‘Rüzgarın Götürdüğü’ Êzidî kadınlar: Ne kadar güçlü olduklarını göstermek istedim

  • 09:05 1 Temmuz 2019
  • Kültür Sanat
İSTANBUL- Documentarist 12. İstanbul Belgesel Günleri’nde gösterilen “Rüzgarın Götürdüğü” belgeseli, iki Êzîdî kadının yaşamını anlatıyor. 20’ye yakın ülkede gösterilen belgeselin yönetmeni Helin Çelik, amacının kadınların güçlü yanını göstermek olduğunu belirtti. 
 
Geçtiğimiz günlerde Documentarist 12. İstanbul Belgesel Günleri kapsamında Êzîdî iki kadının kamp yaşamına odaklanan “Rüzgârın Götürdüğü” filmi gösterildi. Yönetmenliğini Helin Çelik ve Martin Klingenböck’ün yaptığı belgesel, yoğun ilgi gördü. Belgeselin çekimleri, 2015 yılında Diyarbakır Fidanlık Êzîdî Kampı’nda yapıldı. 2014 yılında DAİŞ’in saldırıları sırasında Şengal’den kaçıp soluğu Türkiye’de alan kadınlar hem yaşadıklarını hem de verdikleri yaşam mücadelesini anlatıyor. İki kadının hikayesini anlatan belgesel, izleyiciyi kadının güçlü yanıyla tanıştırıyor, acıma duygusundan uzaklaştırıp, hayranlık uyandırıyor. 
 
Beyaz perde de izleyiciyle buluşan iki hikaye
 
İki kadın da kendine güveniyor ve büyük bir azimle yaşam mücadelesi veriyor. Birinin Şengal’de ailesinden 70 kişi katledilmiş ve buna rağmen güçlü duruyor. Bu kadının en güçlü yanı ise doğup büyüdüğü Şengal ve toprak ile olan bağı. Belgeselde olmasa da daha sonra bu kadının Şengal’e geri döndüğü öğreniliyor. Belgeselde yer alan ikinci kadının felsefi yönü çok güçlü. Olaylara, yaşama felsefik bakıp anlamlandırıyor. Onun da Avrupa’ya göç ettiğini öğreniyoruz. Her iki kadın da güçlü yönleriyle izleyiciyle buluşup hikayelerini anlatıyor.
 
Belgeselin çekim fikri Kürt olan ve Türkiye’de büyüyüp daha sonra Avrupa’ya yerleşen Helin Çelik’e ait. Helin, şuan Viyana Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Dijital Sanatlar ve yine başka bir okulda Sanat Terapisi eğitimini sürdürüyor. “Rüzgarın Götürdüğü” filmi ilk uzun metrajlı filmi. İkinci uzun metrajlı filmi üzerine ise çalışmaları devam ediyor.
 
‘Tek noktam Ortadoğu’daki kadınlar’
 
Belgeselin çekim aşamasını ve yaşadıklarını anlatan Helin, “2015’in Ocak ayında araştırma için kampa gittim. Kendim de Ortadoğulu bir kadın olduğum için sanat çalışmalarımda Ortadoğu’daki kadınlara yer veriyorum. Bu benim tek fokus noktam diyebilirim. Kamptaki araştırmamı tamamladıktan sonra belgeseli çekmeye karar verdim. Avusturalya’ya döndüm. Ekibimi organize ettim. Bir ay sonra da gelip çekimlere başladım” dedi.
 
‘Sese en çok ihtiyacı olan Êzîdî kadınlarıydı’
 
Belgeselde neden Êzîdî kadınları tercih ettiğini anlatan Helin, şöyle devam etti: “Kadınların erkeklere göre dezavantajlı olması bir gerçek. Bazı ülkelerin kadınları iki üç kez dezavantajlılar. Êzîdîler zaten Kürt oldukları için dezavantajlılar. Kürtlerin arasında da dinlerinden dolayı tekrar bir dezavantajlı olma söz konusu. Ataerkillik Êzîdîler’de de maalesef çok güçlü olan bir kavram. O yüzden benim için sese en çok ihtiyacı olan kadınlar Êzîdî kadınlarıydı. Ben de onlarla bir şekilde bir ses vermeye çalıştım. Başarılı olduğunu düşünüyorum.”
 
‘Kadının hikayesini kendisinin anlatması zordu’
 
Çekimler sırasında çok zorlandığını ve röportajların günleri aldığını ifade eden Helin, “Erkekler daha iyi biliyoruz, o anlatamaz deyip kameranın önüne kendileri geçiyordu. Kadının hikayesini kendisinin anlatmasını sağlamak yordu. Zaten kadınla tek başına konuşmak pek mümkün olmuyordu. Kadınlar konuşmaya başlasa bile tek başına konuşturamıyorsun. Kadın konuşmaya başladığında erkeklerin araya girerek düzeltmesi gibi sorunlarla karşılaşıyoruz. O yüzden erkeklere hikayeyi anlattırıyordum. İçlerinden gelen her şeyi söyledikten sonra ve bitirdikten sonra artık kadın anlatınca o kadar düzeltme ihtiyacı olmuyordu. Burada şunu da eklemek istiyorum. Bu sadece Êzîdî erkeklerine özgü değil tüm erkek aklı böyle işliyor” diye belirtti.  
 
‘Amacım ne kadar güçlü ve özel olduklarını göstermekti’
 
Amacının kişisel hikayeler olduğunu aktaran Helin, “Senin hikayen ne? Sen ne verebilirsin bu hikayeye? Senin bakış açın nedir? Başından beri amacım buydu. Bu hiç kolay olmadı. Çünkü o ezberlenmiş hikayeler tekrarlanıyordu sürekli. Ama konuşa konuşa arkadaş olduk. Üç, beş saat kamerayı açık bıraktım. Bir süre sonra insanlar kendilerini açıyorlar zaten. Benim de Kürtçe bilmem onlarla kendi ana dillerinde konuşmam röportajlarda kolaylık sağladı. Benim tek amacım ne kadar güçlü olduklarını ne kadar özel olduklarını göstermekti. Onların ne kadar ‘acınası’ oldukları, yeterince dünya medyasında gösteriliyordu zaten” dedi. 
 
‘En basit sorulardan başladım’
 
En basit sorulardan başlayarak röportaj yapmaya başladığını dile getiren Helin, “Ne kadar serbest konuştuklarını, konuşurken kendileriyle gurur duyduklarını ben hissediyorum. Bunu filmi her izlediğimde hissediyorum. Yani artık gerçekten kendi hikayelerini anlatıyorlar. Ben güçlü yönlerine dokunduğumu söylüyorum. Önemli bulduğum yerleri 1 saat 15 dakikaya sığdırdık. Ama ondan çok fazlası var. Onların güçlü oldukları konularda konuşmayı başardık. Biz o ortamı onlarla birlikte sağlamayı başardık” ifadelerini kullandı.  
 
‘Filme olan ilgi ülkeden ülkeye değişiyor’
 
Filmin 20’ye yakın ülkede gösterildiğini ve ilginin de ülkeden ülkeye değiştiğini belirten Helin, şöyle devam etti: “Arjantin daha uzak bir ülke olduğu için bu konularda hiçbir bilgi yok. İzlediklerinde ‘Aaa nerede savaş olmuş, nasıl, kime ne fermanı’ gibi sorular soruyorlardı. Hiç anlamadıkları bir konu. Êzîdîliğin ne olduğunu hiç bilmiyorlardı. Avrupa’da bu bilinç daha fazla. Avrupa coğrafik olarak Ortadoğu’ya daha yakın. Çok fazla mülteci geldi. O şekilde bu hikayelerden haberdarlar.” 
 
Avrupa’daki en büyük mülteci sorununun, acıma ve küçümseme şeklinde ötekileştirme olduğunu belirten Helin, “Entegrasyondaki en büyük problem bu. Çünkü acıdığımız insanları hiçbir zaman entegre edemeyiz. Entegre edemediğimiz insanlar da aslında bir saatli bomba gibidirler. Ben bunu göstermek istedim. Bu kadınların bizimle aynı seviyede olduğunu göstermek istedim. Seviye farkı olduğunu düşünmek ve bunu onlara hissettirmek çok büyük problem. Umarım duygusu geçmiştir karşıya” dedi.
 
‘Film kendini anlatıyor’ 
 
Çekimler sırasında güvenlik sebebiyle kampta kalamadıklarını ve otele gittiklerini belirten Helin, “Bu beni çok etkiliyordu. Biz otele gidip kalıyorduk, onlar 4 bin kişi küçücük bir alanda kalıyorlardı. Beni en çok etkileyen buydu. Film kendini anlatıyor. Birazcık daha kadınlara, özellikle bizim coğrafyadaki kadınlara daha çok güvenirsek ben çok şeyin değişebileceğini düşünüyorum. İnşallah bu problemi biz coğrafya olarak bir gün çözeceğiz” diye konuştu.
 
Documentarist’de ödül 
 
Öte yandan Documentarist 12. İstanbul Belgesel Film Günleri, FIPRESCI ödülü Êzîdî kadınlarının öyküsüne verildi.