Etik ve estetik yaşam

  • 09:01 11 Mart 2022
  • Jıneolojî Tartışmaları
"Dışarıya estetik bir ürün olarak ortaya koyduğunuz güzel bir duygunun çoğaltılma halidir aslında kuru kıl çadırları süslemek, bir tahta parçasına püsküllerle renk katmak. Temelde duyulara hitap eden estetik ürünlerle, güzel duyguların birbirleriyle temasıyla yaşamı çoğaltmaktır da." 
 
Van Jineoloji Atölyesi
 
Kadın ve yaşam bilimi olarak jineoloji, etik ve estetik değerlere dayanan özgür birey ve özgür bir toplumun yani yaşanabilecek en iyi, en güzel ve mutlu toplum yapısının ahlaki politik toplum olduğunu savunur. Jineolojinin ortaya çıkış gerekçelerinden biri de kadın etrafında gelişecek doğru sosyolojiyi geliştirme ve Avrupa merkezli sosyal bilimlere başkaldırarak kadın hakikatini aydınlığa çıkartmaktır. Kadın etrafında gelişecek bu sosyolojinin temelini atarken kuramın değil, yaşamın sesini öne çıkaracağımız çalışmaların belirleyici olacağına inanıyoruz. Bu bağlamda atölye çalışmalarımızda yaşamını paylaşan her bir kadının bu sosyolojiye can suyu olduğu bilinciyle hareket ediyoruz. 
 
Van Jineolojî Binevş Atölyesi ve Barış Anneleri Atölyesi olarak ortaklaşa yürüttüğümüz tartışmalar sonucunda etik ve estetik değerlerin ne olduğu, aslında her ne kadar tanımlamaları birbirinden bağımsız yapılsa bile, etik ve estetiğin tarih boyunca ilişki içinde var olduğu bilgisiyle bir kez daha buluştuk. 
 
Toplumsal ahlak özgürlükle mümkündür 
 
Ahlak, bir toplum içerisinde yaşayanların karşılıklı ilişkilerinde uyum içinde yaşayabilmeleri için dikkat etmeleri gereken kurallar bütünüdür. İyi ve kötü davranışların belirlenmesi, insanların bu çerçevede pratik sergilemesi ahlakın temel görevlerindendir. Ahlakın asıl amacı daha iyi ve insanların daha mutlu yaşayabileceği bir toplum inşa etmektir. İyilik ve mutluluk ahlakın özünü oluşturur. İnsanların yaşadıkları olaylara müdahale etmesi, bu durumu kendi toplumsal çıkarlarına göre değiştirme ve geliştirme aynı zamanda politikayı da doğurmuş oluyor. Bu şekliyle toplum aslında nasıl yaşamak istediğine de karar vermiş oluyor. Kendi yaşamı üzerinde söz sahibi olmak temelinde politikasını geliştirebilen toplumlara demokratik toplum da denilebilir. Bu anlamda demokratik toplumu aslında ahlaki politik toplum olarak tanımlayabiliriz. Demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet, iyilik mutluluk gibi özelikleri barındıran bir yapıyla mümkün olur ahlaki politik toplum. Böylesi bir toplumda özgürlük ahlakın kaynağıdır, toplumsal ahlak ancak özgürlükle mümkündür. 
 
Bir ağaca ağıt yakmak 
 
Etik ve estetik değerlerin iç içe yaşadığı ahlaki politik toplum yapısının temellerinin sağlamlığı, kadınların yaşantılarında kendini açığa vurmaktadır. Kadınların doğa ile iç içe yaşayan, doğadaki hiçbir canlıya zarar vermeyen, toplumsal düzenin sağlanmasında rol sahibi olan üreten ve paylaşımcı olan bir pozisyona sahip olduğunu görebiliyoruz. Bu duruşun temelinde, ataerkil sistemin iktidarı tekelleştirmesi ve böylece ahlaki-politik toplumun dokusunun iktidarlaşıp dağılmamasını görebiliriz. İktidarlaşıp gönül gözleri bağlananlar, kadınlara istemeden de olsa büyük bir iyilik yaptıklarının farkında mıydılar acaba? Kimsenin kimseden bir üstünlüğünün olmadığı zamanlarda, insan ne kadar kıymetli ise doğadaki bir ağaç bir kuş, bir köpek de o kadar değerliydi. Ve bu herkes için böyleydi. Ancak ataerkil devletleşme, iktidarlaşma ile birlikte bu değerli olma hali sadece bazı yerlerde devam eden bir istisnaya döndü. Bu istisnanın yaşandığı yerler daha ziyade beton yığınlarına dönüşmeyen, ayağımızın toprağa bastığı, geceleri parlayan yıldızları görebildiğimiz yerler. İşte buralarda, sayıları giderek azalsa da doğanın dilinden anlayan, hayvanlarla konuşan, bir çiçek için şiir okuyup, kuruyan bir ağaca ağıt yakabilen kadınlar kuruyor yaşamı.
 
Kapitalizm kadın bedeni üzerinden kendini var etmeye çalışma
 
Bir taraftan doğayla geliştirdiğimiz ahlaki bağlarımız koparılmaya çalışılırken, diğer taraftan doğal toplumda var olan üretim ve mücadele ile güzelleşme anlayışı, kapitalist modernite çağında görüntü güzelliğine dönüşmektedir. Kapitalizm moda ayağıyla kendini kadın bedeni üzerinden var etmeye çalışmaktadır. Kadının kendine yabancılaşması, tüketim nesnesi olarak görülmesi ve kadına biçilen bu güzellik anlayışının temel ilkesi “başkasına güzel görünmek”tir. Kişinin ve toplumun değerlerinden, yaratıcılığından, üretiminden ziyade “moda olanı tüketmek” esas alınmaktadır. Etik-estetik değerlerin kapitalist modernitenin üretim tarzına göre biçimlendiği dünyamızda, kapitalizme uymayan yaşam biçimleri veya estetik-etik ölçüler “geri kalmış, demode” olarak nitelenebilmektedir. Şimdilerde “nostaljik” bir şekilde modanın konusu haline getirilse de analarımızın giydiği fistanlardan utandığımız, işledikleri nakışları, köyde kullanılan alet-edavatı hafife aldığımız dönemlerden geçti genç kuşaklarımız.
 
Duyguların birbirleriyle teması 
 
Yaşadığınız duyguyu yansıtarak yarattığınız yaşam ortamı aynı şekilde üzerinizde etkide bulunarak bu duyguyu çoğaltır. Dışarıya estetik bir ürün olarak ortaya koyduğunuz güzel bir duygunun çoğaltılma halidir aslında kuru kıl çadırları süslemek, bir tahta parçasına püsküllerle renk katmak. Temelde duyulara hitap eden estetik ürünlerle, güzel duyguların birbirleriyle temasıyla yaşamı çoğaltmaktır da. 
 
Güzel duyguların teması
 
Güzel duyguların birbiriyle teması, insanların yaşamlarını sürdürmek için yaptıkları işlerin yapılış biçimlerinden tutalım da bir araya gelme amaçlarına ve biçimlerine kadar yansımaktadır. Nasıl yaşamak istediğine, ne üreteceğine, nasıl üreteceğine karar verebilen yani politikasını geliştirebilen toplum, güzellik ve iyilik ölçülerini kapitalist modernitenin kalıplarına göre değil, kendi yaşamından süzerek oluşturabiliyor. 
 
Ulus devlet anlayışı ve erk iktidar zihniyeti ile etik değerler en aza indirgenmiş, hatta erkeğin bile aleyhine çevrilmiştir. Ahlaki değerleri namus olgusuna indirgeyerek kategorize etmiş, namus denince akla ilk gelen ise kadın olmuştur. 
 
Kültürün ve dilin taşıyıcısı kadındır
 
Ahlaki politik toplumun izlerinin silinmediği toplumlarda kadınlar yaşamlarıyla kapitalist moderniteye ve ulus devlet anlayışına karşı sürekli mücadele halinde olmuşlardır. Ulus devlet anlayışın homojenleşme adı altında yarattığı tek tip kültür anlayışına karşılık çok renklilik, zenginlik, hoşgörü ve güzellik anlayışı kadınlar tarafından bu topraklarda sürdürülmüştür. Çünkü kadınlar, yüzyıllarca egemen erkek sistemin saldırıları altında hayatlarını şekillendirirken asıl güzellik ve mutluluğun yolunun ancak özgürleşmekten geçtiğinin farkında olmuşlardır. Kendi toprağı üzerinde, özerk bir şekilde yaşamadığı sürece yaşamın tadının-tuzunun olmayacağını maruz kaldıkları savaşların, ihanetlerin sonucunda öğrenmişlerdir. Bu yüzden köyünden, yaylasından, memleketinden başka diyarlara sürülen neredeyse her kadın kendini daha mutsuz ve güvensiz hissediyor. Belki bu yüzden anadillerine, stranlarına, renklerine en çok kadınlar sahip çıkıyor ve taşıyor. Sosyal bilgiler kitabında gördüğümüzde kadına özcü bir yaklaşım gösteriliyor, gelenekçi yaklaşılıyor diye eleştirdiğimiz “kültürün ve dilin taşıyıcısı kadındır” cümlesinin amacı bu yaralara işaret etmek olmasa da bu gerçekliği ifade etmiyor mu?