Kardeşini doğurmak: Türkiye’de ensest gerçeği

  • 09:05 5 Ağustos 2020
  • Kadının Kaleminden
“Çocuklar ölüyor hem de bizler öldürüyoruz. Bu vahşice saldırıyı ona yaşatanlar olmasak bile görmezden gelerek, seslerini duymayarak, susarak bir kere daha bizler öldürmüş olmuyor muyuz…” 
 
Fidan Evren
 
Büşra Sanay’ın “Kardeşini doğurmak/ Türkiye’de ensest gerçeği” kitabını okuduktan sonra, belki de tarihin başlangıcından bugüne süregelen ama göz ardı edilen, üzeri kapatılan ensest gerçeği ile tüm çıplaklığıyla yüz yüze geliyorsunuz. Gerçekler, insanın yüzüne tokat gibi çarpıyor, “Kendinize gelin, silkelenin. Etrafınızda neler oluyor farkında mısınız” diye soruyor adeta. 
 
Büşra Sanay, çalışan bir anne ve televizyoncu olmasıyla birlikte bugüne kadar herkesin bir dakikalık haberlerde gördüğü, çevresinde duyduğu belki de o an sadece “İnsanlık nereye geldi” diye sorduğu ensest, istismar gerçeğini ortaya koyuyor. Kitapta,Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKDF) Başkanı Canan Güllü, birçok meslek grubundan kadın ve ensest mağduru ve yakınlarıyla yaptığı röportajlarla tarihin ak gösterilen yüzüne karanlık bir damga vurmuş ve bu karanlığın 1 dakikalık haberle bitmediğini, tüm toplumun bu konuda bilinçlendirilip, bu insanlık dışı eylemleri sonlandırmasa bile en aza indirmeye çalışmayı hedeflemiştir.
 
“Çocuk çocuktur, masumdur, paktır .
Çocukluğunu yaşamalıdır.
Çekin kirli ellerinizi, düşüncelerinizi onların üzerinden, bir anda büyümek zorunda bırakmayın çocukları ...
Mağdur etmeyin!!!”
 
Bu kitabı bu başlangıç önsözüyle okumaya başladığımda tüm insanlığa en çok da biz kirlenen büyüklerine ne kadar da haklı ve gerçekçi bir isyan olduğunu düşünmüştüm...
 
Aslında bu ses bir yazarın kaleminden çıkan sözcükler değildi! Çocukluğu elinden alınmış milyonlarca küçük yüreğin haykırmak istediği şeydi!
 
“Çocuklar ölüyor üstat, insanlar ise her şeyi meşrulaştırıyor.” Bu cümle ile istismara maruz kalan bir mağdurun yazdıklarından bir kesit aktarmak istedim. Evet! Çocuklar ölüyor hem de bizler öldürüyoruz. Bu vahşice saldırıyı ona yaşatanlar olmasak bile bu yaşananları görmezden gelerek, seslerini duymayarak, susarak bir kere daha bizler öldürmüş olmuyor muyuz ?
 
Aslında Türkiye’de ensest gerçeği TKDF’nin yaptığı son açıklamalarla birlikte gün yüzüne çıkmış oluyor. 
 
TKDF’nin 56 ilde yaptığı araştırma sonuçlarına göre, Türkiye’de ensest oranı yüzde 40. Yani her 10 kişiden 4’ü ensest mağduru. Peki ülkede bu kadar yoğun olmasına rağmen neden bilinmiyor ya da neden bilinip susuluyor, hata kavram olarak kullanılması bile yasak oluyor, devlet veya devletler bu konu hakkında sorumluluk almıyor?
 
Aslında temel olarak sorunun buradan başladığını fark ettim. Kitabın içindeki tanıklarla birlikte okuduklarım sayesinde gün yüzüne çıkması gereken tüm bu soruların cevaplarını, bizlerin sorumsuzluğunu, sistemin işleyişini, eksikliğini, kurumlardaki yetersizlikleri, toplumsal baskıyı en çok da o küçük yüreklerin acısını...
 
Peki ensest nedir?
 
Kitapta geçen bir röportajdan Canan Gülü, “Aile içinde yaşanan taciz- tecavüz olaylarının toplu tanımıdır” diyor. 
Yani anne, baba, dayı, amca, dede... Belki de bir çocuğun hayatında en çok güvendiği, değer verdiği ve ihtiyaç duyduğu bireylerin hayatını mahvetmeye çalışmasıdır!
 
İnsanın bu olguyla yüzleşmesi her ne kadar zor olsa da Türkiye’de kurumların verdiği raporlarda ve diğer ülkelerdeki sonuçlara bakarak varılan sonuçlarla birlikte toplumsal hatta insani bir sorun olduğunu ve bunun bir gerçekliğimiz olduğunu sindirmeye başlıyoruz.
 
Peki bu yüzleşmeden sonra neler yapılıyor ülkeden ülkeye değişen kanunların ve cezai uygulamaların olduğu gerçeğiyle birlikte kendi ülkemiz hakkında konuşursak, okuduğum birçok mağdur açıklamalarında devlet veya kurumların bu tarz olaylara yönelik yetersiz kaldığını, çok büyük eksiklik ve aksaklıkların yaşandığını dile getiriyor. Kanunen mağdurları koruma altına alan ve buna yönelik olan kanunlar varsa bile sistemin işleyişindeki eksiklikler, sorumsuzluklar, toplumsal baskı ve tabi daha nice sebeplerden dolayı mağdurların çok daha fazla çevresi tarafından mağduriyet yaşandığını gözler önüne seriyor.
 
Okuduklarım içerisinde beni en fazla yaralayan, çevresi tarafından bilinerek veya bilinmeyerek bu eksik, sorunlu işleyiş ve fikirlerden dolayı bu insanların üzerinde ömür boyu unutturamayacağımız travmalar ve felaketlere yol açabilmemizdi. Bu yüzden gerekli kurumların artması, insanların bilinçlendirilmesi ve bilinçli hayatlar yaşamasını sağlamak devlet kurumların temel görevlerinden biri olmalı!
Ayrıca bu sorumluluğu sadece topluma, kültüre, dine, devlete, eril zihniyete yüklemek yerine artık kendimizde kendi yaşamımız içerisinde çözüm arayışına girmeli ,cezalandırma sistemi daha gerçekçi ve önleyici olmalı... Ayrıca hepimizin kendine şunu sorması gerekiyor. "Bu toplumsal kaosun içinde fikirsel veya eylemsel olarak ne veya neler yapabilirim” diye sormalıyız. Biz bu sorumlulukları aldıkça değişecek ve bu dünyayı daha az kirlenmiş bir şekilde bırakmış olacağız.
 
Bunu en azından kendi çocuklarınıza/çocuklarımıza borçlusunuz/borçluyuz...