14 kadın tutsaktan mektup: Haksızlığa sessiz kalmak eksiltir

  • 09:02 25 Temmuz 2020
  • Kadının Kaleminden
“Sistem laboratuvarları durumundaki cezaevlerinde, topluma uygulananların katlanmış ve derinleşmiş halde olacağı tahmin edilecektir. Biz tutsaklar da Kürt halkının infaz kararı alındığından beri bunu yaşıyoruz. Uluslararası demokratik kurumların, insanların buna sessiz kalmaması gerekir. Haksızlığa sessiz kalmak, insanlığı eksiltir…” 
 
Gül Güzel
 
Hep aynı duygularla ellerim posta kutusuna uzanır. 2003 Eylül’ünden bu yana günlük yaşadığım bir yürek çırpıntısı. Onlara, cezaevinden çıktığımda söz vermiştim, mektup yazacaktım. Böylelikle bir ailenin farklı fertleri olduk. Dile kolay bu kadar süre zindanlarda kalmak ve karşılıklı mektuplaşmak. Mektup tek iletişim aracımızdır da ondan. Özellikle koronavirüs salgını süreciyle mektup kutusunu her açışımda tarif edilmez bir duygu seline kapılırım. Korku, sevinç, heyecan, isyan birbirine karışır. Eğer kutuda bir mektup varsa, bu duygular doruğa çıkar ve o zaman birkaç gözyaşı damlar mektubun zarfına ve teskin eder ortamı. 21 Temmuz da yine böyle bir gün. Posta kutusunda cezaevinden gelen 2 mektup iliştiriyorum parmaklarımın arasına. Biri kart diğeri ise zindanlardaki tecridi anlatan ve bu durumdan dolayı, dayanışma çağrısı niteliğinde 14 kadın tutsağın imzaladığı mektup. Ben şimdi sizlerle birlikte bunları okumaya çalışacağım. Çünkü zindanlardaki seslere çığlıklarımızla yanıt vermemizin gereği var...
 
Gebze Cezaevi’nden yazan siyasi tutuklu, Şadiye Manap’a kulak verelim:
 
“200 arkadaşımıza dava açılarak, 27-28 yıldır cezaevinde olan insanlar için yeniden tutuklama kararı çıkarıldı...
 
Dünyadaki gelişmeler, sistemin yapısal krizinin zorlayıcılığının yanında, ezilenlerin de daha olgunlaşmış koşullar oluşturduğunu görüyorum. Avrupa da epeyce hareketli süreçler yaşadı, yaşıyor. Olof Palme’yi gazeteden sınırlı okuyabildik. Biraz objektif bilgi veren gazeteler bize verilmiyor. Ama direnmek, direndiğini bilmek insanı güzelleştiriyor.
Seni bir daha sevgiyle, özlemle selamlıyor, kucaklıyorum. Aydınlıkla, güzelliklerle kal.” 
 
14 kadının imzasıyla gelen mektup ise şöyle: 
 
“Bir toplumun bütün düşünenleri, hareket edenleri, itiraz edebilenleri mezarlıkta, cezaevinde, hastanede, ‘tımarhanede’ ise, o toplum yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya demektir. Türkiye’de sadece Kürtler değil, aslında tüm toplum, gerçekle, doğruyla, hakikatle alakası olmayan uygulamalar olduğunu biliyor. Ama toplumu kapatmak için o kadar çok ‘ev’ yapılmış ki. İnsanlar en akıllı yaklaşımın ‘seni çıkarmamam’ olabileceğini düşünüyor. Bunun doğru olmadığını bile bile.
 
Sistem laboratuvarları durumundaki cezaevlerinde, topluma uygulananların katlanmış ve derinleşmiş halde olacağı tahmin edilecektir. Biz tutsaklar da Kürt halkının infaz kararı alındığından beri bunu yaşıyoruz. Her gün biraz daha daralan, Demokles’in kılıçlarının daha da keskinleştiği bir evde. Bütün bir toplum susturulmuşken, tecrit koşullarında olan tutsakların 2018 -19’da direniş geliştirmesi, mutlakıyetçe iktidarı öfkelendirdi. Direkt hükümet merkezli Adalet Bakanlığı talimatlı ve idarelerin kraldan daha kralcı uyguladığı yönelmeler üst üste geliştirildi.
 
6 Aralık 2019’da bulunduğumuz cezaevinde odalarımızda baskın tarzında arama yapıldı. Odalarımız adeta talan edildi. Her türlü defterimiz (Şiir defterinden adres defterlerine, seminer çalışmalarından anılara, öykülere, günlüklere, siyasal yorumlara, araştırma notlarına kadar) birçok kitabımız, bağlama kelepçeleri, elişi tığları ve daha sayamadığımız birçok şey çöp poşetlerine doldurularak götürüldü. Sonrasında bütün taleplerimize, suç duyurusu dilekçelerimize rağmen bize dönülmedi ve eşyalarımız halen verilmedi.
 
Çoğumuz 30 yıla varan tutsaklık süresini yaşamış bulunuyoruz. Dolayısıyla okumalarımız, araştırma çalışmalarımız var. Bize idare tarafından, içeride kitaplarımızın çok olduğu, çoğunun depo olarak kullandığımız maltaya götürüleceği, ihtiyacımız olduğunda alıp, kullanacağımız belirtildi. Kitaplarımızın çoğunu depoya taşıdık. Ancak korona tecridi başladığından bu yana tek bir kitap almamıza izin verilmediği gibi, memurların kitaplarımızın arasına girip talan ettiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Korona fırsat yapılıp, tüm iletişimlerimiz durdurulurken hak gasplarına dair hiçbir şeyden geri durulmadı. Bu koşullarda bize yapılan tebliğde, artık dışarıdan hiçbir biçimde dergi gazete alamayacağımız, yine kitap alamayacağımız, sadece doğum günü ve bayramda alınabileceği, bunların cezaevi kantini üzerinden alınacağı belirtildi. Bizleri onlarca yıl tek tip kaleme, bardağa mahkum eden cezaevi idarelerinin istediğimiz kitabı bulup, getirmeyeceği açıktır. Tüm bunlarla arkadaşlarımızın içine sokulmak istendiği ekonomik sıkıntılar diğer bir boyuttur.
 
Dünyada tutsaklar dışında mektuplaşma gibi tarihte kalmış bir iletişim aracını hiç kimse kullanmazken, mektupların fiyatına bir yılda beş kez zam yapıldı. Normal mektuplarımızın kaybedildiğinden tüm mektuplarımızı katlanan fiyatlarla taahhütlü göndermek zorunda kalıyoruz. Kartlar kart fiyatına gönderilmediğinden bir cümlelik yazıyı da mektup fiyatına göndermek zorunda kalıyoruz. Korona tecridi başladığından bu yana tek iletişim aracımız olarak kalan mektuplara her açıdan engel ve sansür getirildi. Aynı blokta, birkaç oda ötede kalan arkadaşlarımıza üç ayda bir mektup ulaşmıyor. Kürtçe mektuplarımız özellikle ulaştırılmıyor.
 
Koronadan dolayı ‘sosyal mesafe’ denerek tahliye olan arkadaşlarımızla vedalaşmamıza izin verilmiyor. Ancak aynı koşullarda uydurulmuş yahut düşünülmüş gizli tanıklarla 200 arkadaşımıza dava açılarak, 27-28 yıldır cezaevinde olan insanlar için tutuklama kararı çıkarıldı. Böylece bir iki yıla kadar cezası bitecek olanların da dışarıya çıkmasına engel olunmuş oldu.
 
‘Korona tehlikesi var’ denilerek, kanser, şeker hastası, tansiyon, hepatit, kalp hastası arkadaşlar hastaneye götürülmediği gibi burada tedavi edilmeleri için hiçbir düzenleme yapılmadı. Sağlık açısından arkadaşlarımız gerçek anlamda ölüme terkedilmiş oldu. Bu tecridin başlayıp sürdüğü dönemde Sabri Kaya, Vefa Kartal, Bedri Bozkurt arkadaşlarımız zindanda hastalık nedeniyle hayatını kaybetti.
 
Son olarak TBMM’de çıkarılan infazla ilgili yasanın her türlü insan haklarına, demokrasiye, evrensel sözleşmelere aykırılığı o kadar açık, aleni ve somuttur ki, üzerinde ek bir değerlendirme yapmayı gerektirmiyor. Bu düzenleme korona riski, yani tutukluların içeride hasta olup ölebilme olasılığına karşı yapıldı. Ancak topluma her türlü zararı vermiş çeteler, faşistler serbest bırakılırken, siyasi tutsaklar içeride, daha da koyulaştırılmış bir tecritte tutuldu. Bu çok açık bir adaletsizlik ve düşmanlıktır. Uluslararası demokratik kurumların, insanların buna sessiz kalmaması gerekir. Haksızlığa sessiz kalmak, her zaman insanın insanlığını eksiltir.
 
İnsanlığın, insanlığını sahipleneceğine olan inancımız ve beklentimizle.” 
 
Şadiye Manap, Rojda Tursun, Sibel Uçar, Emetullah Akgara, Melek Yalçın, Nazime Avras, Hazal Köysüren, Aslı Doğan, Hatice Arat, Türkan İpek, Ruken Vural, Ayten Gülsün, Gülistan Abdu, Bese Özer. 
 
06/07/2020
Kadın Kapalı Cezaevi, B/Ç, Gebze/İzmit