‘Aether’ Hasankeyf'in gözünden bir tarih bir yıkım hikayesi 2019-11-25 09:13:43   Rengin Azizoğlu   BATMAN - İnsan Hakları Uzmanı ve Yönetmen Ruken Tekeş Hasankeyf üzerine çektiği belgesel Aether’i anlatarak, “On binlerce yıldır devam eden bir doğanın, büyük bir habitatın merkezi olmuş bir yerin sular altında kalıyor ve fakat bu hiçbir zaman onu yok edemeyecek. O öyle bir şey ki suların altında bile olsa varlığını bir şekilde hissedeceğiz” dedi.   Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali (HES) Projesi sebebiyle sular altında bırakılacak olan Hasankeyf’te iş makineleri yıkım çalışmalarını aralıksız sürdürürken bir yandan da kamuoyundan tepkiler gelmeye  devam ediliyor. Açıklamalar, eylem ve etkinliklerin yanı sıra birçok alanda yıkıma dikkat çekmek için çalışmalar yapılıyor. Hasankeyf üzerine çalışma yürütenlerden biri olan İnsan Hakları Uzmanı Ruken Tekeş çektiği “Aether” belgeselinde Hasankeyf’in gözünden Hasankeyf’i anlatıyor. Uzun yıllar yurtdışında insan hakları üzerine çalışan Ruken, son üç yıldır da sinema alanında çalışma yürütüyor. Senaristliği ve yönetmenliğini yaptığı ilk kısa filmi Hevêrk’i çektiği Hasankeyf’te, baraj anonsuyla “Aether” belgeselini yapmaya ve Hasankeyf’i anlatmaya karar verir. Gün be gün yıkılan Hasankeyf’in ruhunu ve sesini izleyicilerle buluşturan Ruken Aether’i, çıkış noktasını ve çekim aşamasını ajansımıza anlattı.   ‘Bir şeyler yapma gereği hissettim’   Başka bir proje üzerine çalıştığı sırada 2016 Kasım ayında barajın yakın zamanda biteceği anonsunun yapıldığını söyleyen Ruken, barajın bitmek üzere olduğunu fark edince panikleyerek, bir şey yapma gereği hissettiğini söyledi. Ruken, “Bölgeye bir taraftan da çok hakimim. Yıllardır gidip geliyorum ve bütün bu süreci takip ediyorum. Üniversite çapında bu konu üzerine çalışmalar yapıyordum. Hukuki boyutu üzerine araştırmalarım oldu. Sinemayla uğraştığım sırada başka bir şeyler yapma ihtiyacı da doğdu. Neden bir film yapmayayım diye düşündüm. Hasankeyf üzerine, Hasankeyf’in kendini anlattığı bir film yapmak istedim. Filmin Türkiye içinde ve yurtdışında arka arkaya gösterimleri oluyor. Filme dair çok güzel geri dönüşler alıyoruz. En azından bir parça da olsa Hasankeyf’in sesinin duyulmasına katkımız olduğu için çok mutluyuz. Gösterimler sonrası yurtdışında bu konuya dair ilgi ve alaka oluyor. İnsanlar bir şeyler yapmak istiyor” dedi.   ‘Kendimizi yerin akışına bıraktık’   “Bir yer kendini anlatmak isterse nasıl anlatır?” diye sorguladığını belirten Ruken, bunun insan diliyle anlatılmasının bambaşka bir şey olduğunu kaydetti. Ruken, “Bir yerin kendini anlatmasına insan olarak nasıl izin veririz ve bunu nasıl kameraya alabiliriz? Bir yerin ruhunu nasıl yakalayabilirim? soruları vardı aklımda. Bunun filmle olmasının çok zor bir şey olduğunun farkındaydım. Şöyle bir yol denemeye karar verdim; gün içinde bile hiçbir plan ve program yapmadan bölgeye gelip yerde kendimizi yerin akışına bıraktık. Yerin bizim önümüze çıkardıklarından duygusu yüksek olanları çekmek üzerine bir yol denedik. O zaman belki yer bize bir şey anlatıyor olacak ve oradan bir şey alıyor olacağız. Böyle bir çalışma yaptık. Öyle olunca da çok ilginç şeyler yaşadık ve karşılaştık. Hasankeyf’i hiçbir alt anlatım olmadan sadece görseller ve seslerle seyirciyle paylaşıyoruz” ifadelerini kullandı.   İki farklı zamanda 21 gün   Filmin diyalogsuz bir film olduğunu dile getiren Ruken, filmde insanların bir bütünün parçası olarak var olduklarını söyledi. Filmde bütünüyle Hasankeyf’i Hasankeyf yapan her şeyi görebileceğimizi paylaşan Ruken, “Canlı cansız varlıkları, doğanın içerisindeki sistemin parçalarını görüyoruz. Bir şeyi anlatır halde değil de kendi halleri içinde yansıyor. Bölgede 21 gün geçirdim. İki farklı zamanda geldim. Bir bahar zamanıydı bir de yaz ortasıydı. İki farklı zamanda geçirdiğim toplam 21 günün kamera gün ve saat kaydının sıralamasını bozmadan bir dizilimle yaşadıklarımızı, gördüklerimizi, karşılaştırdıklarımızı ve Hasankeyf’in bize anlatmaya çalıştıklarını seyirciyle paylaştık. Hasankeyf’e her gittiğimde beş duyumla algıladığım bir hal var. Oranın bir hali, ruhu ve enerjisi var. Bunu kameraya nasıl yansıtıp sığdıracağım endişesi taşıdım. Bir ses ve görüntüyle beş duyuyla algıladığım şeyi aktarmak zor bir şeydi” diye belirtti.   ‘Bölgede rahat bir şekilde çekim yapabilen son ekiptik’   Çekim süresince aldıkları iznin tüm bölgeyi kapsadığını ve iznin zamansal ve bölgesel olarak çok geniş olduğunu söyleyen Ruken, güvenlik bölgesi ilan edildiği gerekçelerle alt köylere inemediklerini kaydetti. Ruken, ekip olarak çekimleri bitirdikten iki hafta sonra bölgeye genel bir çekim yasağı geldiğini dile getirerek, bölgede rahat bir şekilde çekim yapabilen son ekip olduklarını düşündüğünü aktardı. Çekim sırasında yaşadıkları bir anıyı da Ruken şu şekilde paylaştı: “Sabah 03.00, 04.00 gibi antik kente çıkıp gün doğumunu çekmek istedik. Antik kentin altında bizi götürecek yol bilen bir çobanı bekliyorduk. Bir askeri drone tepemizde bizi takibe başlamış. Gider diye düşündük ama gitmedi. O bölge girilmeyen bir bölge olduğu için dikkat çekti sanıyorum. Sabah 3 buçuk gibi jandarmayı aradım. Tamam ilgileneceğiz dediler. Bir süre daha drone gitmedi ama sonra gitti. Bir sorun değildi ama heyecan yarattı. Onun dışında yerel halk beni tanıyor, biliyor. Uzun zamandır bölgeye çok gidip geliyorum. İnsanımız çok açık ve sıcak kanlı olduğu için de tanısa da tanımasa da çok güzel karşıladı.”   ‘Suların altında bile olsa varlığını hissedeceğiz’   Hasankeyf’te sadece yok edilenin sadece kültürel bir birikim olmadığına dikkat çeken Ruken, “Burada birikmiş kendi kendine evermiş doğa ve onun parçaları da yok olacak. Bazı şeylerin geri dönüşü yok bu da onlardan bir tanesi. Yok olacak endemik hayatın karşısında taşınan şey küçük fındık tanesi gibi kalıyor. Hasankeyf’in son halini görmek için de oraya gittim. Duramadım fazla. Tarifsiz bir üzüntü içerisindeyiz. Çarşının yıkılmış toprak hali çok ürkütücü geldi. Kalenin başı taşlarla ve betonlarla kaplı. On binlerce yıldır devam eden bir doğanın, büyük bir habitatın merkezi olmuş bir yer sular altında kalıyor, fakat bu hiçbir zaman onu yok edemeyecek. O öyle bir şey ki suların altında bile olsa varlığını bir şekilde hissedeceğiz. Şu anda bile yok olmaya başlamış bu yerin küçücük bir parçasını tarihe koyabilecek bir şey yaptığımızı umuyorum. Galiba oturup ara ara o hali hissetmek adına bunu izleyeceğiz. Bugün bile o yıkım hali başladığı için bir şeyler değişmişti. Eski haliyle göremeyecek nesiller için de çok üzgünüm. Ancak bir şekilde kurtuluşu olacak. Son anda bir şeylerden vazgeçilecek gibi hissediyorum.”