Faşizm iki insan arasındaki ilişkide başlar 2022-05-13 09:02:06     “Kadın etrafında örülen ilişkiler ağını çözmemiz ve bunun da kadın ile erkek arasındaki cinsel ilişkide başladığının bilincini kuşanmamız önemli. Çünkü, İngeborg Bachmann’ın dediği gibi, ‘Faşizm iki insan arasındaki ilişkide başlar’.”   Nagihan Akarsel   “Seninle yaşamak için Aramızda Âdem ile Havva’dan beri Ekilen karaçalıların sökülmesi, Yükseltilen duvarların kaldırılması gerekir. Bunun için; İlk sınıf, ilk hâkim, Yalancı ve zalim erkekliğin yenilmesi, Ve uygarlığın çaldığı ateşin alınması gerekir. Bunun için; Tüm Prometheuslara bedel bir kavgayı göze aldım, Dünyayı karşımda buldum, Ve Promethe’nin memleketinde haince esir düşürüldüm. Ey kutsal ana, Ve sevda kadını”    İktidarın objesi haline gelen cinsellik onun ideolojisiyle form kazanmıştır. Bu ideoloji cinsiyetçiliktir. Mitoloji, din, felsefe ve bilim ile meşru kılmıştır. Beden ve nüfus politikaları, aşk ve sevgi yalanları ile üstünü örtmüştür. Çünkü “Bazı adamlar aşkı/İtip odalara karartır…” Ve bunu gelenek ve göreneklerin desteğiyle, arkasında kocaman bir sistemin olduğunun bilinciyle, müthiş bir ustalık ve özgüven ile yapar. “Bazı kadınları sokaklardan/Çekip alması karanlığa” çok bilinçli bir kurgudur. Buna karşı ideolojik bir duruş sergilemek hayati bir önem arz eder.    Çözüm üretmek hayati önemde    Liberalizmin kadının sadece emeğini değil bütün bedenini ve ruhunu metalaştıran sahte özgürlük anlayışına karşı sosyalizmin özgürlük anlayışını geliştirmek gerekir. Bunun için kadın etrafında örülen ilişkiler ağını çözmemiz ve bunun da kadın ile erkek arasındaki cinsel ilişkide başladığının bilincini kuşanmamız önemli. Çünkü, İngeborg Bachmann’ın dediği gibi, “Faşizm iki insan arasındaki ilişkide başlar.” Paul Celan ile iki cümleyle başlayan ve kısa aralıklarla 19 yıl süren aşklarında İngeborg Paul’e, “Sen benim için çöl ve deniz ve bir sır gibi kalacak olan her şey gibisin” der. Paul ise, “Beni kaplayan karanlık çok daha eski” diye cevap verir. İngeborg’un bu belirlemesini, Abdullah Öcalan yaklaşık yarım asır sonra, “En eski, en saldırgan faşizm erkeğin kadın karşısındaki yaklaşımıdır” sözleriyle tamamlar. Bu nedenle cinsellik konusunda yaşadığımız karmaşa ve gerilime bu ilişkide belirleyici olduğumuz ve mutlak söz sahibi olduğumuzun bilinciyle çözümler üretmek hayati önemde.    Neyi, nasıl yaşamaya karar vermek   Cinselliğe dair bilgilerimiz tahakküm altında kölelik kodları ile şekillendiği için rüya ile kâbus, hayal ile gerçek, haz ile üreme, annelik ile kadınlık aradığımız ile yaşadığımız arasındaki gerilime dönüşür. Özne olmak anlamına da gelen xwebûn kavramı burada karşımıza çıkar. Ve bu kavram duygu ve düşünce bütünlüğümüzü sağlamayı dayatır. Çünkü düşüncelerimiz ne kadar gelişkin olursa olsun bizler kendimizi duygularımız ile tanırız. Düşüncelerimizi duygularımız ile hayata geçiririz. Ve neyi, nasıl yaşamak istediğimize bu temelde karar veririz.    Duygusal yoğunlukların alanı olarak cinsellik   Duygularımız işgal altındaysa bunu yapamayız. Kadınların en büyük handikabı da burada başlar. Çünkü cinsellik duygulanımların, duygusal yoğunlukların alanıdır. Bir yaşam enerjisidir. Bu enerjiyi tanıma, duygularımızın cüceliği ya da yüceliğinin de ölçüsüdür. Duyguların basit-cüce kalması kapitalizmin çok bilinçli psikolojik inşa süreçleridir. Değersizlik, aşırı kaygılı ve güvensiz ruh hali, seçilmek, beğenilmek, sevilmek başta olmak üzere birçok duygu kapitalizm tarafından yapılan bilinçli duygu üretimleridir. Zihinsel dünya gibi duygu dünyası da üretilmiştir. Örneğin, histeri kavramı yaşanan duygusal taşkınlıklar anlamında 19. ve 20. yüzyılda kadınlar için sıkça kullanılır. Foucault, kadın bedeninin 19. yüzyılda histerikleşme sürecine tabi kılındığını belirtir. Freud, histerik kadınları iyileştirme üzerinden psikanalizi geliştirir. Feminist yazarlar engizisyonun kapattığı kadınların modern çağda da psikologlar tarafından histeri ve delilikle tanımlandığını belirtir. Aynı zamanda feministler kadının çaresizliği ve öz tahribatını içeren bir protesto olarak ele alır. Histerik kelimesinin kadınların cinsel doyumsuzluğu olarak tanımlanması da buna örnek verilebilir.    Erkeğin gerçeği ile karşılaşmak   Oysa, “Bazı kadınlar için aşk/Şöyle bir rüyasız sere serpe/ Şöyle bir korkmadan uyumadır.” Ya da “Üşüyen burnunun kulağının/Parmak uçlarının göz kapağının/Öpüle hohlana ısıtılması”dır. Buluğ çağında cinsellik nedir diye soran devrimci bir kadına yengesinin verdiği, “O kadar güzel bir şey ki neredeyse öleceksin” cevabıdır. Evlendiğinde deneyimlediği bu merakının toprağına, ailesine, arkadaşlarına ihanet eden erkeğin gerçeği ile tam bir kabusa dönüşmesidir. Frida’nın sancısı, Virginia’nın akışı, Simon’un arayışı, Silvia’nın umutsuzluğu, Tezer’in inançsızlığı, Nilgün’ün yalnızlığıdır. Kadınların sevmekten ölesiye korkmasıdır. Ve sonra bunun temel mücadele gerekçesi haline gelmesidir. Erkeğin gerçeği ile karşılaşması, tanınmaz hale gelen duygu dünyası ile tanışması ve bunun yaşamın her boyutu ile iç içe olduğunun farkına varmasıdır. Ve bu farkındalığını özgürlük mücadelesi ile yeni kültür ve formlara kavuşturma arayışıdır. Bu arayışı tarihsel ve toplumsal gerçeği içinde benlik ve toplumsal inşa olarak özgür duygulara kavuşturması ve yaşam tarzı haline getirme mücadelesidir. Etik estetik olarak, bir sanatçı inceliğinde seveceği, güveneceği erkeği yaratma bilincini kuşanmasıdır. Bu nedenle de her kavram ve kuramı yeniden inşa etmek, xwebûn olmak hikayesinin anlama kavuşmasıdır. Bu da duygu, güdü, sevgi, aşk başta olmak üzere bütün kavram, kuram ve kurumların yeniden ele alınması demektir.    Duygusal zeka içtenliğin zekasıdır   Duygu, duyularımız olan ses, tat, koku, görme ve dokunma üzerinden evrenle yaşadığımız canlı etkileşim dünyasıdır. Duygu kavram olarak bir canlının evrenle iletişime geçebilen tüm duyuları ve enerjisi ile gerçekleşen bir eylemdir. Bunun farkında olmak, kendi varlığına anlam vermektir. Çünkü, “İnsan dışında olup da insanda yeniden bir araya gelip yapılaşmayan, duygu ve düşünce haline gelmeyen hiçbir evren parçası, madde ve enerji bütünlüğü yoktur” Duyu, dürtü, güdü, içgüdü bu canlı etkileşimin parçalarıdır. Dürtü ihtiyaç duyma halidir. Güdü ise canlıyı bu ihtiyacı karşılamaya yönelten davranıştır. Cinsellik, açlık ve güvenlik gibi ihtiyaçlardır. Bunlar aynı zamanda en eski yaşam bilgisini taşıyan duygusal zekayı ifade eden kavramlardır. Duygusal zeka içtenliğin zekasıdır. Etki ve tepki de duygularla düşünmeyi ifade ettiği gibi yaşamı korumaktadır.    Duygularda yaşanan tıkanıklık   Canlı, evrimin başlangıcında geliştiği ve doğa dengesini gözettiği için güçlü ve bütünlüklüdür. Duyu, güdü, dürtü gibi temel yaşamsal işlevlerin duygular ile bütünlüğü bu zekanın gelişkinlik düzeyiyle bağlantılıdır. Aynı zamanda duygusal zekanın gelişmiş olması duyular arasındaki bütünlüğün de sağlanmasıdır. Duygusal zeka ile analitik zekanın birbirini tamamlaması duyguların sağlıklı olmasını sağladığı gibi aklın da akışkan ve üretken kılınmasıdır. Çünkü toplumsallığın her aşamasında farklı norm ve ilkelerle ahlaka bağlanan bir enerjidir. Ve cinsellikte bu enerjinin en yaşamsal alanlarından biri olarak biyolojik olanın ötesinde bu perspektifle ele alınmayı hak ediyor. Bunun tersi yani duygularda yaşanan tıkanıklık da insan aklının donmasıdır. “Kapitalizmin en vahşi uygulaması bu anlamlandırmayı sağlayan ahlaki dokuyu yok saymasıdır.” Yine özgürlük adı altında güdülerin pazarlanması, güdü ticareti yapılmasıdır.    Cinsiyetçilik bilinçli bir politikadır   Günümüzde kavramların içini boşaltmak, parçalamak, cins kimliklerini belirsizleştirmek, sonsuzlaştırmak bu pazarın temel malzemesidir. Kadın köleliği ve erkek egemenliğinden beslenen cinsiyetçiliğin, kadın ve erkek kimliklerini sorunsallaştırması bilinçli bir politikadır. Cinsiyetin sorunsallaştırılması, cinsiyetçiliğin görünmez kılınmasıdır.  Foucault’un dediği gibi bir biyo-iktidar alanı inşa edilmesidir. Ya da Cleude Levi-Strauss’un bir topluluğun idare edilmesi olarak ifade ettiği cinselliğin toplumsallıktan tamamen koparılmasıdır.