Sinemacı Dilek Çolak: Kadınlar kendilerini filmleriyle özgürleştiriyorlar 2018-01-04 09:14:38   Beritan Canözer   İSTANBUL – “Korkabilirsin. Sonuçta kurallarını senin koymadığın, acımasız bir oyunun içerisindesin. Satranç oyunu gibi de kuralları net değil üstelik. Sinema yapmak istiyorsun… “ Bu sözler yönetmen ve senarist Dilek Çolak’a ait.  Sinemacı olmak isteyen kadınların en büyük silahının kendi hikâyeleri olduğunu belirten Dilek, “Kadınlar filmleriyle kendilerini özgürleştiriyorlar” dedi.    Mimar Sinan Üniversitesi Sinema TV bölümü mezunu olan Dilek Çolak, şuana kadar çok sayıda kısa film ve belgesel filmin senaristliğini ile yönetmenliğini yaptı. Karanlıktan Aydınlığa, Çocuklarından Doğan Anneler, Patronsuzlar, Bolivya Topraksız Kır İşçileri Hareketi isimli filmlere imzasını atan Dilek, son olarak 2016 yılında yönetmenliği ve senaristliğini üstlendiği Hemşire isimli filmle kadına yönelik şiddeti, muhaliflere yönelik baskıları ve haksızlıkları konu aldı. “Yürüdüğüm yolda karşılaştığım, şahit olduğum, kimi zaman acıtan, kimi zaman gülümseten anılar zincirine eklediğim hikâyelerden biridir Hemşire” diye tanımladığı filmde aslında iki güçlü kadının hikayesini anlatmayı hedeflediğini belirten Dilek,  bu fikirden neden vazgeçtiğini şöyle anlattı: “Hikâye ilerledikçe gördüm ki devrimci kadını anlatırken ben aslında kız kardeşimi anlatmışım. Bu beni o an için korkutmuştu. Çünkü henüz kardeşimi anlatmaya hazır değildim. Ama o sıralar her hikâyem, her anım onunla ve onunla yaşadıklarımla ilgiliydi. Bir çığlık atmak istiyordum bu yüzden de Hemşire için bu anıların bir kısmını kullandım. Geri kalanları ise uzun zamandır üstünde çalıştığım başka bir senaryo için saklıyorum. Yani vicdansız yüreklerde yankılanmasını istediğim büyük bir çığlığım daha var.”    ‘Kadınlarla daha kolay iletişim kurdum’   Hemşire filminin set ekibi ve oyuncu kadrosunun büyük bir dayanışma açığa çıkardığını ve filmi bu şekilde tamamladıklarını söyleyen Dilek, kadın yönetmenlerin birçok konuda avantajlı olduğunu söyledi. Özellikle belgesel çekimlerinde bu durumunu fark ettiğini söyleyen Dilek, şöyle konuştu:  “Kadın olmak; tütün, üzüm, çay, fındık tarlalarında elinde kamera tek başına dolaşırken avantaj sağlıyordu bana. Çünkü buralarda çalışanlar ağırlıklı olarak kadın işçilerdi. Ve benimle konuşmak, iletişim kurmak, duygularını paylaşmak onlar için daha kolay ve daha güvenilirdi. ‘Bizim kız’ diyebilecek kadar yakınlaşmışlardı bana. Yıllar geçse de o belgesellerin üzerinden aralarında hala görüştüğüm güzel insanlar var. Arada fındık ve kuru üzüm yolluyorlar. Güney Amerika’da yaptığım çalışmalarda da kadınlarla daha kolay iletişim kurdum.”   Sinemada erkek egemen anlayış…    Sinema sektörüne erkek egemen zihniyet yapısının hâkim olduğunu fakat bu zamana kadarki çalışma arkadaşları ile bu konuda bir sorun yaşamadığını dile getiren Dilek, “Farklı olanı yapanın bir kadın ya da erkek olması önemli değildi onlar için” dedi. Dilek, buna karşın sinema dünyasındaki sistemin kamera arkasında ‘erkek gibi kadın’  çalıştırmayı tercih ederken, kamera önünde ‘genç ve güzel’ kadın karakterler yaratmak istediğini ve kadınları kategorize ettiğini söyledi.    Kadın yönetmenlerin anlatım biçimlerini daha özgür bulduğunu dile getiren Dilek, erkek yönetmenler ile aralarındaki en büyük farkın ise kadın karakterlerin izleyiciye ulaştırma biçimleri olduğunu söyledi.    ‘Hikayesi olan bunu tüm dünyayla paylaşmalı’    “Kadınlar filmleriyle kendilerini özgürleştiriyorlar” diyen Dilek, son olarak şu çağrıyı yaptı: “Korkabilirsin. Sonuçta kurallarını senin koymadığın, acımasız bir oyunun içerisindesin. Satranç oyunu gibi de kuralları net değil üstelik. Sinema yapmak istiyorsun…  Korkuya karşı en büyük silahın ve en büyük hamlen hikâyelerin. Kendime sürekli şunu söylüyorum, ‘geri çekilme, susma, vazgeçme.’ Hikâyesi olan ve bunu dünyayla paylaşmak isteyen her kadın korkularının ve onlara dayatılmak istenilen her türlü baskının üstüne gitmelidir. Evde, sokakta, işte ve sanatın her dalında özgürleşmemiz biraz da ne kadar isyankâr olduğumuza bağlı.”