Gülüşlerine anlam katanlara bin selam da bizden olsun… 2021-03-12 09:01:10   “Aşkın yalnızca güdüsellikte boğdurulduğu özgürlüğün ise her an anlam yitimine uğradığı toplumsal bağlara işlemiş iktidarsal ilişkiler yumağı ortasındayız.”   Ayten Zehra   Benim gülünce gözleriyle çiçekleri kıskandıran çok arkadaşım oldu. Ben bakışlarını yüreklere sığdıramazken onlar son fısıltılarını zindan duvarlarına, patikaların sonlu sonsuz dönemeçlerine, ışıldayan gecenin yıldızlarına, doğan güneşin sıcaklığına emanet edip aydınlığa yol aldılar. Ve artık evrenin hangi zerresine kulak kabartsam bir fısıltı düşüyor içime. Siz hiç yüreğinizin en derin damarından kulak verdiniz mi bu seslere… Benim arkadaşlarım dinledikçe Kadın dilinde kadınca bir isyanla usulca yüreğimize taşırmakta mahirdirler özgürlüğü ve ona yeminli aşkı.    Özgürlük ve aşk diyorlar… Tarih boyunca insanlığın özellikle bu özü koruma ısrarında olan kadınların kafasını en çok kurcalayan kavramlardan ikisi. Bu kavramlar üzerine yazılmamış kitap, söylenmemiş söz kalmamıştır denebilir. Ancak yaşam damarlarımızın esas özünü oluşturan bu kavramlarla kurduğumuz ilişkinin hala kendi anlamından uzak olduğunu düşünmeden edemiyor insan. Bunun için başımızı kaldırıp toplumsal yaşamın mevcut dinamiklerine şöyle bir göz atmak yetmez mi. Aşkın yalnızca güdüsellikte boğdurulduğu özgürlüğün ise her an anlam yitimine uğradığı toplumsal bağlara işlemiş iktidarsal ilişkiler yumağı ortasındayız.   Hakikatten koparılan aşk basit bir olgu oluyor   Aşk hakikat algısından koparıldıkça yalnızca karşı cinse sığdırılmaya çalışılan üç harflik basit bir olguya indirgeniyor. Aşkın kendisi bilincin, anlamın, düşüncenin ve kavganın olmadığı zeminlere sürüklendikçe yalnızca bireysel değil toplumsal özgürlüğümüzün de nasıl büyük yıkımlara maruz kaldığı tarihimizin en sade anlatımı olsa gerek. Özgürlük ise kendi dinamiklerinden kopartılarak soyut ve zor bir ütopya olarak yaşamsal formlardan giderek uzaklaştırılıyor.   Özgürlüğe giden yol aşkla döşeniyor   Toplumsal gerçekliğimizde varlık olarak kadınlık, özgürlük bilinci ve ahlakıyla yoğrulmadığı zaman en kaba güdüselliğe mahkum kılınan bir nesne olmanın ötesinde yer bulamıyor kendine. Mevcut ilişki dinamikleri değiştirilmeden de orada üretilen şey demokrasi değil yalnızca faşizm oluyor. İktidarın en küçük hücrelere sindiği günümüz sistem gerçekliği bu akışın sonucu değil mi! Ancak kendi benliğinde kaybolan adeta dünyanın kendi ekseninde döndüğü sanrısıyla sarhoş olan faşistleşmiş erkek karakteri her alanda kurduğu imparatorluğunun bir fiske vuruşuyla yıkılacağı gerçeğini çok daha derinden görüyor ve hissediyor bugün. Çünkü kadınlar aşkın ve özgür yaşamın yeni alanlarına gün geçtikçe daha sıkı tutunuyorlar. Bu nedenle mevcut yaşamı reddeden kadın gerçekliği bugün her zamankinden fazla korku unsuru haline gelmiş bulunuyor. Özgürlük talebinde bulunan, bunu inşa etmek için nefes alan kadınlar her zamankinden fazla hedef haline getiriliyor bugün. Kadın kırımı olarak adlandırdığımız gerçekliğin temelinde iradesinin tanınmadığı bu yaşama başkaldıran bir duruşun olduğunu iyi görmek gerekiyor. Bu gerçeklik bize korku vermediği gibi özgürlüğe giden yolu aşkla döşüyor. Kulaklarımıza ve yüreklerime kazınmış güzel insan sesleri en büyük gücümüz ve irademiz oluyor. Erkek kafası da bundan korkmakta haksız değil hani. Bir fiskelik canların yıkılması öyle bize empoze ettirildiği kadar zor değil aslında. Herşey bir retle başlıyor her daim, gerisi ise inançla dirençle beslenip büyüyor kendi yatağında.   8 Mart’ta büyük özlemleri yüreğimize sığdırdık. Evrendeki hakikat fısıltıları daha yoğun daha gür geliyor artık kulaklarımıza. Kendini tüm verili bağlardan koparıp bu seslere kulak vermek sancılı bir yürüyüş olsa da o özgürlüğün duyumsandığı bir anlık o zamanda gözünü kapatıp ciğerlere dolan tutkulu aşkı duyumsamak direnmek için en büyülü gerekçelerden değil mi sizce de…    Gülüşlerine bin anlam katanlara bin selam da bizden olsun…