21. yüzyıla rengimizi vermek için kestik kara saçlarımızı!

  • 09:06 28 Mayıs 2021
  • Jıneolojî Tartışmaları
“Kimi yerlerde bir iç savaşın içerisinde ulusal çelişkilerimiz yol verdi. Ancak hangi çelişki ile başlarsa başlasın, isyan ve ayaklanmalar, artık kadın rengini alıyor. Bir kez kırdık kabuğumuzu ve kestik kara saçlarımızı... Artık tek mümkünümüz kavga, isyan, devrim!”
 
Hêvî Devrim
 
Abdullah Öcalan, kadınları, toplumsal tarih içerisinde ilk sömürgeleştirilen ulus olarak niteler. İlk sömürgeleştirilen ulus, bugün emperyalist kapitalist sisteme, sömürgeciliğin gündeki ifadesi olan patriyarkal kapitalist sisteme ve küresel kriz koşullarında rıza üretim mekanizmalarının daralması sonucu baskı ve zor aygıtlarının öne çıktığı faşist rejim tipine karşı cepheden mücadele ediyor. Ustalar da toplumsal tarihteki ilk ezilen sınıf olarak kadınları alır ve kapitalist sistemde, aile kurumu söz konusu olduğunda, erkek proleterlerin, “evdeki burjuva” olduğunu ifade ederler. Hane içindeki ve dışındaki burjuvaziye karşı “proletarya”nın/kadının kavgası amansız olmalıdır! İkirciksiz hem kapitalist sisteme hem de patriyarkaya karşı mücadeleyi yükseltmekten başka çaresi yoktur.
 
İrlanda sorunu çözülmeden İngiliz işçi sınıfının kurtuluşu gerçekleşemez!
 
Kadın özgürlük mücadelesinin yakıcılığını, devrim sonrasına ertelenemezliğini ve en önemlisi de devrimimizin sınıf ve cins mücadeleleri temelli olması gerektiğini bir kez daha vurgulamak için Marx’ın, İrlanda sorununa yaklaşımı üzerinden bir analoji kurarak ilerleyelim. Marx, ilk başta devrim yapabilecek bir sınıf olarak İngiliz işçi sınıfını görür ve bu devrim sayesinde İrlanda’nın ulusal baskı ve ezilmişliğinin zaten ortadan kalkacağını ifade eder. Sonra 1860’lı yıllarda ise, İngiliz işçi sınıfının şovenizmle sersemlemiş olması ve ayrıca sömürgeciliğin “nimet”lerinden yararlanıyor olmasından kaynaklı, burjuva liberallerce zehirlenmiş olduğunu belirtir ve İngiliz işçi sınıfının kurtuluşunun ancak İrlanda’nın kurtuluşu ile sağlanacağını söyler. Özcesi görüşlerinde özeleştirel bir değişikliğe gider. Böylece ulusal soruna yaklaşımda Marksizm’in nirengi noktasını belirginleştirir: Başka bir ulusu boyunduruk altında tutup ezen bir ulusun proletaryası da özgür olamaz. Evet, burada mesele çok sadedir; İngiliz işçi sınıfı kendisini İrlandalı yoksul emekçi sınıflarla bir ve eşit görmez. O, büyük İngiltere burjuvazisinin ideolojik-kültürel-ekonomik her anlamda kapsama alanında yer alır. Kendisini imtiyazsız ve de sınıfsız addedilen İngiliz ulusunun bir parçası olarak duyumsar. Ve de sömürgecilikten elde edilen pastadan kırıntı düzeyinde de olsa nemalanıyor olması da bir diğer sorundur. Bu durum, İngiliz işçi sınıfı ve emekçilerini burjuvazi ile suç ortağı yapar. Özcesi İrlanda sorunu dolayısıyla İngiliz işçi sınıfı ve emekçileri ile İrlandalı emekçiler adeta iki düşman kampa bölünmüştü. Marx’ın İrlanda sorununun çözümünü öne alan yaklaşımı tam da bu yüzdendir. İrlanda sorunu çözülmeden, İngiliz işçi sınıfının kurtuluşu gerçekleşemez!
 
Kadın devrimi olmalı 
 
Analojiyi mantıksal sonucuna vardıralım: Erk’le zehirlenmiş işçi ve emekçiler, ezilen halklar, hane içinde ve dışında kadın cinsine karşı ayrıcalıklı konumları üzerinden sınıf düşmanları ile aynı mevzide saf tutarken, burjuva-faşist devletlerle suç ortaklığı yapmaya devam ederken devrimci birer özne haline gelemez. Cins mücadelesinin yakıcılığı buradan gelir. Kadının özgürlük mücadelesi gelişmeden, emekçi sınıfların, ezilen halkların kurtuluşu söz konusu olamaz. Bugün yozlaşıp karşıtına dönüşmeyecek bir devrimi inşa edebilmek için, bu devrimin aynı zamanda daha en başından bir kadın devrimi olması gerekir. Hele de tarihsel gericilik birikimi ile katmerlenmiş bir kadın düşmanlığının ve köleliğinin üzerinden kendisini var eden bölgedeki mevcut gerici-faşist iktidarlara karşı yapılacak bir devrim söz konusuysa...
 
Özgün bir deneyim Rojava devrimi ve kişisel bir parantez
 
Meselemiz, bu isyan dalgasının temel karakteristik yönünü yakalama sorunudur. Kadınlar, zincirlerinden boşalmışçasına bu isyan hareketleri içerisinde yer aldılar. Yeni bir yaşam programı olan hareketler, kadın dinamiğini örgütleyen oldu. Bunu en açık biçimde, Rojava devrim sürecinde kadınların nasıl rol aldığına baktığımızda görürüz. Toplumsal cinsiyet rejiminin taşlarını yerinden oynatan bir devrim yaşandı Rojava’da. Toplumsal cinsiyet rejimini, bir bütün olarak ortadan kaldırdı diyemiyoruz henüz, zira bu; çok iddialı bir söz olur. Ancak artık kadınlar, kendi kaderlerinin birilerinin iki dudağı arasında olmadığını biliyorlar. Yerelden bir örnekle açayım bunu. Kobané şehir savaşı henüz yeni bitmişti. Kobané kent merkezinden biraz uzakta, köylerin arasında bir yerde, direnişçilerin kaldığı bir nokta vardı. Bir yandan köylerde DAİŞ’le savaş sürerken, bir yandan da insanlar yeniden yaşamlarını örmeye, topraklarını işlemeye başlamışlardı. Temmuz- Ağustos gibi, diyebiliriz ki halk kendi rutinine dönmüştü. Bu rutin, aynı zamanda, mevcut toplumsal cinsiyet rejiminin yeni durum içerisinde tesisi anlamına da geliyordu. Ancak bir kez ışık sızmıştı içeri ve o ışık huzmesini yakalamıştı genç kadınlar. Hatta onları erken büyümeye, daha çocuk yaşta kucağında çocuk taşımaya zorlayan bu dünyaya başkaldıran kız çocukları da yakalamıştı onu. Artık her yer aydınlık olacaktı onlar için. Her hafta bir genç kadın kapımıza dayanıyordu mücadeleye katılmak için. Bir anlık bir coşkudur bu, bilinçli bir geliş değildir, diye düşündük ve sohbet edelim, durumu netleştirelim istedik. Yaşamlarını anlattırıyorduk gelen genç kadınlara; hepsinin aile içinde erkek egemen sistemin aynen korunmaya çalışılmasına itirazları vardı. Babaları, abileri, evli olanların eşleri yurtseverdi ve DAİŞ’e karşı savaşan da vardı içlerinde. Hatta ailelerinde şehitleri olanlar da... Yani, diyeceğim o ki, bu insanlar devrimin değdiği, devrimin inşasında ve korunmasında sorumluluk alan insanlardı. 
 
İtilip kakılmaya itiraz edenler
 
Ancak Rojava devrimini savunurken, özgür topraklarda yaşamak isterken, bir yandan da toplumsal cinsiyet rejimi aynen devam etsin istiyorlardı. Kadın örgütlülükleri vardı, kadın savaşçılar çok cesurdu, amenna. Ama o, başka bir dünyaydı. Kendi köylerine, evlerine uzaktı ya da uzak olsundu! Ama Rojava devrimi kadın devrimiydi. Hiçbir şey eskisi gibi sürdürülemezdi. İşte bu katılımlar, kadınların toplumsal cinsiyet rejimine başkaldırısıydı. 13-14 yaşında genç kızlar geliyordu. Babasından dayak yemeye itiraz edenler... Evde mal gibi görülmeye, itilip kakılmaya itiraz edenler... Ama en sarsıcı olan, noktaya kadar olan 2 kilometre yolu, temmuz ayında yalınayak, asfaltın o kavurucu sıcağında tepip gelen bir kadın arkadaştı. Kendisini zorla evlendirmek isteyen babasından kaçmıştı.
 
Rojava’yı inşa etmek durumundayız
 
Devrim, salt üst yapı kurumlarında bir sarsıntı yaratmamıştı. Zaten bizim devrimimiz öyle bir şey değildi. Siyasal-toplumsal-askeri-kültürel her anlamda büyük bir altüst oluştu devrim. Kadın özgürlükçü bir dünyaya çağırıyordu Kürt hareketi. Demokratik, kadın özgürlükçü, ekolojik bir çizginin savunucusu olan bu devrimin inşacıları, her attıkları adımla toplumsal bir dönüşümü de örgütlediklerini görüyorlardı. Bazı şeyler güzelleme olarak değerlendirilebilir; ama biz bir şey yaparız, o yaptığımız şey aynı zamanda artık o eski “biz”i de dönüştürmüştür. Devrimler öyle olur. Ben dönüşmüş “ben” olarak bunları yazıp çiziyorum. Büyülü gerçekçiliğe boydan boya batmış olarak... Enternasyonalist bir dalga oluşturdu Rojava. Enternasyonal mücadelenin merkezi haline geldi. Kadın devrimi olarak dünyanın birçok yerinde, esinleyici bir örnek olarak bu deneyim üzerinde çalışıldı, çalışılıyor. Elbette tüm bunlar devrimin kendisinden çıkması, sesine yankı oluşturması açısından önemlidir. Ancak hala aşamadığımız bir handikap var; Rojava, bulunduğu noktayı odak noktası haline getirip bölgeye doğru katlanarak artan devrim rüzgarını savuramadı henüz. Biz, şimdi güçlü bir bölge devriminin orijini olarak Rojava’yı inşa etmek durumundayız. Kuşkusuz Rojava devriminin korunması için emperyalistler, bölgesel gerici güçler arasındaki çelişki ve çatışmalardan yararlanmak gerekebilir. Ancak burada şunu asla unutmamalıyız; devrim ancak halklar arasında yayılırsa, güçlü destek halkaları ile sarmalanırsa korunabilir. 
 
21. yüzyılın kadın devrimler çağı olmasını hiçbir güç engelleyemeyecek. Özgürlüğü tahayyül ettiğimizde, bir kez bunun için adım attığımızda önümüzdeki tüm bentleri yıkacak kararlılığı da taşırız.
 
İsyan ve ayaklanmalar kadın rengini alıyor
 
Biz, bir kez başımızı uzattık toplumsal cinsiyet rejiminin bizi hapsettiği hücrelerden. Gökyüzünün o ferahlatıcılığı henüz ciğerlerimize tam dolmadı. Ama bir kez, dışımızda ve üstümüzde, bize nasıl bir hayat yaşayacağımızı dikte eden erkek-devlet iktidarının üstümüze kapattığı tüm kapılara ve pencerelere rağmen ışık sızdı içeri ve bizi buldu. Kendi insanlığımızın, kadınlığımızın ayırdına vardık. Tüm sömürülmüşlüğümüzü ve ezilmişliğimizi, bu dünyada yok sayılmışlığımızı derinden hissettik. Hissetmek; bir şeyi karşıtıyla birlikte görüp anlamaya yol açar. Biz, yaşadığımız dünyanın alınyazımız olmadığını fark ettik. Hissettiklerimizi, dünyayı kucaklarcasına derinden yaşadık. Patriyarkal kapitalist sistemin, tüm yapı ve kurumları, tüm ilişkileri bizi boğar hale geldi. Belki özgürlüğü tahayyül etmekte henüz çok usta olmasak da nasıl yaşamak istemediğimizi biliyoruz. Temel yaşamsal ihtiyaçlarımıza yapılan zamlar için ayağa kalktık belki. Kimi yerlerde bir iç savaşın içerisinde ulusal çelişkilerimiz yol verdi. Ancak hangi çelişki ile başlarsa başlasın, isyan ve ayaklanmalar, artık kadın rengini alıyor. Bir kez kırdık kabuğumuzu ve kestik kara saçlarımızı... Artık tek mümkünümüz kavga, isyan, devrim! 
 
*Kestim kara saçlarımı, Gülten Akın