Ekonominin evsizleşmesi, kadının görünmezliği: Kapitalist sömürü

  • 09:04 27 Ağustos 2021
  • Jıneolojî Tartışmaları
 
“Kapitalist sistem erkekleri de vuruyor, hem de bizzat kendini dayandırdığı eve ekmek getiren küçük efendi rolünün imkansızlaşmasıyla. Erkeğin bu krizle boğuşması her şekilde kadına şiddet olarak dönerken kadının krizle boğuşması her bir nefesini metalaştırmaya, satışa çıkarmaya razı olmasıyla sonuçlanıyor.”
 
Zilan Narin
 
Kapitalist pazar ekonomisinin yaşamı metalaştırarak toplumsallığı anlamsızlaştıran karakteri, bir zamanlar ücret ilişkilerinin dışında tutularak güya değersizliği sabitlenen yeniden üretim alanına da fiyat biçerek ücret ilişkisine tabi tutmak zorunda. Aşktan, arkadaşlığa, ocakta çorbanın kaynamasından, yaşlı ve çocuklarla ilgilenmeye, doğurmak ve emzirmek de dahil bütün yaşamsal faaliyetler, fiyatlandırılarak pazara sunuluyor. Kadınların uzun yıllardır tartıştığı, mücadelesini yürüttüğü “ev içi emeğin ücretlendirilmesi-dolayısıyla görünür olması”, “ev kadınlarının sendikalaşması”, “kadının iş gücüne katılımı ya da toplumsal üretime katılması” gibi konuların her birinin bu yeni sömürgeleştirme koşullarında yeniden tartışmaya açılmasına ihtiyaç var. Üstelik bugün ev içi emek ücretlendirilmiyor, ya da ev kadınları sendikalaşamıyor ama, yeniden üretim alanı denilen alandaki her bir faaliyet piyasa ekonomisine dahil ediliyor.
 
Cinsellik alınıp satılabilen bir meta olmuştur çoktan
 
Mesela cinsel ilişkinin kendisi bir üretim ilişkisi olarak görülmez ama cinsellik alınıp satılabilen bir meta olmuştur çoktan. Yemek yapmak, evi temizlemek gibi ev işleri doğallaştırılır, bir üretim alanı olarak görülmez ama gündelikçi olarak, ev işlerini yapmak için kadınlar kıtalar, sınırlar aşarak mültecileşiyor bugün. Geçimini sağlamak için mültecileşen kadınlar sayesinde, ev içi emek yeniden düzenlenip piyasalaştırılıyor. Ancak değersizliği devam ediyor. Ev işlerini yapan, çocuklarına bakan mülteci kadınlar sayesinde kitlesel olarak ücretli emek alanına çekilen Avrupalı kadınlar, çok çalışmalarına rağmen neoliberal politikalar nedeniyle giderek daha da yoksullaşıyor. Her halükârda kadınların kaybettiği bir çark dönüyor. 
 
Kapitalist sistem erkekleri de vuruyor
 
Kapitalist sömürü çarkı öyle bir raddeye geldi ki artık yeni pazarlara, sömürgelere, yeni tüketim alanlarına, daha ucuz işgücüne ihtiyaç duyuyor. Ve artık toplumsallığın tamamen parçalandığı mekanlarda her şey tüketim alanına dahil edilmişken paran kadar yaşarsın sözü bir gerçek oluyor. Tüketebilmek için para kazanman gerektiği ve artık para kazanabileceğin ücret ilişkisine girmenin şansa bağlı olduğu yaşam döngüsü, her gün yeni bir toplumsal krize yol açıyor. Kapitalist sistem erkekleri de vuruyor, hem de bizzat kendini dayandırdığı eve ekmek getiren küçük efendi rolünün imkansızlaşmasıyla. Erkeğin bu krizle boğuşması her şekilde kadına şiddet olarak dönerken kadının krizle boğuşması her bir nefesini metalaştırmaya, satışa çıkarmaya razı olmasıyla sonuçlanıyor.
 
Başka bir yoldan yürüsek…
 
Toplumsal krizlerin bu kadar derinleşmesine rağmen, kapitalist dünya düzeni özellikle Sovyetlerin çöküşünden sonra tek ve en başarılı sistem olarak pazarlanmaya devam ediliyor. Hegemonik iktidarın ABD şahsında kendini tek ilan ettiği bu düzen aynı zamanda tarihinin sonunun geldiği, kapitalizmin nihai zaferini ilan ettiği, dünyayı değiştirecek büyük ideolojilerin liberalizmin üretimi olan postmodernist akımın içinde kaybolduğu, parçalandığı bir süper teknolojik, finans çağı ilan edildi. Gerçeğin kendisi öyle müthiş perdelendi ki perdenin kendisi kader olarak yaşanır oldu. Aslında bu çağın ta kendisinin kapitalizmin bütün çelişkileriyle, bütün felaketleriyle sürdürülemez bir sistem olduğunun ispatı olduğu açık. Ancak bütün bu krizler, yöneticilerin beceriksizliği, ekonomik kriz, iklimin dengesizliği, kendini bilmezlerin halüsinasyonları vb. olarak açıklanmaya çalışılıyor. Oysa; krizler, kapitalizmin yapısal olarak yaşamı tüketmesinden kaynaklanıyor. Kapitalizmin kök hücrelerine kadar sirayet edemediği her alanı, her varoluşu yeniden ve yeniden sömürgeleştirmeye tabi tutmasının krizidir yaşanan. 
 
Peki çözüm ne?
 
Peki günümüzde yurdumuz, duygularımız, ilişkilerimiz, her şeyimiz bu saldırı altındayken ne yapabiliriz? Ataerkil, kapitalist iktidar bloğu ve etrafına topladığı işbirlikçiler, dünyanın neredeyse bütün halklarından yoksulları, gençleri, kadınları, işsizleri vs. tarafından büyük bir öfke ile lanetleniyor, taşlanıyor. Kapitalist sistemin iktidar bloğuna karşı ayaklananların karşı bir sistem olarak adlandırılmaması, tam da yukarda bahsettiğimiz gerçeği perdelemenin bir aracı olarak iş görüyor. Parçalı, bir yatağa akmayan, dönemsel gibi görünen isyanların, itirazların hepsinin ortak bir karakterinin olduğu ve kapitalizmin dışından bir anlam dünyasından, toplumsallıktan beslendikleri gerçeği, bu hegemonik iktidarın korkulu rüyası olmuş durumda. Mesele bu anlam dünyasını gerçekten günün sorunlarına çözüm üretebilecek alternatiflerle sistemleştirmek. Kapitalizmin bütün saldırganlığına karşı yaşamın komünal karakteri farklı direniş formlarıyla yeniden örgütleniyor. Diğer taraftan, “piyasanın dışında, dayanışma ve işbirliğine dayalı varoluş formları inşa etme yolundaki komünal çabaların, yeniden üretimin maliyetini düşürmek ve hatta kamu sektöründeki işten çıkarmaları hızlandırmak için bile kullanılabiliyor olması” ataerkil kapitalist sistemin bir parazit gibi toplumun sistem dışı kalmış öğelerini sistem içileştirip, sömürü düzeneğine dahil ederek beslenme kabiliyetini unutmamamız gerektiğini gösteriyor. Bu anlamda farklı deneyimlerde açığa çıkan teorik ve politik altyapının yaşamın yeniden örülmesi için özenle değerlendirilmesi önemli. Sonuçta demokratik komünal ekonominin bu deneyimlerden süzülen kolektif bilginin gücüne dayanarak alternatif sistem olarak örgütlenmesi hayal değil. Sistemin temeli olan tahakküm, sömürü zincirinin ilk ve daimî mahkûmu olan kadınların, ekonominin yaşamla yeniden buluşturulmasında rolünü ücretli işçiler olarak değil, yaşamı yaratanlar olarak alması gerektiği açık. Yaşamın tüketim nesnesi halinden çıkarılıp, insanın yaratıcı emeğiyle anlam kazanan bir konuma yeniden kavuşması. Ekonominin metaların değil, yaşam ihtiyaçlarının örgütlendiği üretildiği bir alan olarak yeniden örgütlendirilmesi. Neyin değerli olduğunun ücret ilişkilerine hapsolmadan, komünal yaşam ilişkileri içinde yeniden tartışılması ve pratikleştirilmesi. Bunlar, gerçekleştirilmesi zor görünse de imkânsız olmayan önemli adımlar.