Göz ardı edilen delillerle katliam davasına da zemin hazırlandı

  • 09:22 17 Kasım 2022
  • Hukuk
 
ANKARA - Dedeoğulları ailesine yapılan saldırı ve açılan davayı Avukat Ebru Akel, sanıklar yönünde oluşan bütün delilerin mahkeme tarafından göz ardı edildiğini ve tartışılmadığını söyledi.
 
Konya'nın Meram ilçesinde 12 Mayıs 2021’de Keleş ve Çalık ailelerinin ırkçı saldırısına uğrayan Dedeoğulları ailesinden 7 kişi, saldırının ardından gereken koruma tedbirlerinin alınmaması sonucu 30 Temmuz 2021’de tetikçi Mehmet Altun tarafından katledildi. İlk saldırıya dair yapılan yargılamada Konya 8’nci Ağır Ceza Mahkemesi, 28 Ekim’de tutuklu Ali Keleş ve Lütfü Keleş’i tahliye etti, diğer sanıklara ise haksız tahrik indirimi uyguladı.
 
7 kişiyi katleden Mehmet Altun'un tutuklu yargılandığı davanın duruşması da bugün Konya 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek. 
 
Dosya avukatı Ebru Akel, davaya ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 
 
’30 Temmuz katliamı 12 Mayıs saldırısının bir sonucu’
 
12 Mayıs’ta Dedeoğulları’na dönük saldırıdan 30 Temmuz katliamına kadar gelinen süreçte hem Dedeoğulları’nın aldığı tedbirler, hem de dosya kapsamında elde edilen delillerle hangi olayların silsile halinde gerçekleştiğinin ispat edildiğini söyleyen Ebru, Dedeoğulları’na dönük saldırı davasının görüldüğü Konya 8’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nin son duruşmasında daha önce tartışılmayan bir şekilde sanıklara “haksız tahrik indirimi” yapıldığını kaydetti. Ebru, “Deliler görmezden gelinerek, delileri değerlendirmekten imtina ederek bir karar tesis etti. Bizim açımızdan vicdanları yaralayan bir karar oldu. Yargılamanın başından itibaren mahkemeye, sunduğumuz tüm beyanlarda olayda ihmali bulunan kolluk görevlilerinin, idari ve adli sorumlularının tespitini istedik. Çünkü 12 Mayıs saldırısı 30 Temmuz katliamının bir nedeni. 30 Temmuz bir sonuç olarak göz önünde duruyor” dedi.
 
‘Sanıkların ikrarlarına rağmen mahkeme göz ardı etti’
 
Saldırı davasında tutuklu bulunan Lütfü Keleş ve Ali Keleş’in tahliye edilmesine değinen Ebru, sanıklara verilen bir ya da iki senelik cezaların failler açısından ödül anlamına geldiğini kaydetti. Ebru şöyle dedi: “Kasten öldürmeye teşebbüsten, konut dokunulmazlığı ihlalinden açılan davada, mahkeme suç vasfı yönünden de bir değerlendirme yaptı ve bu değerlendirmede, olayın gerçekleşme şekline ilişkin somut delileri göz ardı ederek, kendince sanık savunmalarına itibar etmiş oldu. Tutuklu olan iki sanığın, cezaevi görüşmelerinde açıkça suçu üstlendiklerine dair beyanları var. Bu sadece onların değil, diğer sanıkların kurdukları whatsapp konuşmalarında, 4’üncü Ağır Ceza’daki katliam dosyasındaki diğer dosyadan tutuklu olan Ali Keleş’in beyanında, bizim hakkımızda yaptıkları CİMER şikayetlerinde, iki kişinin suçu üstlendiği, diğerlerinin bu şekilde serbest bırakıldığı ikrarlarına rağmen mahkeme bu delileri de görmezden geldi. Yine olay yeri inceleme tutanaklarında olay yerinin Dedeoğulları’nın bahçesi olduğu, dolayısıyla Keleş ve Çalık aileleri tarafından ilk saldırının oraya gerçekleştiğine ilişkin inceleme tutanakları, somut deliler göz ardı edildi.” 
 
‘Bu delileri İstinaf, Yargıtay, AYM ve AİHM’de tartışacağız’
 
Olay yerine gelen kolluk görevlilerinin olay yerinin delil durumunu bozduklarına dikkat çeken Ebru, Dedeoğulları saldırı davasında kullanılan sopaları Keleş ailesinin evine götürdüklerine dair tanık beyanlarının da göz ardı edildiğini vurguladı. Ebru, “Sanıkların ikrarları göz ardı edildi. Konya 4’ncü Ağır Ceza Mahkemesi dosyasında bulunan 30 Temmuz’dan önce Ayşe Keleş’in cezaevi telefon görüşmelerinde savcı ile nasıl görüştüklerini, savcının onlara nasıl beyan vereceklerini anlattığını, tutuklu olup kararla birlikte tahliye edilen Ali Keleş’in, ‘Dedeoğulları’na ilk saldırıyı başlatan benim ya o yüzden benim üstlenmem daha iyi olurmuş öyle dediler’ gibi beyanları var. Bu deliller, cezaevi görüşmeleri Konya 8’nci Ağır Ceza Mahkemesi’ne de geldi. Buradan dosyayı incelemediğini, tartışılan delillerin görmezden gelindiğini düşünüyoruz. Sonraki aşamada, İstinaf, Yargıtay, AYM ve AİHM’de bu hususları tartışmaya devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.
 
‘Haksız tahrik indirimi katliam davasında cezasızlığa zemin hazırlamak anlamına geliyor” 
 
Saldırı ve katliam duruşmalarında devamlı olarak, “Her iki dosyanın alelacele karara çıkarılması, talep ettiğimiz delillerin toplanmasına ilişkin delilleri reddetmesi bizde de müvekkilimizde ve ailesinde de dosyanın hızla bir cezasızlık çukuruna doğru götürüldüğüne dair bir şüphe uyandırıyordu” sözlerini sürekli dile getirdiklerini belirten Ebru şöyle konuştu: “8’nci Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki kararda ‘haksız tahrik indirimi’ ne sanıklar ne de avukatları tarafından dile getirilmemişti. Biz reddi hakim talebi üzerine mahkemenin kanuna aykırı bir şekilde duruşmaya devam etmesinden kaynaklı duruşmadan ayrıldığımızda duruşma zabıtlarından gördüğümüz kadarıyla, bir tek son duruşmanın son 20 dakikasında dile getirilen bir ‘haksız tahrik indirimi’ var. Ama mahkeme ne hikmetse bir senedir hiç tartışılmayan bir meseleye 20 dakikada ikna olmuş görünüyor. Gerekçeli kararda da; olayın kim tarafından yapıldığı tespit edilemediğinden, şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince haksız tahrik indirimi uyguluyoruz diye açıklanmış. Ne ceza hukuku anlamında ne de hakkaniyet anlamında gerekçenin herhangi bir hukuki yönü yok. Dosyanın tutuklu sanığı Ali Keleş’in cezaevi görüşmelerinde doğrudan açık ikrarı var. Yine soruşturma aşamasındaki ilk ifadelerde, ilk organizasyonun Keleş ve Çalık ailelerince yapıldığı, dışarı ilk çıkanlardan birinin Ayşe Keleş’in oğlunun olduğu şeklinde beyanlar var. Mahkeme, bu ifadeleri görmezden geldi, haksız tahrik indirimi uygulayarak, 4 Ağır Ceza Mahkemesi’ne de yol açtı. Hem iki dosya arasındaki bağlantıyı zayıflatma hem de olası Mehmet Altun’a ya da diğer sanıklara yönelik cezalandırma halinde haksız tahrik indirimini gerekçe göstermek şeklinde bir kolaylaştırmış oldu.”
 
Savcı talepleri karşılamak yerine takipsizlik
 
Dedeoğulları’na dönük saldırı dönemine bakıldığında, Elmadağ’da bir Kürt ailenin saldırıya uğradığını, yine Konya’da bir ailenin saldırıya uğradığını hatırlatan Ebru, “Duruşmaların başından itibaren TCK’nin 76, 77’nci maddesi bağlamında ‘insanlığa karşı suç’ ve ‘soykırım’ suçları anlamında mahkemeden bir değerlendirme talep ettik. Ancak 12 Mayıs’taki saldırıdan hemen sonra soruşturma savcısı, Dedeoğulları ailesinin koruma taleplerini yerine getirmek yerine alelacele olayın ırkçılık olmadığına dair bir KYOK (takipsizlik) kararı verdi. Olayı araştırmadan, delilleri toplamadan soruşturma savcısının ne şekilde buna ulaştığı muamma. Yine aynı dönemde, yargılama boyunca her iki mahkemenin taleplerimizi reddetmesi bir şekilde görmezden gelindiğini düşündürtüyor. TCK’ya girdikten sonra tek bir iddianamede ‘insanlığa karşı suç’ bağlamında sevk gösterildiğini görüyoruz o da 10 Ekim Katliamı. Onun dışında Türkiye’deki hiçbir dosyada, ‘insanlığa karşı suç’ bağlamında bir değerlendirme yapılmıyor. Bundan da açıkça imtina edilmiş gibi görünüyor. AİHM’in emsal kararlarını incelediğimizde, Dedeoğulları’na dönük katliamın ‘insanlığa karşı suç’ bağlamında ırkçılık ve ayrımcılık yasağını ihlal edecek şekilde gerçekleştiğini görüyoruz. Mahkeme’nin bu anlamda değerlendirme yapması, kendi değerlendirmesinin aksine siyasi ve politik değil hukuki bir zorunluluk, bizim söylemek istediğimiz buydu” sözlerini kullandı.
 
‘8’nci Ağır’da verilen kararın 4’ncü Ağır’daki kararı etkileyeceğini düşünüyoruz’
 
Görülecek katliam davasına da vurgu yapan Ebru son olarak şunları söyledi; “30 Temmuz katliamı gerçekleştiğinde, 12 Mayıs saldırı dosyasına da vekalet sunmuştuk. Her iki dosya eş zamanlı ilerledi, 12 Mayıs saldırı dosyasında savcının, katliam gerçekleşene kadar hiçbir işlem yapmadığını gördük. Ne zaman katliam gerçekleşti o zaman saldırı dosyasında işlemler yapıldı. Hiç bulunmayan tanıklar bir anda bulunabildi. Savcı, kendi takipsizlik kararına itiraz etmek zorunda kaldı, bilirkişi ve delileri incelemediği için. Her iki dava beraber ayrı mahkemelerde açıldı, biz bir buçuk senedir, yargılamaların beraber yürütülmesi gerektiğini, iki olay arasında bir olay örgüsü bulunduğunu ileri sürdük. Bunun hukuki bir zorunluluk olduğunu dile getirdik. Her iki mahkemede, bu birleştirme taleplerini reddetti. Birleştirme talepleri reddedilirken, bir yandan duruşma günleri peş peşe verildi. Her iki mahkeme düzenli olarak birbirlerinden evrak istedi, iki mahkeme birbirinin dosyasından haberdardı. Konya 4’ncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde iddia makamı mütalaasını sunduğunda ‘azmettirmeye’ gerekçe olarak 8 Ağır’daki olayı gösterdi. Yargı mercileri tarafından da iki olayın birbiriyle bağlantılı olduğunu işlemler bakımından görüyoruz. 8’nci Ağır’daki kararın 4’ncü Ağır’daki kararı etkileyeceğini düşünüyoruz. Biz dosyanın şu anda karar duruşmasına geldiğini düşünmüyoruz, saldırı davasında toplanmayan çok delil var, kendi ara kararlarını dahi beklemeden bir mütalaa alınarak dosya karara bağlanmak isteniliyor. Duruşmada mütalaaya karşı esas hakkında beyanlarımız değil, tevsii tahkikat (kovuşturmanın genişletilmesi) taleplerimizi sunacağız. Her ne kadar 8’nci Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki  dosya karara çıksa da bu birleştirmelerin yapılmaksızın bu dosyaların yürütülmesinin hukuksuzluğuna dair değerlendirmelerimiz olacak. Bizim açımızdan bu dosya tekemmül etmiş değildir, hem Mehmet Altun ilişkileri bağlamında hem de diğer sanıkların azmettirme noktasında tartışılması gereken deliler olduğunu düşünüyoruz.”