Nasıl yaşamalı? 2021-10-22 09:02:24     “Yaşam nedir ve nasıl yaşamalı sorularına kadının kadınla, kadının erkekle, kadının doğayla, kadının yaşamla, kadının toplumla ilişkisi temelinde cevaplar üretmek jineolojînin en temel kaygılarından biri oldu.”   Jineolojî Akademisi    Jineolojî’nin beslendiği kaynak, özgürlük mücadelesi ve direniş geleneğidir. “Nasıl yaşamalı?” sorusuna cevabını da bu eksende üretmektedir. Yaşamın tanımını ve “Nasıl Yaşamalı?” sorusunun cevabını başta kadın olmak üzere, demokratik uygarlık güçlerinin özgürlük mücadeleleri ve direnişlerinde arayan bir bilimdir jineolojî. Abdullah Öcalan’ın, “Direnişsiz yaşam olmaz. Direnişsiz yaşamın lanetli bir yaşam olduğunu kanıtladık” belirlemesi jineolojînin nasıl yaşamalı sorusuna cevap ararken esas aldığı eksen olmaktadır. Yaşamın tanımını bu perspektiften geliştirmektedir. Dinamik, canlı bir özgürlük ve demokrasi geleneğinden beslenmesi jineolojînin en büyük avantajı durumundadır.    “Bilimin” en gelişkin çağında yaşamamıza rağmen dünyanın ekolojik bir yıkımın eşiğinde olması, savaşların günlük yaşamımızın bir gerçeği haline dönüşmesi, kadın kırımı, en gelişkin teknolojilerin yok ettiği yaşam gerçeği, dünyaya yeni bir sosyal bilim anlayışı ile yaklaşmayı zorunlu kılmakta. Tam burada Abdullah Öcalan’ın, “Bilimin bu olağanüstü gelişmesine rağmen, halen yaşamı ve toplumsal bağlamını tanımlamaması oldukça tuhaf gelmektedir. O zaman sormak gerekir: Neyin bilimi ve kimler için bilim? Bu soruların yanıtı verildikçe, sosyal bilimcilerin neden en temel soruya, yani ‘yaşam nedir ve toplumla bağı nasıldır?’ sorusuna yanıt vermedikleri anlaşılacaktır” değerlendirmesi akla gelmektedir.    Yaşamın tanımına dair yeni sorgulamalar   Yaşam nedir ve nasıl yaşamalı sorularına kadının kadınla, kadının erkekle, kadının doğayla, kadının yaşamla, kadının toplumla ilişkisi temelinde cevaplar üretmek jineolojînin en temel kaygılarından biri oldu. Zeynep Kınacı’nın “anlamlı bir yaşamın sahibi olmak istiyorum” şeklinde dile getirdiği eylemi bu kaygının vücut bulmuş haliydi. A. Mahir’in “yaşam ilişkilerin bütünselliğidir” diyerek yaşamın tanımının tahakküme dayalı bilgi yapılanmaları tarafından nasıl kirletildiğine dikkat çekmesi, bizi yaşamın tanımına dair yeni sorgulamalara götürmektedir. Uygarlık tarihi boyunca bilgi üretim süreçlerinde sanatıyla, edebiyatıyla, müziğiyle yer alma ve kendi varoluşunu gerçekleştirme kaygısını duyan kadınların sonunda intihar etmesi bu kaygının ne kadar gerçekçi temellere dayandığını göstermekteydi. Virginia Wollf, Silvia Plath, Nilgün Marmara buna dair sadece birkaç örnektir.    Jineolojî ile bağlantılı yapılan bütün çalışmalarda bu direniş kültürünün içinde gelişti, anlam buldu. Örneğin üç ayda bir çıkan bilim ve kuram dergisi Jineolojî, oluşturduğu kolektif iradeyle faşizmin en üst boyutta yaşadığı dönemlerde hem dünyanın hem de içinden filizlendiği toplumun ihtiyaçlarına cevap olan dosyalar üretti. Bazen dergi ekibinin de şaşkınlıkla tanık olduğu bir sezgisellik ile o dönemdeki gündemin ihtiyaçlarına denk dosyalar hazırlandı. Her sayının ardından yeni bir doğum yapmış olmanın heyecanı yaşandı. Doğumun bilgisel, düşünsel yönünün ne kadar mutlu ettiğine tanıklık etti.   Yaşamın bilgisini yaşamın içinde üretmek   Üçüncü dünya savaşının merkezi konumunda olan Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerklik sisteminde ya da en çok bilinen ismiyle Rojava’da kurulan Jineolojî Araştırma Merkezleri de yaşamın bilgisini bizzat yaşamın içinde üretti. Özsavunma kuramını savaş cephesinde özgürleşmenin teorisini yaratan kadınların direnişi ile ya da üstünde fistanı elinde silahı ile şehrini koruyan anaların iradesi ile yoğurdu. Haseke Jineolojî Araştırma Merkezi’nde yer alan Malda Kusa arkadaş bunun en güzel örneğini sergiledi. Haseke’nin Hol ilçesi yoluna Daiş tarafından döşenen mayının patlaması sonucu 4 Mayıs 2019’da şehit düşen Malda Kusa, yürüttüğü eğitim ve araştırma çalışmalarında bilimin yaşamla bağının temsili oldu. Katıldığı beş yüz kişilik bir özsavunma akademisinden izlenimlerini aktarırken, “Altı yüz erkek genç bir kadın arkadaşın dersini dinliyor, not alıyor ve sorular soruyorlar, kadın bilimini tarihini tanımaya anlamaya çalışıyorlar, özgür eşyaşamı tartışıyorlar. Yaşam biçimlerini sorguluyorlar. Bu kendi başına bir devrimdir” demişti. Oysa kendisine bu eğitimi verme önerisi geldiğinde çok korkmuş ve ürkmüştü. “Nasıl olur, ya beni dinlemezlerse, bu sayıda bir erkek topluluğuna nasıl ders verebilirim” gibi kaygıları yaşarken bir anda kendini derste harıl harıl jineolojîyi tartışırken bulmuştu. Ders dönüşü, “Jineolojî kendimin bile farkında olmadığı bir gücü ve özgüveni açığa çıkardı” demişti. Malda arkadaşın da dediği gibi jineolojî korkularımızı aşmamızı ve gelişmemizi sağlıyor. Yine Kuzey ve Doğu Suriye’de Arap halkının ağırlıkta yaşadığı Minbiç, Tabqa ve Raqqa şehirlerinde verilen jineolojî eğitimlerinde Arap kadın ve erkeklerin aynı ortamda ilişkilerini ve yaşamlarını sorgulamaları, erken yaşta evliliği ve çok eşliliği sorgulamaları bunun bir ifadesi olmaktadır.  Derik Jineolojî Araştırma Merkezi’nde yapılan masal atölyelerinde çocukların dünyasına masallarla dokunurken direnişin çocuk haline tanık olmak inanılmaz mutluluk veren çalışmalar olmuştur. Direnişin mekanında masalın sonunu zafer ile taçlandıran çocukların okul sıralarının dışında yaşamın her alanında eğitimin olduğunu öğrenmesi de bunun bir diğer sonucudur.   Nehir yatağına bu topraklarda kavuştu   Jineolojî Akademisi tarafından Avrupa başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde yapılan seminer ve eğitimlerde de jineolojînin direniş geleneğine dayanan bilgi yapılanmalarına dair veriler açığa çıktı. Örneğin, “Latin Amerika’da batı eksenli düşünme biçimlerinin, modernitenin etkisi daha az olduğundan çok sınırlı bir çalışmayla (kısa süreli seminer ve eğitim dizileri) jineolojî kendisini var edebildi. Farklı bir kültür olmasına rağmen bu topraklarda da nesiller aracılığıyla aktarılan bilgi, sözlü tarih, mitoloji vb konuların kadın mücadelesinin temel dinamikleri olduğunu görebildik. Deyim yerindeyse nehir yatağına bu topraklarda kavuştu! Bu ortaklığı ziyaret ettiğimiz bir kadın meclisindeki yerli bir kadının ‘ilk kez bizim gibi düşünen beyazlarla karşılaşıyorum’ sözünden daha güzel ne anlatabilir ki?”    Yine jineolojî çalışmaları ekseninde dünya savaşlarının merkezi olan bir alanda, cinsiyetçiliğin devletçi zihniyet tarafından kanunlaştırıldığı bir yüzyılda, Jinwar kadın köyü gibi bir ütopya gerçekleştirildi. Savaşın acımasız koşullarına rağmen kadınların talebi ve istemi olarak gelişti bu ütopya. Ve daha inşasına başlamadan düşüncede gerçek oldu. Henüz hiçbir şey yokken birkaç kerpiç ile Jinwar çalışmalarının başladığının duyurulması özgür yaşam alanlarına olan ihtiyacı, özlemi, hasreti ortaya koydu.   Not: Haftaya Cuma günü Jineolojî Tartışmaları köşemizde yazı dizisinin devamı olan  “Kolektif İrade” yer alacak.