32 yıl sonra Kadının Adı Yok 2018-12-11 09:11:34   Sibel Özalp   İSTANBUL - “Kadının Adı Yok” yayınlanalı tam 32 yıl oldu. Bir şeyler değişti elbette ama daha değişmesi gereken çok şey var. Duygu Asena, demokrasi, özgürlük ve kadın-erkek eşitliği için yazılan satırlarla rol model olarak genç kadınlara ve gazetecilere daha yıllarca seslenecek.    Kadın-erkek eşitliğini 1990'lı yıllarda gündeme getiren Türkiye kadın hareketinin öncülerinden feminist yazar ve kadın hakları savunucusu Duygu Asena’nın “Kadının Adı Yok” kitabının ilk basımının üzerinden 32 yıl geçti. “Mutluluk ve özgürlük, kendini yaşamın akışına bırakıp dertlenmekle gelmiyor” diyen Duygu, kadın hakları konusunda en etkin çalışan ve yazılarında sürekli bu konuları gündeme getiren bir gazeteciydi. Kadın hakları savunuculuğu ve gazeteciliğin yanında yazarlığını da sürdüren Duygu, ilk kitabı “Kadının Adı Yok” ile adını 1986 Aralık ayında duyurdu. Bir yıl içinde 40 baskı yapan kitap için bu önemli bir rekordu.   1988 Nisan ayında “Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu” kitabı “küçüklere zararlı” yayın ilan etti ve poşette satılmasına karar verdi. Yani kitap, sayfalarının açılmasını engelleyecek bir poşetin içinde satılabilecek ve üzerine “18 yaşından küçüklere zararlıdır” yazılacaktı. “Kadının Adı Yok”, 1988'de “müstehcen” kategorisinden yasak kitapların arasına girerek satışı da durduruldu. Yargılama süresince 2 yıl boyunca kitap uykuya yatırıldı ve 1991'de “Kadının Adı Yok” masumiyetine kavuştu, yayımına mahkeme kararıyla yeniden izin verildi. Uzun süren dava sonucunda yasak kaldırılarak yönetmen Atıf Yılmaz tarafından filme çekildi.   'Kadının Adı Yok, bir feminizm manifestosuydu'   “Kadının Adı Yok” kitabı bütün dünya kadınlarının durumunu ifade eden kısa ama çok büyük bir cümleydi hala da öyle. Kitap ilk çıktığında dönemin kadınları tarafından pek kıymeti bilinmedi. Büyük anlam içeriğinden ziyade kadınlara mahsus bir anı kitap kategorisinde düşünüldü, önemsenmedi ve o şekilde değerlendirildi. Oysaki Duygu, bir feminist manifesto yazmış ve bu çok sonraları yavaş yavaş kavrandı. Duygu'nun ölümünün ardından düzenlenen uğurlama töreninde Şirin Tekeli, "Kadının Adı Yok, bir feminizm manifestosuydu" değerlendirmesini yapınca da pek çok kadın “Aramızdayken onu mahrum ettiğimiz bu saptamayı bir usta onaylıyor” diye düşündü.    Kitap adeta babalar için yazıldı   Peki ne anlatıyordu Duygu kitabında? Aslında kendisine çok benzeyen bir kadını anlatıyordu. Kitap, henüz okula başlamadan babalarının sıkı “namus” denetimine girmiş 2 kız kardeşin dünyasıyla başlıyordu. Babasıyla yaşadığı gerginlikler anlatılırken, bütün kadınlara tercüman oluyordu. Kitaptaki baba, eşine sokağa çıkmadan önce hesap sormaktaydı:  "Nereye gidiyorsun, kaçta geleceksin, kaç lira harcadın?"  Oysa Duygu, annesinin bu soruları babasına bir gün bile sormadığını fark etmişti.   Duygu, kızlarını erkeklerden uzak tutmayı temel mesele olarak gören, bu konuda eşleriyle ve okul müdürleriyle işbirliği içinde olan babaları, kitabında muhteşem bir biçimde teşhir ediyordu. Erkek egemen topluluklarda bu egemenliğin aile içinde nasıl adım adım inşa edildiğini de bir mimar gibi anlatıyordu. Adeta kitap babalar için yazılmış diyebiliriz. Kitaptaki baba, 2 kızının da üniversiteye gitmesine itiraz ediyordu. Büyük kız, üniversite sınavına girmesine karşı çıkan babasına kafa tutarken şunları söylüyor: "Baba, bak kartlarımız burada, bizi eve zincirleyecek değilsin ya, gireceğiz, eğer izin vermezsen, evden kaçacağım, haberin olsun." Hiç beklemediği bir tepkiyle karşılaşan baba ise sadece gülüyor ve "Nasılsa kazanamayacaksın, kazanırsan da bitiremeyeceksin" demekle yetiniyordu.   'Erkekler ilk olmak isterler, ilk ve tek…'   Üniversite sınavını kazanan genç kadın, kendisine ve kız kardeşine yasaklanan gönül maceralarından da geri durmamıştı. Ancak hayatının ikinci penceresini açtığında bu kez de birlikte olduğu erkeklerin kadını aşağılayan görüşlerini keşfedecekti:  "Erkekler ilk olmak isterler, ilk ve tek, yalnız onu tanısın, başkalarını bilmesin, en iyi o sansın isterler. Onların zevk almaları gerek, biz almamalıyız, biz yalnızca onlara zevk vermeliyiz, verirken de damgalanmamalı, itilip kakılmalıyız." Kitapta adı olmayan kadın(lar), erkeklerin dünyasında yaşayan boynu bükük kadınlar adına isyan ediyordu hep.    'Senin dediğin olmuştu; erkeksin diye…'   Kürtajı da çok teşhir edici bir şekilde anlatmıştı Duygu. Doktorları, hemşireleri, spiralleri metalik bir gerçekçilik içinde aktarmıştı. Eşinin kendisine söylediği bir söz vardı, pek çok beraberlikte tekrarlanan: "Hani sen ilk gebe kaldığında o çocuğu istemiştin, ben daha genciz demiştim, aldırmıştık, yine…" Aklından geçirip de yüksek sesle ifade etmediği sözler şöyleydi aslında: "Aldırmamıştık Gürkan, aldırmıştım. O çocuğu ben isterken, senin dediğin olmuştu erkeksin diye." Kararı da birlikte vermemişlerdi, ameliyat masasına da birlikte yatmamışlardı. Çoğul kullanılan 'aldırmıştık' fiili gerçekten pek çok kadına çuvaldız gibi battığı halde belki de ilk kez Duygu'nun tercümanlığıyla karşı tarafa ulaşmış oluyordu.    ‘Kendini kadınsızlıkla sakatlamış bu garip toplum’   Ardından Duygu'nun, insanları, kıvılcımlar saçan kızıl bir yılan gibi irkilten o garip titreşimli “orgazm” sözcüğünü ülkenin yerleşik lügatına eklediğini belirten gazeteciler, "Karanlık ormanında çalan gümüş flüt" diye betimledi. Arkadaşları, sadece savaşçılığıyla, kahramanlığıyla, talancılığıyla, erkekliğiyle övünen bu “asker millet” in, kadınlarını reddetmiş, dışlamış, kendini kadınsızlıkla sakatlamış bu garip toplumun, kadın yanını onunla keşfettiğini kaydetmişti.    Türkiye'de kadınların para karşılığı evlendirildiği, “namus” için öldürüldüğü, evlere hapsedildiği, erkeğin “efendi” olduğu bu “erk toplum” kendini topallıktan kurtaracak ilk hamleyi onunla yaptı. “Kadının Adı Yok” derken kadının adının, bedeninin, hayatının olduğunu anlamaları için kadınlardan o yokluğu var etmelerini istedi. Kadınsız bir toplum olmanın bütün ülkeye, şehirlere, meydanlara, sokaklara, evlere yansıyan o çirkin, estetikten yoksun pasaklılığına ilk ışık damlası onunla düştü.   Kitaptaki kadın zaman içinde kendisi için var olmayı hedefliyor   Duygu, kitabında temiz, telaşsız, kıvrak anlatımıyla bir kadının yaşadıklarını, daha doğrusu cinsiyeti kadın olarak belirlenmiş, herkesin 3 aşağı 5 yukarı tanık olabileceği ortak bir macerayı, bir kadının ağzından anlatıyor. Bu kadın, küçücük bir kızın henüz yaşanmamış doğal meraklarından, aşklar, acılar, sahtekârlıklar, hırslarla dolu bir hayatın bazen hafif, bazen ağır kıpırtılarına kadar, kendi ayakları üzerinde durabilmek için mücadele ediyor. Bu kadın, pürüzsüz bir tenden kırışıklıklara uzanan zaman içinde kendisi için var olabilmeyi hedefliyor. Beceriyor da... Ne pahasına olursa olsun.   Duygu Asena kalemini ileriyi görerek kullandı   Duygu'nun kahramanı, yaşamdaki eşitsizlikleri gördükçe kuvvetleniyordu.  “Kadının Adı Yok” yayınlanalı tam 32 yıl oldu. Bir şeyler değişti elbette. Ama daha değişmesi gereken çok şey var. Duygu Asena, demokrasi, özgürlük ve kadın-erkek eşitliği için yazılan satırlarla rol model olarak genç kadınlara ve gazetecilere daha yıllarca seslenecek. Çünkü Duygu, kalemini ileriyi görerek kullandı ve hayaliyle hayatımızın mahrem koylarında durmayı başardı.