Zaman aşk ile özgürlüğe akmanın an’ı 2021-03-17 09:06:05     “Zamanın başlangıç aşamasından kendisini günümüze bırakmış olan hakikatle buluşma zamanı, acı duyulan lanetli bir çağın girdabında çözümsüz ve çaresizliğe mahkum etmeye karşı direnme zamanı. Peki, böylesi ahlaki vicdani ve sevgi ile harmanlanmış bir toplumsal öze ulaşamamanın önünde en büyük engel nedir?”   Derya Arslan   Zaman dilimlerine atıflarda bulunur anlamlar biçer ve işlemeye başlarız ilmek ilmek, ruhunu yakalamak isteriz birazda zamanın. “Başlangıçlar sonucu belirler” söylemi teorik bir belirlemeden ziyade gerçekten pay alan bir vurgudur özünde. Ortaçağa nimet okutacak kadar aydınlıktan nasipsiz bir dönemde tüm insanlık olarak çırpınırken, yeniçağın Rönesans’ı olarak nitelendirilecek bir yola çıkıyoruz, bu yolu özgürlük yolu olarak ifadelendiriyoruz. Her devrim kendi direnişçilerini açığa çıkartır ve bu direnişçiler kimi zaman derisi yüzülen hallacı kimi zaman bilmelerin bilgesi Sokrat, kimi zaman Kemal, Sakine,Sêvê yada Feride olur. Devrimler akışkan enerjiye sahiptir, aksi zaten varlık olma esprisiyle uyuşmaz. Devamlılık ister ve devrim kendisi olanı başaranlarla ile birlikte oluş halini tamamlar. Kendisi olmak demlenmiş bir çayda eriyen şeker misali, kendisinden çıkıp maddenin dokusuyla bütünleşmek gibidir.   Çay yudumlandığında şeker görünmez ama tadı damakta hep kalır. Tamda burada devrimin devamlılığı esastır söylemine denk, direnişçileri olabilecek miyiz sorusu sorulmalıdır? Özü iti bari ile içsel sorgusunda eş güdümlü ilerlemelidir. Gerçek ya da öz değimi ile “hakikat”in bu gün ki güncel ve sistemsel paradigması nedir ve birey olarak bizler bunun neresindeyiz? Reddetmenin duygusunda isek de kendisinde miyiz? Sistemsel kopuş evresine girdik mi yoksa gerisine mi düştük? Öz arayışçıları insan kişiliğini, yapısal olarak göze benzetir. Göz dışa açık ve gözlemcidir aslında en büyük yanılsaması da budur yani kendini göremiyor oluşu.    Özgürlük ve toplumsallığın varoluş sebebidir   Mikro Evren olarak insanı tanımladığımızda gözün aksine kendine döndüğü bir arayışı olmalıdır. “Hararet nardadır sacda değil ? Keramet baştadır taçta değil, ne arar isen kendinde ara” diyen Bektaşi’nin mısraları yüzyıllar öncesinden hatırı sayılır mirastır. Hakikate yolculuk insanın kendi hakikatinin bilincine varmasıyla başlar. Ahlak, vicdan ve sevgi bu yolculukta özgürlük ve toplumsallığın varoluş sebebidir. Modernitenin özünden uzaklaştırıp itibarsızlaştırdığı bu kavramlar toplum ve birey için kendini yeniden inşa etmenin mayasıdır.   İnsan olmanın özsel mecrasına doğru bir akış olacaksa ‘ahlak’, ‘vicdan’ ve ‘sevgi’ kavramlarının toplumsallığın ve özgürlüğün mayası olduğunu bilince çıkartmakla başlamak lazım. Hiç bir dönem bu kadar itibarsızlaşmamış ve özden uzaklaşmamış sistem içleşmemişlerdi. Bu kavramlar toplumsallığın ilkeleridir aynı zamanda.    Kodlu bilme hali   Ahlak kimi filozofların değimi ile bir yaşama biçimidir, benzer kalıplara girmeden bastırmadan ölçüsüzleştirmeden yaşama katılım halidir. İnsan doğası gereği ‘ahlak’ kavramıyla doğar. Yani kodlu bir bilme hali vardır. Ancak sonradan değim yerinde ise mutasyona uğrayarak tersten bir evrim sürecine girer. Her dönemin sistemsel ideolojide öğreticileri vardır ve evrim tamda bu öğreticiler eli ile gelişir. Verili olana teslim olur ve unutturulur genetik olarak bilme hallerimiz. Bireyden topluma evirildiğinde ise durum daha da vahim hal alır, damarları kesilmiş durmadan kan kaybeden bir yok oluş ve biat etmek için zikre durmuş bir ayin izlemeye başlarız.    Sevgisizlik öldürür   “Bir toplum ne denli ahlaki kılınırsa,  o denli demokratik,  özgür ve eşitlikçi,  dolayısıyla iktidara direngen kılınır” belirlemesi ise 21.yy karanlık çağından çıkışın anahtarı niteliğindedir.  İnsan olabilme ve kalabilmenin birey-toplum ilişkisi için yine insan doğa ekseninde yeni ve tersten bir mutasyon ihtiyacı olduğunu anlamamızı sağlar niteliktedir. Benzer çerçevede ele almamız gereken diğer bir kavram ise vicdandır. Ahlakla birebir örtüşen vicdan kavramı ahlaki değerlerini temel alarak yaptıklarını veya yapacaklarını ölçüp biçtiğin bir kişilik özelliğidir. Yani ortak ahlaki normları yakalamış bir toplumun tekil eylemi. Hakikatine kavuşmuş insan formu. Toplumsallaştığında ise zincirlerinden, tutsaklığından kurtulmuş özgürleşme eşiği. Sevgi ise tüm bu güzelliklere ulaşa bilmenin yoludur. Modernitenin zirveye ulaşmış anlamsızlığına karşı, ideal olanın arayışında yürünmesini sağlayan duygunun kendisidir. Sevgi, hayali olanların bir biriyle bağını ölümsüzleştirir, yürürken zor dönemeçlerde ruhuna üfler ve öz ile buluşmanda yarenlik oluşturur. Sevgisizlik öldürür. Sistemler bunu bilir ve bağsız duygusuz tekillikler yaratır. İnsan sevdiğini korur, sahiplenir ve yitmesine izin vermez. Toplumsal bir sevgi ve aşkın filizlendiği bir evrende dışında kalan ne kadar ceberut mantalite varsa yok olmaya mahkûmdur.   Özgürlük zamanı…   Tam da bu yüzden zaman özgürlük zamanı. Zamanın başlangıç aşamasından kendisini günümüze bırakmış olan hakikatle buluşma zamanı, acı duyulan lanetli bir çağın girdabında çözümsüz ve çaresizliğe mahkum etmeye karşı direnme zamanı. Peki, böylesi ahlaki vicdani ve sevgi ile harmanlanmış bir toplumsal öze ulaşamamanın önünde en büyük engel nedir? “Görülüyor ki, özlemlerin ve umutların sınırı olmadığı gibi, gerçekleştirilmesi için bireyin kendisinden başka önünde ciddi bir engel de yoktur. Yeter ki biraz toplumsal namus, biraz da aşk ve akıl olsun ”diyor bilge insan. Vakit bireyin kendinde yarattığı engelleri tespit etme ve gerilikleri ile savaşma zamanıdır. Kendine dönme içten içe kendi ile hesaplaşma ve yola yeniden revan olma zamanıdır. Kavgası kendi ile olanın zaferi karşıtıyla olur. Zaman zihni fikri ve dürüstçe kendini görme ve bu eksende özgürleşme zamanıdır. Zaman yeni bir yaşamın, ebeliğini yapma ve onu demokratik özgürlükçü bir paradigmaya yatırma zamanıdır. Tamda bu evrede, kadın özü İştar’ın varlık mücadelesine ulaşma evresine çok yakındır. Gılgamışlara kutsal hayat ağacına bu gerekçeyle acımasızca saldırmakla kalmayıp tarumar etmeye meyletmektedir. Bu hedefte “Nalına da Mıhına da” dedikleri bir çıkışla tüm dişi varlığı yok etmeyi amaçlar. Bu kadın yolcuların hedefine ulaştıklarını ulaşmaya çok yaklaştıklarını gösterirken, bir “savaş” içerisinde de olduklarını görmeleri gerekir. İnsanlık tarihinin ilk kölesi ilk ezileni ilk gaspa uğrayanı olan kimliği yok sayılan cinsin uyanış evresinde başlatılan bu savaşın kadınların zaferi ile sonuçlanması İştar’ın ruhunu şad edecektir...   Yol bizi zafere götürecekse direnmek haktır zorunluluktur diyelim o vakit. Aşk ile yola revan olanlar maşukla yoldaş olurlar.