İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyeceğiz çünkü eşitlik evrenseldir 2021-04-13 09:01:02     “Devletlerin çizdiği sınırlar arasında kadın ticareti ve fuhuş turizmi biz kadınların gündeminden asla düşmeyecektir. BM’nin verilerine göre yılda en az iki milyon kadın sınır ötesinde zorla tutularak fuhuşa, cinsel köleliğe zorlanmaktadır. Erkeklerle eşitsizlik kadınların küresel durumudur, cinsiyetçilik; kadınların değersizleştirmesi ideolojisidir.”   Ayşe Gökkan   Türkiye ilk imzacılardan biri olmasına rağmen İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece yarısı çekildi. Sözleşmeden çekilmek demek kadın düşmanı politikaları hayata geçmesi, evde erkek dışarıda JÖH, PÖH, bekçi, korucu gibi unsurların kadınlara pervasızca saldırmasına zemin sunmak demektir.   Bilindiği gibi ataerkil zihniyet ahlaki bozulmayı hep kadına yükler. “Eğer kadın bozulursa toplum bozulur” denmektedir. Taciz, tecavüz, hırsızlık, hak gaspı, fuhuş, mafya, uyuşturucu, cinayet, katliam gibi organize suçları işleyen erkek ve devletinin toplumu bozmadığı gibi bir algı yaratılmaktadır. Tecavüz edenin de “namusu koruyanın” da erkek olması bugün cinsel şiddettin yaygınlığı ve katliamlarının sorumlusu erkek egemen zihniyetin olduğu istatistiklerle de ispatlanmaktadır. En bilinen şiddet çeşitleri fiziksel, cinsel, ruhsal, ekonomik, medya, dijital şiddetin yanı sıra siyasal, sosyal, kültürel, eğitim, sağlık…   Erkek kimliğine ilişkin çözümlemelerde kadın kimliğinin sorunlaştırılması, kadının daha fazla şiddete maruz kalmasını sağlamaktadır. Kadın haklarını yok sayan fail erkektir ve devleti de arkasına almıştır. Erkek, devletten güç alarak failliğini kalıcılaştırıyor. İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekmek erkeği kadına daha fazla şiddet uygulamaya teşviktir.   Gerekçeleri araştırılmalara göre sıraladığımızda İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilir çekilmez günde 4 kadının cenazesi kaldırıldı. Kadına yönelik yaratılmış algılara baktığımızda “kadının edebiyatı zekasında değil rahimdedir” zihniyeti yerel, ulusal, uluslararası bir algı olarak yerleştirilmiştir. İstanbul Sözleşmesi gibi mutabakatlarla, bu bakış açısına karşı uluslararası dinamiklerle ortak mücadele etmeyi gerekli kılmaktadır. Çünkü “Kocanın ilahi hakları garanti altındadır” diyen erkek egemen zihniyet kadına yönelik şiddeti meşrulaştırmakta ve yaygınlaştırmaktadır. İmzayı çekmekle devlet bunun suç ortağı olduğunu ispatlar niteliktedir.   Biz TJA’lı kadınlar ırkçı, cinsiyetçi, dini istismar eden zihniyet yüzünden üç kat fazla şiddete maruz kalıyoruz. İnsan ırkının tüm üyelerinin hakları eşittir. Ya hiç birinin hakkı yoktur ya da hepsinin dini, inancı, dili, etnik kimliği, rengi, cinsiyeti, cinsel eğilimi ne olursa olsun aynı haklara sahiptirler. Biz kadınlar dinlerin ataerkilleştirildiğini biliyoruz yoksa milyonlarca deist ve ateist erkek ataerkil olmazdı.   Eşitsek neden hep biz mahkum ediliyoruz   Biz Kürt kadınları artık bin yıl geri gitmeyiz. 21. Yüzyılın öncüleri olarak kadınlar şu sorunun can alıcı oluğunu bilerek soruyoruz: “Her insan özgür doğuyorsa dinde (Hristiyan, Müslüman, Yahudi, Budist, Alevi…) gelenekte, örfte, adette ayıp, yasak, günahta neden kadın mahkum ediliyor?”   Bugüne baktığımızda, demokrasinin uygulanmasını ve gelişimini engelleyen etmenler ile kadın haklarının engellenmesini, ihlal edilmesine yol açan etmenler aynıdır. Cinsiyetçilikle yazılmış tarih, teori, felsefe, bilim değişmedikçe İstanbul Sözleşmesi gibi yerel, ulusal, uluslararası sözleşmeler çok değerli olmakla birlikte, erkek egemen zihniyete oto kontrol eğitimi yine bu sözleşmelerle mümkündür ve çoğaltılması gerekirken, imzanın geri çekilmesi erkeklerin kadınlara şiddet uygulamasını cesaretlendirmiştir.   Sözleşmeler hem kamusal hem de özel alanda kadınları korur   Kadının toplumsal sözleşmesi ve İstanbul Sözleşmesi’nin acil ihtiyaç olduğunun bir diğer nedeni kamusal alandaki eşitsizlikler özel alandaki eşitsizlikleri beslediği, yapılandırdığı içindir. Bunun ortadan kaldırılması için devlet ve görevlileri yükümlülük altına girmelidir. “Belediye toplu sözleşmelerde kadına yönelik şiddete şerh koymalı) aksi halde “vurun kadına” talimatı olarak anlaşılmaktadır. Kitle iletişim araçlarını incelediğimizde “arka sayfalarında” güzel,  gündüz kuşağında kurban ya da cani hikayelerde fedakar anne, iyi aile kızı ya da kötü kadın, siyasette baş örtülü ya da bayrak taşıyıcısı olarak kurgulayan farklı inanç ve halkları Kürtleri, Ermenileri, Süryanileri, Çerkezleri, Ezidi, Alevi…vb. yok sayan zihniyet (ırkçı, cinsiyetçi…) altındadır. Bu zihniyete karşı kadınların anayasada, yasalarda, aile içi şiddetle mücadele Cedaw, İstanbul Sözleşmesi, kadın hareketlerinin oluşturduğu ve ittifak kurduğu karma organizasyonlara kabul edilmesi gibi uygulamalar hem özel hem de kamusal alandaki kadınları korumaktadır.   Erkeğin pratikte kadına yaklaşımı, tecavüz ve taciz kadınları terörize etmek için erkek  tarafından kullanılmaktadır. Tecavüz politik bir suçtur. Kadını ikinci sınıf konumunda tutan bir terörist eylemdir, politik bir araçtır, biyolojik aile diktatörlüğünü sürdürür. Kadının baskı altına alınmasının temel nedeni, ekonomi değil, biyolojidir. Biyolojik kodlarla korunan erkekleri deneyimler, faziletler belirler. Onların askerlik hizmetleri yurttaşlığı belirler, onların varlıkları aileyi belirler, onların bir araya gelmeleri savaşları, tarihi belirler. Onların genital organları cinselliği belirler. Onların kuralları, kodları, kanunları belirler, onların sanatı toplumu belirler. Onların siyaseti doğruyu belirler. Onların ekonomisi zenginliği belirler. Onların şiddeti kahramanlığı belirler.   Bu algı ve kodlama kadına yönelik şiddetin kanunlaşmasıdır. Bunu değiştirmek, dönüştürmek için kadının beyanı esastır, kadın dinamiklerinin şiddet şerhi ve kadın haklarını koruyan, şiddeti engelleyen ve şiddetten koruyan sözleşmeleri kadını yaşatır. Aksi halde kadın katliamlarının artması için imza atmaktır.   İstanbul Sözleşmesi barış ve savaş dönemlerinde de geçerlidir   İstanbul Sözleşmesi’nin feshi devletin kadın erkek arasında radikal eşitsizliğin önünü sonuna kadar açmış demektir. Çünkü İstanbul Sözleşmesi barış ve savaş dönemlerinde de geçerlidir. Rojavaya, güneye, kuzeye yaptığı saldırılarda, kadın yöneticilere yapılan suikastlar en somut örnektir. Mülteci kadınlara yapılan saldırında devlet destekli olduğu bu sözleşmeden imzanın çekilmesiyle somutlaştırmış oluyor.   Kadınlar savaş politikaları sonucu iç ve dış göçlere maruz bırakılıyor. Mülteci olarak gittikleri ülkelerde ucuz iş gücü olarak sömürülmektedirler.   Emeğin kadınlaşması denen şey böylece yayılmıştır. Uluslararası küreselleşme ve ev işleri, seks (cinsel kölelik, savaşlar…)  yoksul ülkelerden zengin ülkeler dadı ve hizmetçi olarak çalışmak için göç eden kadınlara küresel transferini gerçekleştirdi. Devletlerin çizdiği sınırlar arasında kadın ticareti ve fuhuş turizmi biz kadınların gündeminden asla düşmeyecektir. BM’nin verilerine göre yılda en az iki milyon kadın sınır ötesinde zorla tutularak fuhuşa, cinsel köleliğe zorlanmaktadır. Erkeklerle eşitsizlik kadınların küresel durumudur, cinsiyetçilik; kadınların değersizleştirmesi ideolojisidir.   Dünya Sağlık Örgütünün 2005 tarihli raporunda “gizli toplumsal cinsiyet katliamı” başlıklı bölümde; her yıl 1,5-3 milyon arasında kadın ve çocuk kadın cinsiyete dayalı şiddet soncu öldürülüyor. 200 milyon kadın seçici kürtajla çocuk öldürme ya da basitçe erkek çocukların tercih edilmesi sonucu daha az beslenme, daha az tıbbi bakım görmeleri nedeniyle kayıp, küresel düzeyde “5 kadından ve çocuk kadından biri yaşamı boyunca kürtaj ya da kürtaj girişimi kurbanı olmaya adaydır” 2005’de 100 milyondan fazla kadın kayıp.   Bu veriler 2005’e ait. Bir de 2011’den bu yana Suriye, Irak, Yemen, Lübnan, Libya, Filistin, Kürdistan başta olmak üzere Ortadoğu’da başlayan demokratik başkaldırı da iç ve dış savaşlarla yüz milyonlarca insan mülteci oldu ve katledildi-ki, bilindiği gibi mültecilerin yüzde 80’i kadın ve çocuktur.   Kadın soykırımı uygulanıyor   İŞİD gibi dini istismar ederek çocuk yaşta kadınları pazarlarda satacak 11-12 yaşında evlendirme kararını internet sitesinde fetva olarak yayınlayacak kadar cesaret almışsa, kadın katliamı taciz, tecavüz bugün 2005 verilerini aştığını tahmin etmemiz çok zor değil. Boşanma hakkı, evlenmeme hakkı, siyasal, sosyal, kültürel, sanatsal, eğitim, sağlık, yerel yönetimler hakkı, seçme ve seçilme hakkı, gözaltı, zindan, katledilme ile sonuçlanmaktadır. Oluk oluk kadın kanı akmaktadır. Kadın soykırımı uygulanıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün “gizli toplumsal cinsiyet katliamı” artık açık katliama dönüşmüş durumdadır. Araştırmaların artık kitle iletişim araçları, dijital iletişim, ulaşım olanaklarının en üst boyutta hızlı etkileşimle dünyanın ortak değeri olan toprak, su, hava insandan etkileniyorsa, bir köy olan dünyada yerel, evrensel sözleşmelerin uygulanması veya uygulanmaması tüm dünya kadınlarını etkiliyor. Bu nedenle dünya kadın hareketi ortak direnişlerle buna karşı direniyor.   Paramiliter güçlerle kadına itaat dayatmaktadır   İmzalanan sözleşmelerden çekilmek ve kadın hareketine saldırmak, erkekleri imtiyazlı kılıyor. İmtiyaz sahibi kişiler (erkekler) imtiyazsız (kadınlar) kişilere güçsüz, zayıf olarak yaklaşmaktadır.   Erkek devleti de arkasına olarak kadına “ben seninle tamamen senin aleyhine ve benim lehime olan bir antlaşma yapıyorum. Ve sen bu anlaşmaya işime geldiği sürece uyacaksın” dayatmasında bulunuyor. Bu erkeğin kadınla devletin farklı halklar, inançlar ve kadınlarla tek taraflı yaptığı sözleşme, erkeğe mutlak bir otorite kadına ise sınırsız bir itaat şartı koyuyor. Üniformalı erkek şiddetinin Kürdistan’da bu kadar yayılması (Dersim Gülistan Doku, Van, Agıri, Mardin, Elih, Amed) bu devletin JÖH ve PÖH, bekçi, koruyucu, iftiracı gizli tanık (yalancı tanık) gibi paramiliter güçlerle kadına itaat dayatılmaktadır.   Kürt kadınları örgütlenerek erkek devletin tüm bu imtiyazlı saldırılarına maruz kalmaktadır. Son 1 yılda TJA, Rosa gibi derneklere saldırması Kürt kadın hareketinin farklı halklardan kadınlarla hiçbir devletin baş edemediği DAİŞ gibi vahşi, dünya kadınlarının başına bela bir çete örgütü ile mücadele etti ve başardı. Bu başarıyı alkışlayan devletler bugün kadınları illegalize ediyor. Kadınlar, bu ihaneti asla kabul etmeyecek. İtaat etmeyecek. Ne İstanbul Sözleşmesi’nden ne de kadının toplumsal sözleşmesinden vazgeçmeyecek. Eşitlik, özgürlük, evrenseldir.