Ekin Yeter: Disiplin cezaları tecridi derinleştirmenin bir aracı

  • 09:01 29 Ağustos 2023
  • Hukuk
 
Rojda Aydın
 
WAN - PKK Lideri Abdullah Öcalan'a dönük 24 yıldır aralıksız sürdürülen tecride ilişkin konuşan ÖHD Eş Genel Başkanı Ekin Yeter, İmralı Adası’nın bu tecrit için inşa edildiğini vurgulayarak, "Devlet, disiplin cezalarını tecridi derinleştirmenin bir aracı olarak kullanmak istiyor. Ancak bu uygulama hukukçular ve toplum açısından ne yasal ne de meşrudur" dedi.
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit her geçen gün derinleştirilerek sürdürülüyor. Bu tecride paralel olarak toplumsal sorunlar da ağırlaşıyor. 30 aydır hiçbir haber alınamayan Abdullah Öcalan mutlak bir tecrit altında tutulurken, aile ve avukatlarının bütün başvurularına rağmen olumlu bir cevap alınamıyor. Birçok görüş başvurusu “Disiplin cezası” var gerekçesi ile engelleniyor. Yaşanan toplumsal sorunların çözümünü demokratik ulus fikriyatında arayan halklar da tecridin bir an önce sonlandırılarak fiziki özgürlüğün sağlanması için tepkilerini dile getirmeye devam ediyor.
 
Özgürlük için Hukukçular Derneği Eş Genel Başkanı Ekin Yeter, İmralı’da ağırlaştırılarak devam eden tecride ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
‘Hukuki mekanizmalar uygulanmıyor’
 
Ekin, 1999 yılında Abdullah Öcalan'ın tutuklanmasının ardından tecrit sürecinin başladığını, siyasi gelişmelere göre bu tecridin derinleştiğini, zaman zaman muhalif tepkilerin gelişmesiyle hafiflediğini söyledi. Ekin, 2019 yılında açlık grevleri ve eylemlerin yapıldığını anımsatarak, "Bu açlık grevleri sayesinde tecrit kısmen de olsa hafifledi. Ancak 12 yıldır mutlak tecridin uygulandığını söyleyebiliriz. Bu 12 yılda sadece 5 avukat görüşü gerçekleşti. Son telefon görüşmesi 25 Mart 2021'de yapılmış ve kesilmişti. Ancak telefonun bağlantısının kesilmesinin nedeni henüz açıklanmadı. O tarihten bu yana hem Sayın Öcalan'dan hem de diğer 3 siyasi tutukludan herhangi bir bilgi alınamadı. Elbette hem toplumda hem sivil toplum örgütlerinde ve siyasi partilerde tecrit değerlendiriliyor ve herkesin gündeminde. Bu gündem daha çok avukatlar ve aileler üzerinden gündemleştiği için en çok da onları etkiliyor. Bununla birlikte görüşme hakkının değerlendirildiğini ve bu talebe haklı olarak dahil olduğumuzu görüyoruz. Ayrıca tecridin kaldırılmasını sadece ailelerin ve avukatların başvurularıyla değerlendiremeyiz ve bu değerlendirme eksik kalacaktır. Çünkü bu cezaevinin inşası tecrit sistemiyle bağlantılıdır. Diğer cezaevlerinden bağımsız olarak ve bir kişinin tek başına tutulabilmesi için inşa edilmiştir. Bu yüzden diğer hapishanelerden ve toplumdan izole ediliyor. Ayrıca burada hukuki mekanizmalar da uygulanmıyor. Bununla birlikte tecrit sisteminin derinleştiğine tanık oluyoruz. Bu uygulamalar bu cezaevinin kuruluşundan bu yana mevcuttur" ifadelerini kullandı.
 
‘Tecrit ulusal ve uluslararası kanunlara aykırıdır’
 
Ekin, sadece ailelerin ve avukatların değil bağımsız insan hakları örgütlerinin de Abdullah Öcalan’ı ziyaret etmelerine izin verilmediğine dikkat çekerek, mektup göndermelerine izin verilmediğini, bu nedenle iletişim haklarının da engellendiğini belirtti. Ekin, bunların hepsinin tecrit olduğunu belirterek, şöyle konuştu: "Bu hak ihlalleriyle oradan hiçbir bilgi alınamaz. Durumları ve sağlık durumları hakkında herhangi bir bilgi alamıyoruz. Tecrit bugün en üst seviyeye ulaştı. Taleplerimiz için verdiğimiz mücadele, uygulanan tecritteki ısrardan daha güçlü olmalı. Tecrit Türkiye'nin kanunlarında veya uluslararası anlaşmalarında yer almıyor ve bu haklı gösterilemez. Bu tecrit hukuka, anayasaya, İnsan Hakları Sözleşmesi maddelerine ve tüm uluslararası sözleşmelere aykırıdır. Geçmişte devlet mekanizmaları 'koster bozuk, araç çalışmıyor' gibi gerekçelerle görüşmeyi engelliyordu. Ama son dönemde disiplin cezalarıyla bunu yapıyor. Bu cezalar hukuki geçerliliği yok. Devlet ve siyasi otoriteler tecridi yokmuş gibi göstermek istiyor. Mesela tecritten kurtulmak isteyen kişilerin davalarını takip ediyoruz ve bunların hiçbiri iddianamelerde tecrit olarak yazılmıyor. İddianamelerde 'izole olduğu iddiası' yazıyor. Tecritin olmadığını gösteriyorlar ve bu anlayışı topluma yaymak istiyorlar. Ancak şöyle bir gerçek var; gerek infaz hukukunda gerekse infaz hukuku düzenlemelerinde bir şeyin yapılması sonucu disiplin cezası verilmektedir. Bu disiplin cezası hangi eylemin sonucu olarak verilmiştir? Bunun için herhangi bir duyuru yapılmadı. Yani bir kişiye disiplin cezası verilebilir mi? Disiplin cezasını keyfi bir şekilde nasıl uygulayabilirsiniz? Bu devletin hukuka yaklaşımıyla alakalıdır. Devlet, disiplin cezasını tecridi derinleştirmenin bir aracı olarak kullanmak istiyor. Ancak bu uygulama hukukçular ve toplum açısından ne yasal ne de meşrudur."
 
Ekolojik, demokratik, kadın özgürlükçü paradigma vurgusu
 
Tecridin kaldırılması talebinin hem kanunun uygulanması hem de engellemenin önlenmesi amaçlı olduğunu kaydeden Ekin, aynı zamanda taleplerinin ekolojik demokratik kadın özgürlükçü bir paradigma olduğunu belirtti. Ekin, "Aynı zamanda amaç hukukun keyfi bir şekilde uygulanmasının da önüne geçmektir. İsteğimiz özgürlükçü bir hukuk mekanizmasının oluşturulması. Tecridin kaldırılması talebi demokratik bir taleptir. Biz sadece aile ve avukat görüşmeleri talep etmiyoruz. Bu taleplerimize karşılık tecrit derinleşiyor. Antidemokratik uygulamalar geliştikçe etkisini en çok kapalı alanlar olan cezaevlerinde gösteriyor. Bu nedenle İmralı Adası ve diğer cezaevleri gündemimizde. Cezaevlerindeki hak ihlallerini ele aldığımızda hem ulusal hem de uluslararası hukukta yeri olmayan gözlem kurullarıyla karşılaşıyoruz. İşte bu noktada tecrit derinleşiyor. Tecritin anlamına baktığımızda birisini uzaklaştırmak için yapılan bir uygulama olduğunu görüyoruz. Bu uygulama o kişiyi her şeyden izole etmek istedikleri anlamına gelir. Diğer cezaevlerindeki hak ihlalleri de bu uygulamaları derinleştiriyor. Siyasi tutsaklar cezalarını çektikten sonra bile cezaevinde başka bir mahkeme kurularak infazları keyfi olarak erteleniyor ve cezaevinden çıkmalarına izin verilmiyor. Ayrıca tutsaklara ‘Pişmanlık’ dayatılıyor. Bu hukuksuzluk ve diğer cezaevlerindeki tüm hak ihlalleri İmralı tecritinden bağımsız ele alınamaz. tutsaklar kitap okuyamıyor, sosyal faaliyetlerde bulunamıyor ve kendi dillerinde okuyup yazamıyor. Ayrıca aile görüşleri keyfi olarak kısıtlanıyor. Dolayısıyla bu uygulamanın tecrit sisteminden hiçbir farkı yoktur. Bu gerçekle yüzleşmemiz gerekiyor. Tutsakların hak ihlallerini bildirip toplumun ve sivil kurumların gündemine getirdiğimizde tecridi de gündeme getiriyoruz" şeklinde konuştu.
 
‘Her şey tecrit ile bağlantılı’
 
Bu süreçte en çok mağdur olanların hasta tutsaklar olduğuna dikkat çeken Ekin, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Bu bağlamda devlet mekanizmalarının özellikle Kürt muhalefetine karşı vermek istedikleri mesaj açıktır. Haklarını aradıklarında tutuklamalarla terbiye etmeye çalışıyorlar, hapis cezasına çarptırılıyorlar ve cezaevinden çıkamayacaklarını söylüyorlar. Ayrıca tutsaklar ağır hasta olsalar bile ‘Buradan ancak cenazeniz çıkar’ diyorlar. Ağır hasta tutsaklar serbest bırakılmıyor. Bu nedenle her şey Tecritle bağlantılıdır. Aynı zamanda savaşı ve ekonomik kriz koşullarını da tecritten uzak ele alamayız. Bilinmelidir ki, tecridin kalkması kadar, bu savaş ve krizden de kurtulmak istiyorlar. Yapılan çalışma ve değerlendirmelerin de bu kapsamda yapılması gerekiyor."
 
‘CPT raporunu açıklamadı’
 
Tecrit sisteminin sonlandırılması için ÖHD olarak mücadele ettiklerini belirten Ekin,"Bu bağlamda zaten birçok çalışma yaptık, birçok ziyarette bulunduk. Aynı zamanda yüzlerce avukat tecridin kaldırılması çağrısında bulundu. Yüzlerce avukat, Başsavcılık ve Adalet Bakanı ile görüşmek için başvuruda bulundu. Taleplerimize yanıt verilmedi ve müvekkillerimizle görüşmemiz engellendi. Meslek açısından baroya da başvurduk. Bu taleplerimize somut bir yanıt alamadık. Aynı zamanda uluslararası mekanizmalara ve CPT'ye başvurduk. CPT İmralı'yı ziyaret etti ancak herhangi bir raporu kamuoyuna açıklamadı. Tüm çabalarımıza rağmen herhangi bir bilgi alamadık. Bu başvuruları yaptığımızda tutanakları alamıyoruz, disiplin cezasına itiraz ettiğimizde veya İnfaz Hakimliklerinin dava dosyalarında bulunan belgeleri alamıyoruz. İnsan hakları savunucularının da tecrit nedeniyle görevlerini yapmaları engelleniyor. Dolayısıyla baktığımızda bu etki her yere yayılmış durumda. Bu çabalarımızdan bir sonuç alamamış olabiliriz ama bu, hukuki  mücadeleyi bırakacağımız anlamına gelmiyor. Ama bu bağlamda iki yönlü bir mücadelenin olması gerekiyor. Nasıl ki hukukçular başvurularıyla çalışmalarını yürütüyorsa, bu sürecin de demokratik kamuoyunda daha geniş değerlendirilmesi gerekmektedir. Özellikle son birkaç yılda cezaevlerinde hak ihlalleri arttı ve bunun nedeni de toplumda bir çözüm bulunamaması. Bu bağlamda mücadele yöntemlerine özeleştirel bir yaklaşımla yaklaşılmalıdır" dedi.