‘Misafir’in tanıklıkları: Çok cesur kadınlar vardı 2019-04-24 09:04:55   İZMİR - Dünyanın ilk uzun metrajlı mülteci filmi olan “Misafir”in yönetmeni Andaç Haznedaroğlu, Suriyeli mültecilere ayna tutan film çalışması boyunca tanık olduklarını anlattı.     Yedinci sanat sinemanın, toplumu şekillendiren bir araç değil gerçeği yansıtmanın bir yolu olduğu görüşüyle yola çıkan yönetmen Andaç Haznedaroğlu, ikinci sinema filmi olan “Misafir” ile Suriye’deki savaştan kaçan 8 yaşındaki Lena ile komşusu Meryem’in hikâyesini anlatıyor. Yaşanmışlıklar baz alınarak yazılan “Misafir”, yurtsuzluğu anlatan ötekinin aynası. Misafir Antalya Film Festivali'nde Avni Tolunay Seyirci Ödülü, Boğaziçi Film Festivali’nde “En iyi film ve kurgu ödülü”, Dublin İpek Yolu ile Malmö Arab film festivallerinden “En İyi Film” ve “En İyi Kadın Oyuncu” ödüllerini aldı.   ‘Geride bir belge bırakmak’   Suriyeli mültecilerle bir gazeteci gibi çalışan ve 3 yıl sınırda, çadır kamplarında, yüzlerce aile ile tanışan, savaşı, umudu, hüznü ve direnci mültecilerle yaşayan Andaç, filmi çekerken isteklerinden birinin de savaş mahkemesi kurulduğunda geride bir belge bırakmak olduğunu belirtti. 7 yıllık göç sürecine rağmen savaşa dair yazılan veya çekilenlerin sayısının çok az olduğunu söyleyen Andaç, sanatın siyasetçilerin yapamadığı şey olan insanların kalplerine dokunarak bir şeyleri değiştirebildiğini aktardı.    ‘Savaşa direnen kadınlar vardı’   Daha çok orta sınıf insanların hayatlarına bakmak istediğini dile getiren Andaç, “Birçok insan mültecileri, sokakta yaşayan insanlar olarak görüyor. Oysa savaştan önce onların da daha önce bizim gibi bir hayatı vardı. Ana hedefte kadınlar ve çocuklar var. Kadın gözüyle bakmak istedim. En zor durumda olan kesim kadınlardı. Bir taraftan eşleri savaşa gitmek isterken, bir taraftan da ailelerini korumak istiyorlar. Örgütlenip sokağa çıkan kadınların hapishanelerde işkence görüp tecavüze uğraması beni en çok etkileyen kısım. Filimde bu kadar acı olan kısmı anlatmıyorum ama benim Reyhanlı’da, İdlip’te sınırda gittiğim her yerde kadınların birlikte yaşadığı yerler var ve bu hapishanelerde 2-3 yıl kalıp kaçan, çıkan veya kurtulan kadınlar var. Asıl dram orada” diye konuştu.    ‘Savaşı çıkaranlar da silah satanlar da biliniyor zaten’   Savaşın yaralarının nasıl sarılacağı bir yana, dünyanın görmezden geldiğini ifade eden Andaç, “Tampon bölge sınırın diğer tarafında ve milyonlarca insan var. Bildiğimiz yardım kuruluşlardan yardım gelmiyor. Bu savaşa kaynak sağlayan ülkeleri biliyoruz. Kimin silah sattığını biliyoruz. Buralarda o insanlar için yapılan bir şey yok. İnsanların yaşamı göz ardı edilmiş. Çadırlarda elektrik yok, su yok ve soğuk. Buralarda gördüğümüz kısmı hayatlarını biraz daha iyiye götürmüş insanlar” ifadelerini kullandı.    ‘Kadınlar için çok daha zor’    Savaştan kaçanların yüzde 70’inin kadınlar ve çocuklar olduğunu, savaş öncesi de ev ve çocuk yükünün kadınlarda olduğunu, çalışma koşullarının olmadığını aktaran Andaç, bu yüzden başka bir ülkede başka bir iş bulmanın zorluğuna işaret etti. “Çok cesaretli kadınlar var. Fabrikalarda çalışan, tekrar çocuklarına bakmaya çalışan kadınlar çok” diyen Andaç, “Eşi albay olan bir kadın vardı. Eşi hapse alınınca 2-3 yıl beklemiş, ulaşamamış savaş şehre yaklaşınca 3 çocuğu ile kaçmış. O standarttan buraya gelince zorlanıyor insanlar. Yarın savaş çıksa çoluğumuzu çocuğumuzu kaybetsek ne yapardık? Onlar da bizim gibi bir hayatı olan insanlardı” diye anlattı.   ‘Savaşın korkusuz kadınları’   Suriye’de hakim olan din olgusuna rağmen kadınların çok yürekli olduğuna tanıklık ettiğini söyleyen Andaç, bütün kadınları örgütleyip eşlerini savaşa göndermemek için mücadele eden Soltana’dan örnek gösterdi. Soltana’nın bütün çocuklarını hapisten çıkarmayı başardığını belirten Andaç, “Oğlunun hapishanede olduğunu öğreniyor ve tekrar savaşın içine giderek tek tek hapishaneleri gezerek oğlunu buluyor. Türkiye’ye döndüklerinde önlerini kesiyorlar ve oğullarını tekrar almaya çalışıyor. İslamcı bir grup ve oğlunu vermek istemiyor. Orada kalp krizi geçiriyor. Kobanê’den Türkiye’ye kalp krizi geçirerek geliyor. Bir de bize en çok yardım eden çevirmen kadın. Hamile, 4 çocuğu var ve yardım için sabahtan akşama kadar koştu. Verdiğim parayı da başkası ile paylaşıyor. O nedenle onlardan öğrendiğim çok zor” dedi.   ‘Dünyanın işe el atması lazım’   Savaşın ilk kurulduğu dönemde kadın örgütlülüklerinin olmasına rağmen savaşla beraber dağıldığını söyleyen Andaç, kadın dayanışmasının mahallelerde devam ettiğini belirtti. Suriye savaşının belirsizlikleri nedeniyle gidecek yurtları olmayan göçmenlerin durumuna ne kadar çok dikkat çekilirse o kadar iyi olacağını söyleyen Andaç, “Dünyanın bu işe el atması lazım. Savaşı gören devletler ortada. Bunlara sadece acı tarafından değil gerçek tarafından bakmak lazım. Sadece yerel basın ve yerel film ağı ile sınırlı kalmaması gerekiyor. Dünyada yapılan ilk uzun metrajlı film” diye konuştu.