmeye çalışıyordum.  Sokağın o dinamik hali biraz motive ediyordu beni.  Eylem yapanların motivasyonu ve enerjisi beni de motive ediyordu. Daha doğrusu manevi tatmin sağlıyordu. Sokağın görselini kaydetmek de benim için aynı motivasyonu sağlıyordu, önemli bir arşiv olduğunu düşünüyordum. Sonrasında yaşadığımız bir sürü katliam, baskı sonucu sokakta kimse kalmadı.  Çekim yapabilmek de artık zor hale gelmeye başladı. Çekim yapamama ihtimalinin yükselmesinden dolayı da ben de artık bir şeylere yetişmek için uğraşmıyorum. Bir tek 10 Ekim katliamının anmalarını ve duruşmalarını takip ediyorum. Onun unutulmaması için hepimizin bir şey yapması gerektiğini düşünüyorum. İnsanların artık bir şeyleri sırf yapmak için yapıyor olmasından dolayı benim de artık pek motivasyonum kalmadı. Mesela o zamanlar devrimci liseliler çok fazlaydı, çok aktif heyecanlı ve cesurdular. En çok onların eylemlerini seviyordum, onların eylemlerini mutlaka yakalamaya çalışıyordum. Ama süreç ilerledikçe tanıdığımız liseliler mezun oldular, üniversiteli oldular çoğu artık ya bu şehirde değiller ya da artık sokakta değiller. 
 
* O kadar çok şey çekmişsin ki; çektiğin görüntülerin çoğunda direnen gençler ya bir katliamda yaşamını yitirdi ya cezaevine girdi ya da ülkeyi tek etmek zorunda kaldı. Onların hafızasını taşımak ve arşivlemek sana ne hissettiriyor?
 
Eylemlerde onların görüntüsünü kayıt edebilmiş olmak iyi geliyor ama bir yandan da çok üzücü bir şey. Bu videoda da çok önde olmadığı için görünmüyor ama 10 Ekim Katliamı’nda hayatını kaybeden İsmail Kızılçay bütün eylemlerde vardı. Özellikle inşaat işçilerinin, iş cinayetleri ile ilgili bir eyleminde görüntüsü var.  Duran Baysal,  iş cinayetinde yitirdi. O Ermenek ya da Karaman eyleminin birinde pankartı tutuyordu. Bu videoda yok ama diğer videolarda çektiğim bir sürü kişi Kobane’de, Rojava’da yaşamını yitirdi. Mülteci olarak yurt dışında yaşamını sürdürmeye çalışan insanlar var. Bir yandan onların mücadelesini kaydedebilmiş olmak iyi geliyor, bir yandan da çok üzücü.  Özellikle yaşamını yitirenler adına…
 
* Çektiğin çoğu şey direnişin belleğini oluşturuyor ve tarihe dokunacak bir hafıza oluşturuyor. Hafıza ve belleği kendi gözünden nasıl tanımlarsın?
 
“Yaptığımız şeyle işkencelerden, kötü uygulamalara ve hak ihlallerine kadar hukukta kanıt olacak malzemeler de çekiyoruz.  Bir yandan da yaşadığımız direniş zamanının ne kadar güçlü olduğunu görebildiğimiz görüntüleri kaydediyoruz.”
 
Resmi, egemen tarihin dışında bizim kendi tarihimizi oluşturmamız ve kendi belleğimizi yaratmamız gerektiğini düşünüyorum. Bizim bakış açımızdan çekilen görüntüler temelde bunu yapacaktır. Çünkü bu yaptığımız şeyle aslında işkencelerden, kötü uygulamalara ve hak ihlallerine kadar hukukta kanıt olacak malzemeler de çekiyoruz.  Bir yandan da yaşadığımız direniş zamanının ne kadar güçlü olduğunu görebildiğimiz görüntüleri kaydediyoruz. Bu anlamda toplumsal muhalefetin bir yandan görüntüsünü kaydederek onu toplumsal hafızaya eklemiş oluyoruz, bir yandan da görüntülerle eylemi bir şekilde yeniden yaratıyoruz. Bu da bir şekilde eylemlere ayrı bir katkısı oluyor. Bir yandan da şöyle bir zamana geldik; bir eylemin görüntüsü yoksa o eylem hiç yapılmamış gibi oluyor. Bunun için de o eylemin kaydedilmesi çok önemli. Bir yandan da bu arşivlerin ulaşılabilir olması, birileriyle paylaşmak, kolektif arşivler oluşturabilmek çok önemli. Bu anlamda çok eksiğiz. Bir sürü şeyi günlük olarak sosyal medya da paylaşıyoruz ama çok az şeyi neredeyse bir yıl sonra aradığımızda ulaşamıyoruz. Çünkü düzgün bir şekilde arşivlenmediği ve düzgün bir şekilde etiketlenmediği için kaybolup gidiyor. 
 
Biz böyle kolektifler olarak ya da bireysel video eylemciler, video aktivistler olarak çekimler yapıyoruz ama bunun arşivini kendimize saklamak çok da doğru olmuyor. Çünkü herhangi bir polis baskınında o arşive el konuluyor ve gidiyor. Çektiğimiz gibi videoların arşivini çoğaltarak, dağıtarak daha çok koruduğumuzu düşünüyorum.
 
* Çok fazla eylemi takip ettin ve bu süre zarfında polisin engellemelerine maruz kaldın mı?
 
“Ne zaman biz artık sokağa çıkamaz olduk dersen, bunu arşiv taramasında da çok net görüyorum, kayyımlar meselesi başlangıç noktası.  İlk kayyım sonrası Ankara’da eylem yapılamaz oldu.”
 
Fırsat bulduklarında çekim yaparken de gözaltına alabiliyorlardı. 5-6 kere gözaltına alındım bu şekilde. Genelde çekim yapmaktan değil “eyleme katılıyor” olmaktan suçluyorlardı. En son sosyal medya paylaşımlarım bahanesiyle Efrin operasyonu kapsamında eve operasyon düzenlendiler. Dijital malzemeleri,  bilgisayar, telefon ve hard diskler vs. onları aldılar. Suçladıkları şey Seyri Sokak’ın twitter paylaşımlarıydı. Bireysel twitlerim de değildi. İspatlanması mümkün olan bir şeydi aslında. Böyle ilginç şeylere maruz kalıyorduk. 
 
OHAL döneminden önce de engellemeye çalışıyorlardı ama bir şekilde çok da müdahale edemiyorlardı.  OHAL sonrasında tamamen çekim yapmamamızı engellemeye yönelik girişimlerde bulundular. Eylemlerde kalkanlarını yukarı kaldırarak video çekmemizi engellemeye çalıştılar, çekim yapanları engellemek için daha çok gözaltına almaya başladılar. Son süreçte baro başkanlarının eyleminde de bunu gördük. Baro başkanları ve avukatlar geldikleri zaman ilk olarak basını çembere aldılar, çekimi engellemek istediler.  Ancak bana göre OHAL’de şöyle bir köşe taşı var: OHAL KHK’larına karşı eylemler yapılabiliyordu ta ki kayyım protestoları olana kadar. Baskıda kayyımların başlangıç noktası olduğunu düşünüyorum. 
 
*Video aktivist olarak kaç kişisiniz Ankara’da?
 
Toplumsal hareketlerin azalmasıyla beraber ekipte de daralma olduğu denebilir. Çoğu kişi başka işler yapmaya başladı. Ekipte şu an kadın olarak 2 kişi var, erkek olarak da 1 kişi var. Seyri Sokak bitmedi devam ediyor ama sokakta hareket olmadığı için bizim de çekimler azaldı haliyle. Oktay İzmir’e taşındı, o İzmir’i çekiyor. 
 
*Eylemlerde hafızanda derin yer eden bir durum yaşandı mı?
 
Benim için çektiğim en önemli görüntü keşke tek çeken ben olmasaydım dediğim eylem Tuzluçayır’daki yolsuzluk eylemiydi.  Eylemde Noel baba kıyafeti giyen bir eylemci havai fişek atmıştı, onu bir tek ben çekmiştim. Daha iyi profesyonel bir fotoğraf makinesiyle çekilebilseydi şahane bir etkisi olabilirdi.  
 
* Her an başka bir yerde olduğunu ve hiç kimsenin gitmediği eylemlere gittiğini biliyoruz. Bir yandan Ostim’de işçilerin açıklamasına bir yandan Batıkent’e koşuyorsun… Bunu tercih nedenin ne?
 
Kolay görünen olayları bir sürü kişi kaydediyor ve asıl önemli olan duyulmayanın çekilip kamuoyuna duyurulmasının daha önemli olduğunu düşüyorum. Bu yüzden Tuzluçayır’da bile iki kişi kalıp protesto etmeye çalışıyorken gidip çekmeye çalışıyordum. Herkesin çektiği şeyi takip etmektense çok da dikkate almadıkları şeyleri çekmeye çalışıyordum. Bizim amacımız sesi duyulmayanın sesini duyurmak olduğu için öncelikli olarak onların kaydedilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama artık eskisi gibi haberdar da olmuyoruz. Eskiden Seyri Sokak çok aktifken insanlar bize daha çok ulaşıyordu. Şimdi olan eylemlerden bile bazen çok haberimiz olmuyor. O yüzden sesi duyulmayanları bile biz de neredeyse hiç göremez olduk. 
 
10 Ekim’i de bu yüzden takip ediyorum. 10 Ekim çok önemli olmasına rağmen ne anaakım ne de muhalif medya 10 Ekim’i yıldönümü hariç hatırlamıyorlar bile. Mahkemeler bazen ilgi çekici olabiliyor ki ,o da karar mahkemesi olursa ilgi çekiyor. Ama her ayın 10’unda aileler yaralılar Gar’ın önünde anma gerçekleştiriyor.  Oraya sizlerden gelen oluyor bir iki muhalif basından gelen oluyor onun dışında kimse takip etmiyor. Suruç Katliamı Mahkemesinin belgeselini yaptıktan sonra Suruç mahkemesini de takip eder olduk. Bir kere gittikten sonra hep gitmek zorunda hissediyorsun, ailelere borçlu hissediyorsun. 
 
* Bundan sonrası için önünde olan bir proje ya da çalışma var mı?
 
Gül Büyükbeşe ile Diyarbakır-Suruç katliamlarını anlatan bir belgesel yaptık. Bunun devamı olarak bu katliamların davalarını iddianameleri anlatan bir belgesel yapmayı planlıyoruz. Belgesel için avukatlarla röportaj yapmıştık ama Diyarbakır katliamının kararı verildi dava sonuçlandı.  Biz bundan önce yapmıştık röportajımızı. 10 Ekim Ankara katliamı için karar verilmişti sonra firar sanıklar için devam eden duruşmalar var. Orada da önemli bir şey oldu.  Sanıklardan Erman Ekici hakkında  ‘insanlığa karşı suç’ üzerinden soruşturma açıldı ve onun üzerinden yargılanıyor. Bu da önemli bir süreç. O belgeseli bitirebilmemiz için bunların en azından Suruç’un biraz daha ilerleyebilmesi 10 Ekim Ankara katliamı üzerinde Erman Ekici’nin ceza almasını diliyoruz. 
 
Aynı zamanda ‘Ölüm ne yana düşer usta’ için yaptığımız röportajlardan bir kitap çıkarmayı düşünüyoruz. tabi basacak bir yayınevi bulabilirsek. Katliam tanıkları ve avukatların röportajlarını yapmıştık. Bunun yanında Ortadoğu siyaseti ve IŞID, üzerine de filmde olmayan röportajlar da olacak. Doğu Eroğlu ve Ümit Kıvançla röportajlar yapmıştık ama onları filmin sınırlılıkları nedeniyle kullanamadık.  Ek olarak Ortadoğu siyaseti ve şiddet üzerine röportajlar olacak. Bir de 10 Ekim Katliamı’nda yaşamını yitiren Ata Önder Atabay’ın kuzeni Esma Karaca’yla 68’li motosikletli devrimci Tayfur Cinemre’nin hikayesini anlatıyoruz. Hikayenin üzerinden Hüseyin İnan’ı, Cihan Alptekin’i Sinan Cemgil’i anlatan bir film olacak o da.