Hafıza sahasının güzergahlarını politikayla birlikte düşünmek 2022-01-14 09:02:44     “Burada hafıza sahasının çıkışının, tıpkı kurucu anında ve önemli tarihsel güzergahlarında olduğu gibi, politikayla daha derin bir ilişki kurmasından ve sokaktan gelen uğultulara daha büyük bir dikkatle kulak kabartmasından geçtiğini düşünüyorum.”    Özgür Sevgi Göral   Hafıza sahasının belki de en temel metinlerinden biri Pierre Nora’nın geniş bir ekiple birlikte hazırladığı Hafıza Mekanları başlıklı çalışma olsa gerek. Bu çalışma Fransa’daki müzeleri, anıtları, kamusal anmaları, sembolleri ve diğer her türden anma mekanını ele alarak derinlemesine analiz eder. Çalışmanın en önemli yanı, sonrasında hafıza çalışmalarında paradigmatik haline gelecek bir yaklaşımın ilk örneklerinden biri olmasıdır: hafızayı mekansallaştırarak düşünmek.    Sivil toplum dünyasında eleştiri önemli    Öte yandan bu önemli çalışma çok temel suskunluklarla, unutkanlıklarla ve inkarlarla maluldür. Örneğin bu çalışmada farklı hafıza mekanları incelenirken Fransız İmparatorluğu’nun emperyal ve kolonyal tarihinin izleri ele alınmaz, ilginç bir şekilde çalışmanın hiçbir yerinde Napoleon Bonaparte’dan ya da yeğeni Louis Napoleon’dan ya da herhangi bir biçimde bonapartist siyasi gelenekten ya da bu geleneğin anma mekanlarını nasıl etkilediğinden bahsedilmez. Bu temel örnek benim çok inandığım bir şeyi gösteriyor: Hafıza sahasının çok temel metinleri de dahil olmak üzere tüm yaklaşımları ve metinleri ırkçılık, sömürgecilik ve emperyal gelenek çerçevesinde yeniden ele alındıklarında ciddi bir eleştiriye tabi tutulmaları gerekir. Hele Türkiye gibi ırkçılığın farklı tezahürlerinin derinlikli bir şekilde ele alınmadığı, sömürgeciliğin ne anlama geldiğinin sosyal bilimlerin yeni yaklaşımları çerçevesinde layıkıyla tartışılmadığı ve farklı hafıza çabalarının kendisinin neleri inkar edip neleri öne çıkardığının eleştirel değerlendirmesinin yapılmadığı bir akademi ve sivil toplum dünyasında bu eleştiri daha da önemli bir hale geliyor.    Eleştirel değerlendirmeler önemli    Bu söylediklerimden Türkiye’de hafıza sahasında yapılan yeteri kadar iş olmadığı anlamının çıkmasını istemem aksine Türkiye’de kökleri daha eskiye gitse de özellikle 2000’li yılların başında boy atmaya başlamış ve bugüne kadar çeşitlenerek dallanıp budaklanmış geniş bir hafıza sahası var. Bu hafıza sahasında üretilen pek çok iş var ve bu işler artık ‘Türkiye bir unutma toplumudur’ klişesinin kullanılmasının kolay kolay mümkün olmadığını ortaya koyuyor. Tam da bu nedenle artık bu işlerin eleştirel değerlendirmelerin önem kazandığını düşünüyorum. Tıpkı dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi Türkiye’de de hafıza sahasında makro düzeyden bakan, araştıran özneyi ayrıcalıklı bir yere koyan, sözü her zaman entelektüellere, sanatçılara ve sivil toplum profesyonellerine veren bir genel yaklaşımdan söz edebiliriz.    Muhalif hafıza sahası oluşturulmalı    Bu genel yaklaşım hafıza sahasının sadece resmi öznelerini değil daha muhalif diyerek kabaca çerçeveleyebileceğimiz çevrenin pratiklerini de belirliyor gibi gözüküyor. Sözü mücadele edenlerin kendisine bırakan, konuşma sahasını taban örgütleriyle ve hafızanın politikasını yapanlarla da paylaşan, bu alanda daha fazla iktisadi, siyasi ve sembolik sermayeye sahip öznelerle bu sermayeye sahip olmayan öznelerin kapladığı yer üzerine düşünen, kabaca kendi üzerine, yani kurduğu söz, alan açtığı özne ve dolaşıma soktuğu söylemler üzerine de düşünen bir muhalif hafıza sahasının oluşturulması bugünün siyasi momentinde bana çok önemli geliyor.           Küresel bir siyasi trendle karşı karşıyayız   Fransa örneğine bakmak Türkiye üzerine düşünürken, özellikle de 2015 sonrası Kürt meselesinde çatışmanın yeniden başladığı, hükümetin kendisini bir milliyetçi cephe olarak konsolide edip Türkiye’deki farklı faşizmlerin çeşitli varyantlarını belirli bir Türklük ve Müslümanlık yorumuyla içererek kapsadığı dönem üzerine düşünürken işimizi kolaylaştırabilir gibime geliyor. Bu merkezin aralıksız sağa kayması ve özellikle de ırkçılık, sömürgecilik ve beyaz üstünlüğü gibi meselelerde aşırı sağın ve farklı faşizmlerin argümanlarının ana akımlaşması eğilimleri sadece Fransa ile de sınırlı değil üstelik küresel bir siyasi trendle karşı karşıya olduğumuzu ileri sürebiliriz.     Yeni türden ırkçılık ve sömürgecilik karşıtı hareketler var    Burada hafıza sahasının çıkışının, tıpkı kurucu anında ve önemli tarihsel güzergahlarında olduğu gibi, politikayla daha derin bir ilişki kurmasından ve sokaktan gelen uğultulara daha büyük bir dikkatle kulak kabartmasından geçtiğini düşünüyorum. Türkiye’nin sokakları şimdilik bir süreliğine bastırılmış gibi gözüküyor olabilir ama dünyada dolaşan yeni türden ırkçılık ve sömürgecilik karşıtı hareketlerin başta Kürt hareketi olmak üzere Türkiye’de çok önemli muadilleri ve benzerleri var.    Kart hareketi kendi hafıza sahasını koruyor   Türkiye’de bu radikal ses aslında Kürt hareketinin taban örgütleriyle, LGBTİ hareketinin farklı platformlarıyla, kadın kurtuluş mücadelesinin irili ufaklı inisiyatifleriyle, farklı azınlıkların siyasi ve kültürel girişimleriyle ve çok çeşitli sivil toplum kuruluşlarının çabalarıyla kendi hafıza sahasını bir süredir kuruyor. 2015 sonrası Kürt meselesi bağlamında şiddetin yeniden başlaması, ablukalar ve sokağa çıkma yasaklarıyla Kürdistan’ı çok büyük bir şiddet dalgasıyla damgalaması hem 2016 darbe girişimi sonrası ilan edilen olağanüstü halin etkisi hem de milliyetçi cephe hükümetinin gündelik hayatın her yerine sinmiş milliyetçi, muhafazakâr, militarist zor içeren pratikleri politik mobilizasyonu zorlaştırıyor. Ancak bu zorluk hafıza sahasının tarihsel güzergahları, Türkiye’de yarattığı birikim, bu birikimin eleştirel analizi ve bu birikim ile politik mücadelelerin tarihlerini birlikte radikal bir ufukla düşünmeyi zorlaştırmamalı. Bu sahanın aktörleri düşünme işini derinleştirmeye ve bu derinleşmenin sonucu olarak da küresel düzeyde sokaklardan yükselen uğultuyla kendi sokaklarında hangi seslerin nasıl bastırıldığıyla birlikte kendilerini dönüştürmeye zaman ayırabilirler.    Derin bir kolektif düşünme ve tartışma süreci örgütlenebilir   Bugün Türkiye’de sömürgecilik, ırkçılık ve heteronormatif patriyarkanın ürettiği şiddetin hafıza sahasında nasıl layıkıyla temsil edileceği üzerine çok daha derin bir kolektif düşünme ve tartışma süreci örgütlenebilir. Artık Türkiye hafıza alanında pek de çalışmanın yapılmadığı, çok da sanat ürününün üretilmediği ve pek de akademik çalışmanın olmadığı bir taşra değildir aksine 2000’lerin başından itibaren bir hafıza patlaması yaşamış bir ülke olduğundan söz edilebilir. Dolayısıyla belki artık bir amnezi (unutma) ülkesi olduğumuzdan değil de benim Ann Laura Stoler’ın Fransa için kullandığı bir kavramı ödünç alarak ileri sürdüğüm gibi kültürel ya da kolonyal afazi ülkesi olduğumuzu tartışabiliriz.   Afazi kavramı kelime haznesi yokluğuna işaret eder   Amnezi bilmekle bilmemeyi zıt kutuplara yerleştirip tarihsel pratiklerin unutulmasına işaret ederken afazi meseleyi bilip bilmemek zıtlığından çıkarır. Afazi kavramı bilmemize rağmen inkar ettiğimiz için bir kavram dağarcığına, konuşma adabına ve tartışma gramerine sahip olmamaya işaret eder, bir dil ve kelime haznesi yokluğuna yani. Belki de afazi kavramıyla 2000’ler başındaki hafıza patlamasının varlığına rağmen bu patlamanın içinde nasıl bazı kavramların kullanılmadığını daha kolay kavrayabiliriz. Yaşadığımız hafıza patlamasına rağmen belirli kavramların öne çıkarken ırkçılık, sömürgecilik gibi kavramlara neden daha az rastladığımız, feminist ve kuir yaklaşım ve metodolojilerin neden daha etkili olmadığı üzerine düşünmemiz ve yaptığımız işleri sürekli bir özeleştiri süzgecinden geçirmemiz gerektiğine inanıyorum. İçinden geçtiğimiz dönem tüm bu kavramları, tartışmaları, eleştirileri, inkar edilenleri, başardıklarımızı ve yenilgilerimizi, hafıza sahasının şık işleriyle sokaktan bugün ve geçmişte yükselen uğultuları birlikte düşünmemizi ve değerlendirmemizi gerektiriyor bana sorarsanız.