Tüm batı felsefesi tarihine düşülmüş bir dipnotun eleştirisi

  • 09:03 29 Ocak 2021
  • Jıneolojî Tartışmaları
 
“Toplumun her alanında kendi sorumluluklarını kendisi üstlenen ve kendi var oluş mücadelesini veren kadın, erkeğe dair bir uğraş alanı olarak şekillenmiş olan felsefe içerisinde kendi ifade zeminini kendisi yaratacaktır.”
 
Dilan Akpolat
 
Yaşamın her alanında cinsiyet ayrımcılığına ve erkek egemenliğine dayanan söylem ile erkeklerin kadınlar üzerindeki sistemli kurumsallaşmış otoriteleri var olmuştur, bu var oluş kadını hapsetmiş, ikincileştirmiş, ötekileştirmiş ve kadın üzerinde tahakküm kurmuştur. Toplumun en küçük kök hücrelerine kadar işlenmiş olan cinsiyet ayrımcılığı “Hangi toplumsal sistem ve hangi gelişme düzeyi söz konusu olursa olsun, kadının hem kamusal hem de özel alandaki statüsü, kadınların güç ve otoritesine ve toplumun kadınlar için uygun ve kabul edilebilir bulduğu rollere bakarak tanımlanmaktadır.” Bu tanım, toplumsallığın her alanını olduğu gibi felsefe ve bilim alanını da etkilemiştir. Böylece yüzyıllar boyunca süre gelen felsefe tarihi erkekler tarafından oluşturulmuştur. Bu sebeplerle felsefe tarihinin erkek egemen bir felsefi söylem ile doğmuş ve var olmuş olması şaşırtıcı olmasa gerek. 
 
Kadının ikincileştirilmesi ve cinsiyet ayrımcılığına dayanan bir felsefe tarihi tabi ki rastlantısal değil, tamamen toplumsal yapının etkileri ile ortaya çıkmıştır. Bir yolda olma hali olan felsefe tarihinin başlangıcından bugüne yani Antikite’den (Antik çağ) Modernite’ye kadar, (olmasına karşın) hiçbir kadın filozoftan söz edilmemiş ve şu an hala söz edilmemektedir. Bu sebeple filozof denildiğinde veyahut felsefe tarihine bakıldığında aklımıza gelen yalnızca erkek filozoflar olmaktadır. Böylece felsefe tarihi de erkek filozofların felsefe tarihi olarak varlık bulmuştur. Kadın filozofların varlığını konu alan “Kadın Filozoflar Tarihi” isimli eserde 44 kadın filozoftan bahsedilmektedir. Bu, felsefe alanında kadının yokluğu ve kadının yok sayılması noktasında çok önemli bir yerde durmaktadır. Ancak bununla birlikte, burada ele alacağımız mesele, kadın filozofların varlığı meselesi değil; erkek egemen sistemin kadın doğasına bu alandaki yönelimidir, çünkü kuşkusuz kadınlar 5 bin yıllık tarih içerisinde dünden bugüne her alanda var olmuş ve kendi var oluş mücadelesini yürütmüştür.
 
Felsefe tarihinin başlangıcında doğan toplumsal cinsiyetçilik, sonrasındaki bütün dönemlerde de belirgin olarak var olmuştur. Bütün anlatılarda ve mitolojik figürlerde kadın ikincil olarak görülmeye devam edilmiştir. Kadın figürler yaradılışlarında dahi erkek figüre göre varlık bulmuş ve erkek figür sayesinde bir yer edinmiştir. Tıpkı Zeus ve Hera, Odysseus ve Penelope, Faust ve Gretchen vs.gibi. Böylece kadın figürleri onları inşa eden ataerkil kodların içerisinde doğmuş olur, ataerkil kodlar ile anlam kazanmış, eril özne tarafından dayatılmış, özne düşüncesinin bir nesnesi olarak tanımlanmış olur. 
 
Felsefe tarihinin en önemli filozoflarından olan, felsefe tarihinin ona düşülmüş bir dipnot olduğu söylenen ve birçok felsefi tartışmaya kaynaklık etmiş olan Platon, felsefe tarihinde kadının kimlik tanımlanmasında önemli rol oynamıştır. Platon’un en önemli eserlerinden olan Devlet, Platon’un kadın hakkındaki görüşlerini, kadının toplumdaki yerini ve konumunu, bir bütün olarak toplumsal hayat ve yaşam hakkındaki görüşlerini içermektedir. Platon, kadın ve erkeğin doğası gereği farklı oldukları ve aynı rolleri üstlenemeyeceklerini söyler. Çünkü ona göre kadın ve erkek arasında yaradılışları itibari ile inkâr edilemez büyük bir yaradılış ayrılığı vardır ve kadınlara da yaradılışlarına uygun olan işler verilir.
 
Kadının hiçbir işte erkek kadar olamayacağını söyleyen Platon, toplumdaki işleri cinsiyetçi rollere büründürüp kadın ve erkek işleri olarak ayırmış olmaktadır. Kadın işleri üzerinden belirleme yaparak kadını dikiş diken, çörek pişiren ve salça yapan bir kişi olarak tanımlar ve bunları kadınların işleri olarak belirler. Belirli kadınlık ve erkeklik ölçüleri oluşturur. Bu belirlemeye göre varılabilecek sonuç şudur ki kadın yaradılışı itibari ile zayıf erkek ise kuvvetlidir. Platon’a göre savaşta olan, yani toplumu için faydalı olan, erkek daha çok kadınla yatma hakkı kazanır. Buradan hareketle söyleyebiliriz ki Platon’da kadınlar bir ödül, bir eşya, üzerinde hak kazanılan ve sahip olunabilen bir şeydir. Yaşamın ve toplumun bütününü cinsiyetçi algılar ile biçimlendiren Platon, kimler arasında evlilik yapılabileceğinden tutalım da kadın ve çocukların ortak olacağına kadar her konuda söz söylemiştir. Bir kadınla yaşanan cinsel birliktelik erkeğe hak olarak görülür. Kadın ve erkek arasında yapılmış olan bütün iş bölümlerinde erkek üstün tutulmaktadır. Platon eserlerinin hemen hemen hepsinde kadına dair bir diyalog geçtiğinde kadınları aşağılamaktan ya da aşağılayıcı benzetmeler yapmaktan çekinmemiştir. “Timaios” diyaloğunda erkek cinsinin üstünlüğünden ve kadın cinsinin varlık hiyerarşisinde köle ve hayvan arasında bir yerde olduğundan, “Şölen” diyaloğunda ise kadınların akıl gücü bakımından erkeklerden daha aşağı olduğundan bahseder. 
 
Platon kadını toplumda cinsiyetçi roller içerisinde tanımlamış, kendi normları çerçevesinde biçimlendirmiş ve hiçbir felsefi diyaloğunda kadına yer vermemiştir. Kadınlardan iyi ya da kötü, sevgi ya da nefret ile nasıl söz edilirse edilsin, Antik dönem boyunca kadın sınırlandırılmış ve bu sınırlar içerisine hapsedilmiş kadın daha kendi varlığını tanıma ve bu bağlamda kendini tanımlamayı gerçekleştirmeden kendisini belirli kalıplar içerisinde bulmuştur. Kadını çocuk ve ev işleri ile sınırlandırılmış ve yemek, ev işleri, çocuk bakımı gibi işlere potansiyel olarak, doğası gereği uygun varlık olarak ele almıştır. 
 
Platon’dan hareketle felsefe tarihindeki cinsiyetçi normlar sonucunda kadın özne değil, baskı altına alınması ve sınırlandırılması gereken zayıf, kaos, karmaşa, ikincil olarak tanımlanmaktadır. Aslında burada çok büyük bir ironi de karşımıza çıkmaktadır. Platon kendisinin hocası olan Sokrates’i esas almış ve bilgilere hocası Sokrates tarafından sahip olmuştur. Felsefe tarihinde yer edinmeyen ama Platon’un diyaloglarında kısmi olarak geçtiği kadarı ile ve sonrasında inceleme yapılan kaynaklarda da görüyoruz ki Sokrates’e iki kadın filozof öncülük, hocalık yapmıştır. Bunlar Diotima ve Milet’li Aspasia dır. Felsefe tarihinde Platon’un düşünceleri önemlidir, çünkü Platon kendisinden sonraki uzun bir dönemi etkileyen, felsefenin mihenk taşı olan önemli bir düşünürdür. Platon’un kadına dair yaptığı bu tanımlamalar, kadın hakları ve kadın erkek ilişkileri çerçevesinde ele aldığı düşünceler, çağdaşlarını ve kendisinden sonra gelen düşünürleri kadın konusu bağlamında olumsuz olarak etkilemiştir. Bugün kadının toplumsal alanda yeterince söz sahibi olamaması, güç olamaması, sınırlı anlamda bir faaliyette bulunması Antikite’den bugüne ataerkil sistem tarafından bilinçli olarak yapılmıştır. Kadınlar toplumun her alanından dışlandığı gibi sosyal bilimlerin hiçbir alanında da özel olarak ele alınmamıştır. Bütün bunlara rağmen şunu çok rahat ifade edebiliriz: Toplumun her alanında kendi sorumluluklarını kendisi üstlenen ve kendi var oluş mücadelesini veren kadın, erkeğe dair bir uğraş alanı olarak şekillenmiş olan felsefe içerisinde kendi ifade zeminini kendisi yaratacaktır.