İstanbul Sözleşmesi kadını da demokrasiyi de yaşatır 2021-04-03 09:01:10     Her gün ortalama üç kadının erkekler tarafından öldürüldüğü bir ülkede; kadına yönelik şiddeti önleme konusunda devlete sorumluluk yükleyen İstanbul Sözleşmesi neden iptal edilir? Verilen mesaj çok açık ve son derece tehlikelidir: “Ey kadınlar! Erkeğin üstünlüğünü ve egemenliğini kabul edin, onlar nasıl isterse öyle yaşayın. Aksi halde şiddet görebilirsiniz, benim bu şiddeti önleme konusunda bir görevim yok.”   Gültan Kışanak*   Hiç sağa sola çekiştirilmesin; İstanbul Sözleşmesi’nin ana amacı, taraf devletleri, kadına yönelik şiddet önleme konusunda her türlü tedbiri almakla sorumlu kılmasıdır. Bir kararname ile bu sözleşmenin yürüklükten kaldırılması; erkek şiddetini cesaretlendiren, gerekçelendiren, çeşitli bahanelere meşrulaştırılan bir atmosfer yaratmıştır. Bu kararı alanlar, bundan sonra işlenecek kadın cinayetlerinden sorumlu tutulursa, hiç şikâyet etmesinler. On yıldan beri yürürlükte olan bir sözleşmeden çekilmenin hiçbir izahı yoktur.   İktidar şimdiye kadar kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda üzerinde düşen sorumluluğun gereğini yerine getirmediği gibi; bu adımla maskesini çıkartıp, gerçek yüzünü göstermiştir. Gördüğümüz bu yüz, erkek egemen iktidarın maskesiz halidir.   İstanbul Sözleşmesi, kadın mücadelesinin sonucudur   Türkiye'de kadın hareketi, uzun yıllar büyük bir emek ve çabayla, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda epeyce mesafe kat etti. Kadın hakları konusunda ciddi bir farkındalık oluşturdu. Toplumsal cinsiyet eşitliğini hedefleyen önemli politikaları geliştirdi. Yasal haklar konusunda, önemli adımlar atılmasına öncülük etti. İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması da örgütlü kadın mücadelesinin bir sonucuydu.   Fakat iktidar, genel olarak demokratik gelişmeleri hazmedemedi, bünyesi kaldırmadı. 2015 yılından beri, var olan az çok demokratik hakları bir bir ortadan kaldırmanın yollarını aradı. Gazeteciler, akademisyenler, aydınlar, siyasi partiler, sendikalar, sivil toplum örgütleri, demokratik muhalefetin çeşitli yapıları, baskı ve sindirme politikalarından paylarına düşeni aldılar. Kadın kazanımları da hedef tahtasına oturtuldu. Kadın kurumları kapatıldı, toplumsal cinsiyet eşitliği tanımı resmi belgelerden çıkartıldı. Kadınların kazandığı bazı yasal haklar (nafaka ve kürtaj hakkı, çocuk yaşta evliliklerin yasaklanması vb.), geri almak için çeşitli hamleler yaptı ama hep kadınların direnişiyle karşılaştı. Gelinen aşamada iktidarını kaybetme korkusuna kapılınca; kadın haklarına yönelik ilk ve büyük tırpanı vurdu. İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi, kadınların şiddete karşı mücadelesinin karşısına, erkek egemen iktidar gücünün konulmasıdır. Ve kadınların tüm kazanımlarının tehlikede olduğunu gösteren bir adımdır.   Kadınlar ilk andan itibaren direniyor   Kadınlar bunu kabul etmeyeceklerini ilk andan itibaren gösteriyorlar, direniyorlar. Kadın hareketinin bu saldırıları durduracak bir yol bulacağına inanıyor, tüm kalbimle kadınların yanında olduğumu belirtmek istiyorum. Kadına yönelik şiddeti önlemek, politika farklılıkların ötesinde, tüm kadınların en önemli ortak hedefidir. Türk, Kürt, dindar, laik, muhafazakâr, liberal, milliyetçi, demokrat demeden tüm kadınların İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkacaklarını düşünüyorum.   Ancak bu yeterli değil. Kadına ve çocuğa yönelik şiddet ve cinsel saldırıları önlemek sadece kadınların değil, tüm toplumun en önemli görevidir. Türkiye'de siyasetin yeniden şekillendiği bir süreçten geçiyoruz; otoriter yönetime karşı olduğunu söyleyen muhalefet, önemli bir sınavla karşı karşıyadır. Kadın hakları en temel insan hakkıdır; demokrasi ve insan haklarından yana olanların, önce bu sınavdan geçmeleri gerekir. Muhalif siyasi partiler, birkaç demeçle bu konuyu geçiştiremezler. Muhalefet, İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden yürürlüğe konulması için, güçlü bir siyasi mücadele verme sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddeti, taciz ve tecavüzü önlemek bu toplumun en vicdani meselesidir ve tüm siyasi farklılıkların üstündedir.   On yıllık sözleşme bugün mü sorun oldu   Ayrıca dini ve toplumsal değerler, kimsenin iktidarının bekçisi değildir. Hiç kimse, iktidarda kalabilmek için bu değerlerle oynayamaz. On yıl önce dini ve toplumsal değerlerimizle çelişmeyen bir sözleşme, bugün iktidar güç kaybedince mi sorun oldu? Siyaset bir kere buna yol verirse; inanç ve toplumsal değerler, iktidarın elinde oyuncak olur. Son zamanlarda, artık oy getirmeyen “beka” söyleminin yanına “dava” söylemini koymaya çalıştıkları görülüyor. Demokratik siyaset ve toplumsal vicdan, inanç değerlerinin iktidar hesaplarına alet edilmesine izin vermemelidir. Yalan ve yanlışlara dolu siyasi manipülasyonu, kutuplaştırma siyasetini boşa çıkartmak istiyorlarsa; İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkarak, bu gidişatın önüne set çekebilirler.   İstanbul Sözleşmesi kadını da, çocuğu da, demokrasiyi de yaşatır!   * Kandıra F Tipi Cezaevi