'Sûr'da yaşananları hiçbirimiz unutamayacağız'

  • 09:45 1 Aralık 2022
  • Hukuk
 
 
Şehriban Aslan 
 
AMED - Özyönetim ilanı ardından 103 gün boyunca direnişin sürdüğü Sûr ilçesinde yaşananlarda dair görülen davanın avukatlarından Cemile Turhallı, mahkemenin amacının yargılananlara bir an önce ceza verip davayı kapatmak olduğunu hatırlatarak, bunu da yargılama şeklinden anlaşıldığını söyledi.
 
Amed’in tarihi Sûr ilçesinde özyönetim ilanından sonra 2 Aralık 2015 tarihinde duyurulan ve 103 gün süren direnişin sokağa çıkma yasağı dünyada en uzun süreli yasak olarak tarihe geçti. Binlerce yıllık tarihi olan ilçe, 103 gün boyunca direndi. Saldırılara rağmen evlerini terk etmeyen çok sayıda yurttaş yaşamını yitirirken, onlarcası yaralandı, onlarcası da tutuklandı. Tüm bu yaşananların ardından gözaltına alınıp tutuklanan birçok kişiye ağırlaştırılmış müebbet veya müebbet hapis cezası verildi.
 
Sûr davasında yargılanan Helin Yapıcı’nın avukatı Cemile Turhallı Balsak, hem ilçede yaşananları hem de dava sürecini anlattı. 
 
‘Aylarca süren bir operasyondu’
 
Cemile, 2015 yılı sonrasında halkın özyönetim talebinin kamuoyuna açıklanması ardından ilçenin “özel harekat alanı” olarak işaretlendiğini söyledi. Cemile, “Sûr ilçesi, 200 bini aşkın kişinin yaşadığı bir yerleşim bölgesidir. Diyarbakır’ın da en kadim yerlerinden biridir. Binlerce yıllık tarihi eser ve yapılar var. Her ne kadar Sûr’un kendi antik yapısından kaynaklı alan içerisinde yerleşim yerleri olmuş olsa dahi esas olarak Sûr bölgesinin en eski yerleşim yerlerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. Tabi o süreçte yaşananlara çok yönlü bakmak gerekiyor ama gördüğümüz en önemli nokta şu ki; özellikle özyönetim süreci sonrasında devletin bir takım askeri operasyon yani güvenlikçi politikaların yaşam hakkından ve yerleşim alanlarından önce geldiği görüldü. Orada yaşayan insanlar saldırı ve operasyonlardan dolayı özellikle sağlık hakkına erişemediler, eğitim hakkından faydalanamadılar.  Aylarca süren bir operasyon sonrasında bütün Diyarbakır halkının herhangi bir bölgesinde yaşayan bir kesim bile çok rahatlıkla o çatışma seslerini duyabildi. Gecesi gündüzünün aynı olduğu bir süreçti” dedi.
 
‘Küçük çocuk nasıl tehdit oluşturabilir’
 
Sûr’a yapılanın sadece polisin yaptığı bir operasyon olmadığını söyleyen Cemile, şunları dile getirdi: “Türkiye’de ciddi anlamda kamuoyuna da yansıdığını biliyoruz. Hem jandarma hem de bütün kolluk kuvvetleri, ciddi bir güçle çok küçük bir yerleşim alanında yoğun saldırılarla operasyon yaptı. Devletin güvenlikçi politikaları yaşam, sağlık, eğitim ve diğer tüm hakların önüne geçti. Bunu, yapılan operasyonun şeklinden de anlıyoruz. Çıkmak isteyen birçok sivil vardı çıkamadılar, yaralı olan siviller vardı, yaralı olarak kurtulmayı bekleyen siviller vardı. Tabi bu aylarca süren bir süreçti. Kimisi kendi kapısının önünde vuruldu, kimisi yaralanıp sağlığa erişemedi yani bir ambulansın ulaşamaması sebebiyle hayatını kaybedenler oldu. Ya da Sûr’dan çıkan küçük bir çocuk vardı mesela üstünde sadece kazak vardı fakat kolluk görevlisi olduğunu tahmin ettiğimiz kişi çocuğun üzerini soymasını istemişti. Bu da kamuoyunda çok yer edinen bir görüntüydü. Hakikaten aklımızdan çıkmayacak bir kare yani küçücük çocuk nasıl bir tehdit oluşturabilir. Çocuğun üzerinde yaratılan travmayı da düşünün. Zaten istihbari çalışmalarla orada yaşayan insanların kim olduğu, yaşları, orada ikamet edip etmediği bilgisine sahipti. Çıkan sivillerin görüntülerine bakıldığında oradan çıkmanın ne kadar zor olduğu görülüyordu.”
 
‘İşkence altında beyanlar imzalatıldı’
 
Kasım 2015 yılında başlayan çatışmaların Mart 2016 yılına kadar devam ettiğine dikkat çeken Cemile, bu sürece kadar neredeyse bir şehrin, bir merkezin yok edildiğini kaydetti. Fiziki olarak bir bölgenin kalmadığına değinen Cemile, “Onlarca, yüzlerce insan yaşamını yitirdi. Mart ayına kadar süren operasyonda ve sonrası çıkarılan silahlı militanlar oldu. Bu kişilerin yakalanması sonrasında özellikle içlerinde sivillerinde olduğu düşünüldüğünde ilk aşamadan itibaren kolluğun kötü muamelesine maruz kaldı. Tabi bunu afaki olarak söylemiyorum. Gözaltına alınan kişilerin fotoğraflarından çok net bir şekilde işkenceye maruz kaldıklarını görebiliyoruz. Yine birbirlerinin aleyhinde beyanlar verilmekte zorlanmıştılar. Avukat olmaksızın sadece kendi beyanları ve imzasının olduğu tutanaklar üzerinden soruşturma yürütüldü. Birbirlerinin aleyhinde beyanda bulunmalarının nedeni de sonradan belli oldu.  Mahkemede işkenceye uğradıklarını bundan kaynaklı aleyhte beyan verdiklerini söyledi. İfadeleri dahi görmediklerini, gelişigüzel tutanakları imzaladıklarını ifade ettiler” sözlerine yer verdi. 
 
‘Yargılamada beyanlara sıkça müdahale ediliyordu’
 
Sûr davasından yargılanan kişilere 1 buçuk yıl sonra dava açıldığını hatırlatan Cemile, “Soruşturmanın çok derin ve etkili yapıldığı söylenemez. Çünkü alelacele bir iddianame hazırlanıp sonra kovuşturmaya dönüşmesiyle beraber toplu bir şekilde yargılamaya başlandı. Yargılamalar Diyarbakır 5’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlamıştı. Yargılananlara neden özyönetim süreçlerine dahil olduklarını sordular, yargılananlar da kendilerine ne anlam ifade ettikleri beyanında bulundu. Fakat ilk duruşmadan itibaren mahkemenin de direnciyle karşı karşıya kaldık. Orada neden bulunduklarını siyasal gerekçelerle ortaya koymaya çalışan kişilere dönük mahkemenin çok ciddi bir tavır içerisinde olduğunu gördük. Buna dönük yaptığımız itirazlar sonrasında mahkeme keyfi bir şekilde yaptığı müdahaleyi sonlandırmak yerine daha çok tırmandırma eğilimi gösterdi. Böyle devam edince yargılananlar böyle yargılanmayı ve müdahaleyi kabul etmediklerini, kendi beyanlarıyla savunma yapacaklarını söyledi. Hatta ilk yargılananlar net ve siyasi tutumlarından dolayı mahkeme saldırganlaşıp kolluğu tahrik ederek saldırmasına neden oluyordu. Yargılananlar yine beyanda bulundukları gibi askerin fiziki şiddetine maruz kalıyordu. Yargılama artık yürütülemez hale geldi. Bizler de mahkemede her bir hakimin reddi yönünde itirazlarımızı sunduk. Bu itirazlara her defasında bir dirençle karşılaşmamız adil yargılanmayı da bir yönüyle etkilemiş oldu” şeklinde konuştu.
 
‘TCK’nin en ağır maddesiyle yargılandılar’
 
Cemile şöyle devam etti: “Müvekkillerimizin darp edilmesi sonrasında her bir müvekkil ayrı bir cezaevine gönderildi. Çok az bir kesim Diyarbakır’da cezaevinde kaldı. Benim de müvekkilim başka cezaevine sevk edildi mesela 26 ay boyunca mahkemeye getirilmedi. Bu durum diğer yargılananlar açısından da uygulanan bir süreçti. Her defasında teknik bir hatadan kaynaklı SEGBİS ile bağlantı yapamadıklarını iddia ediyordu. Bu süreçle ilgili olarak mahkemenin keyfi tutumunun ve adil bir yargılanma boyutundan çıktığını çok fazla örnekle açıklamak da mümkündür. Her biri neredeyse TCK 302’nci maddeden ‘devletin birliği ve bütünlüğünü bozma’ kapsamında yargılanıyordu. TCK’de zaten bundan daha ağır cezası olan bir suç yok. Burada bu kadar ağır olan bir suçlamanın konusu var iken savunma hakkından tutun da müvekkillerin lehine olabilecek hiçbir delilin toplandığını söylemek mümkün değil. Aksine yargılama devam ederken hemen hemen hiçbir müvekkille ilgili olarak yeni iddianameler hazırlanarak birleştirme talepli davalar açıldı. Sonrasında bu davalar birleştirildi. Ortaya konan suçlamaların yanında bu sefer TCK’nin farklı maddeleri de eklenerek iddianameler düzenlenip mahkemeye gönderildi. Amaç yargılananların bir an önce en ağır cezayla cezalandırılıp yargılamayı sonlandırmaktı. Yargılama devam ettikçe toplu hareketin önüne geçmek için davanın bu haliyle kararın çıkmadığından emin olacak ki herkesin dosyasını tefrik etti.”
 
‘Daha önce olmayan tanıklar birden ortaya çıkarıldı’
 
“Mahkeme duruşmaları aslında sanıksız yapmak istiyordu” diyen Cemile şu sözleri kullandı: “Evet şeklen avukatların orda bulunmasında bir sorun yok ama yargılananların olmadığı bir yargılama yapılması tercih edildi. Müvekkilimin 26 ay boyunca SEGBİS’e bağlanamamasının nedeni budur. Yaptığımız itirazlara dönük ciddi bir direnç oldu. Bizi de bir taraflaştırma, müvekkilin durumu üzerinden kendilerince bir yerden bakma ve ona göre bir yaklaşımın da olduğunu fark ediyorduk. Zaman zaman mahkeme ile ciddi tartışmalar yaşıyorduk hatta bu tutumu kabul etmeyip çıktığımız da oldu. Tabi yine davalar peyderpey devam ederken bu defa da yıllar sonra bazı etkin pişmanlıktan faydalanan itirafçıların beyanları dosyaya gönderilmeye başlandı. Bunların beyanları yeni bir iddianameyle mahkemeye sunuldu. Örneğin bu tanıklar neden daha öncesinde yoktu da bu dönemde oldu. Süren yargılamalar bir yönüyle yargılanan kişiler açısından direnç kırma amacının olduğu ve bir yönüyle de etkin pişmanlığa zorlama amacı taşıdığını da gösteriyor. Çünkü etkin pişmanlıktan faydalan birkaç kişi, özellikle bütün müvekkillere dair suçlu için ve olayı hiç görmedikleri halde, tanışmadıkları halde kendilerini tanıdıklarını, olmayan şeyleri varmış gibi ifade ettiklerini ve bunların yazılı tutanaklara yansıdığını gördük.”
 
‘Kararı değişen mahkeme heyeti verdi’
 
Cemile, müvekkili olan Helin Yapıcı’nın duruşmalarında gizli tanıkların beyanlarının huzurlarında alınmadığını ve beyanları alınan tanıkların da mahkeme tarafından yönlendirildiğine vurgu yaptı. Cemile, “26 ay sonra etkili itirazlarımız sonucu Helin sadece bir kere mahkemeye getirildi. Anladık ki mahkeme bir an önce karar vermek istiyor. Sadece bir kere beyanı alındı sonradan bulunduğu Osmaniye Cezaevi’ne götürüldü. Karar verilmeden önce mahkemeden tanıkların verdiği beyanların doğru olup olmadığına ilişkin kovuşturmanın genişletilmesi talebimiz oldu. Mesela bazı tanıklar verdiği bir tarihte Diyarbakır’da olduğunu söylemişti fakat Helin o tarihte üniversite okuduğu Erzurum’daydı hatta seçim kurulunda görevliydi. Mahkemeden seçim kurulundan o günün belgelerini talep ettik ama mahkeme reddetti. Mahkemenin karar vereceği gün heyet de değişmişti. Düşünün soruşturma süreciyle birlikte 5 yılı aşkın bir kovuşturma süresi vardı. Delillerin başka hakimler savcılar tarafından toplandığını, kovuşturmanın yine diğer heyet tarafından yapıldığını söyledik. Değişen heyet bu delilleri görmeden anlamadan bir karar verilmesinin mümkün olmayacağını söyledik. AİHM’nin bu yönlü farklı heyetlerin değişmesi sonrası verilen kararların adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararları da vardı. Mahkeme Helin’e, ‘Devletin bağımsızlığını, birliğini ve bütünlüğünü bozduğu, devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya yönelik bir fiil işlediğini’ belirterek ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi. Daha sonra verdiği cezada indirim uygulayarak Helin’e müebbet ve artı 10 yıl hapis cezası verdi. Karar Yargıtay aşamasındadır hala Helin hakkında kesinleşen bir karar yok” diye belirtti.   
 
Cemile konuşmasının devamında şu sözlere yer verdi: “Sûr’da yaşananlar hiçbirimizin unutacağı bir süreç değil. Son 10 yılda Kürtlerin coğrafyasında yaşadığı ihlallere bütün dünya tanık oluyor. Orada yaşananların tanımını yapmak çok zor. Herkesin gözü önünde yaşanan bir süreci düşündüğümüzde ciddi bir yıkım ve hakikaten bunun yerine gelemeyecek, telafisi olmayacak olan bir yıkımdan bahsediyoruz. Fiziksel bir yıkım ama insanların da yaşamını yitirdiği bir dönemden bahsediyoruz. Son süreçte mesela ‘Sûr’ adıyla yapılan festivaller oluyor. Bu festivallerle aslında kültürel bir yıkım ve kültürel bir soykırımın da gerçekleştirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Sur’un öncesi yokmuş gibi festivaller ile bir hakikat gizlenmeye çalışılıyor. Bu da kültürel soykırımın bir parçasını oluşturuyor.”