Dinmeyen bir çığlık

  • 09:01 27 Ağustos 2018
  • Kadının Kaleminden
"Öfkeliyiz, çünkü bir kez daha bu ülkede kayıpların yaşanmasına göz yumulmasına ve yeni katillerin yaşam bulmasına izin vermeyeceğiz. Umutluyuz, çünkü bir gün o kapıyı şen çocuklar çalacak ve katillerin yargılandığını, kayıplar için mücadele eden annelerin kazandığını söyleyecek…”
 
Beritan Elyakut
 
Dinmeyen bir çığlığı kim nasıl dindirebilir ki… 700 hafta boyunca kar, kış, sıcak demeden direnen bir grup annenin haykırışı kulaklarınıza değdi mi? Değdiyse bile delip geçti mi? Kürdistan başta olmak üzere Türkiye metropollerinde binlerce insan bir gün evlerinden ya çıkarken ortadan kayboldu ya da evlerinin önünde bir an görünüp kayboldu. Ciddi bir insan durduk yere aniden ortadan kaybolur mu? Kaybolsa dahi evinin yolunu mutlaka bulup geri dönmez mi? 
 
Oysa binlerce insan ne geri döndü ne de onlara ait bir ize rastlandı. Onların izlerine rastlanmadı ancak anneleri, eşleri, kardeşleri her gün çalan kapı sesine kulak kesildi. Her biri çalan kapının ardındakinin kaybettirilen yakınlarına ait olmasını diledi… Belki de dilemekle kalmadı ve çalan her kapıyı gözleri kapalı açarak onları görme umuduyla yürekleri ağızlarında bekledi. Yüreği ağzında bekleyen onlarca anne, kardeş, eş 700’üncü haftada da bir kez daha kupkuru bir duvara çarptı. Hiç kaybetme hissi yaşamayan ya da yaşamışsa bile bir mezarı taşı olan insanlar annelere hoyratça saldırdı. Saldırmakla yetinmeyip iki kolundan tutup gözaltına aldı. 
 
Sağında, solunda arkasında bir dizi polisle zapt edilmeye çalışılan bir annenin dimdik başını sizde gördünüz değil mi? O dimdik başını eğmeyerek sessiz çığlığını avazı çıktığı kadar bağırıyordu. “Evladımızı aramanın neresi suç” diye soran annelere kimse cevap veremedi o koskoca meydanda… “Bize emir geldi gerekeni yapacağız. Polisim gereken her şeyi yapacak” diye konuşanlar annelerin o direngen duruşları karşısında hissizce gözlerini kaçırarak silahların gölgesine ilişti o gün… Silahın gölgesinde yaşayan insanların yüreğindeki korkuyu duymayan yoktur sanırım… Sizi güvencede hissettirse de aslında o elinizden alındığını bir hiç olma duygusunu yaşarsınız… Ve annelerin çığlığı karşısında aslında o silahların gölgesi de kimseyi koruyamadı… Annelerin çığlığı yükseldikçe şiddetin de, saldırının da dozajı arttı… Anneler kırmızı karanfillerine kayıplarına sarılır gibi sarılırken, öfkeleri bir kez daha arttı. 
 
Hüzün, öfke ve umut hiç yan yana gelir mi demeyin. Gelir hem de hiç olmadık anlarda gelir. Karanfilleri elinde sımsıkı tutan bir kayıp yakının gözlerinde, yüz hatlarında bu üç duyguda bulunuyordu. Hüzünlüydü anne, çünkü karşısında gencecik emirlerle saldıran ve dün masum çocuk olduğunu düşündüğü bir sürü genç polis vardı ve onları anlamıyordu. Öfkeliydi, çünkü kayıplarının katilleri hala gizlenmeye çalışılıyor ve yeni kaybettirme politikalarının hayata geçirilme istemi o meydanda bir daha gözlerinin önünde hayat buluyordu… Ve en önemlisi umutluydu… Çünkü umudunu yitiren bir anne her şeyini yitirir biliyordu. Bu yüzden oğlu, eşi ya da kardeşi için onlarca insanın hala etten zırhlar örerek direnişini görmesi ‘o kapı bir gün açılacak ve katiller yargılanacak’ umudunu yeniden yeşertiyordu. 
 
Hüzünlüyüz, çünkü hala haklı bir mücadelenin önüne engeller koyulmasını ve katillerin gizlenmesini kabullenemiyoruz. 
 
Öfkeliyiz, çünkü bir kez daha bu ülkede kayıpların yaşanmasına göz yumulmasına ve yeni katillerin var olmasına izin vermeyeceğiz. 
 
Umutluyuz, çünkü bir gün o kapıyı şen çocuklar çalacak ve katillerin yargılandığını, kayıplar için mücadele eden annelerin kazandığını söyleyecek…