Gazetecilerin tutukluluğuna ilişkin avukatlardan itiraz

  • 17:28 22 Haziran 2022
  • Hukuk
DİYARBAKIR- Geçtiğimiz günlerde tutuklanan 16 gazetecinin tutukluluk durumlarına ilişkin dosya avukatları Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na itirazda bulundu. 
 
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen bir soruşturma kapsamında 8 Haziran’da 20’si gazeteci olmak üzere 22 kişi polislerce evlerine yapılan baskınla gözaltına alındı. Uzatılan 8 günlük gözaltı süresinden sonra 15 Haziran'da adliyeye çıkarılan ve aralarında yer alan ajansımız haber müdürümüz Safiye Alağaş, Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eşbaşkanı Serdar Altan, Xwebûn Yazı İşleri Müdürü Mehmet Ali Ertaş, Mezopotamya (MA) Ajansı Editörü Aziz Oruç ile gazeteciler Ömer Çelik, Zeynel Abidin Bulut, Mazlum Doğan Güler, İbrahim Koyuncu, Neşe Toprak, Elif Üngür, Abdurrahman Öncü, Suat Doğuhan, Remziye Temel, Ramazan Geciken, Lezgin Akdeniz ve Mehmet Şahin çıkarıldıkları mahkemece “örgüte üye olmak” ve “örgüt propagandası yapmak” iddialarıyla tutuklandı.
 
16 gazetecinin tutuklanmasına ilişkin dosya avukatları Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı’na itirazda bulundu.
 
İtiraz dilelkeçesinde şu ifadelere yer verildi:
 
“Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın olan 2022/3879 numaralı dosyası kapsamında soruşturması yürütülen gazeteci müvekkil, tutuklama talebiyle sulh ceza hakimliğine sevk edilmiş, Diyarbakır 1. Sulh Ceza Hakimliği, 2022/408 numaralı sorgu kapsamında gazeteci müvekkilin tutukluluğuna karar vermiştir. TCK'nın 314. Maddesi suçlamasıyla sevk edilen gazetecilere, mesleki faaliyetleriyle ilgili sorular sorulmuş, somut hiçbir delil yokken CMK'nın 100/1 ve CMK'nın 100/3 maddelerine atıfla, gerekçeden yoksun bir biçimde tutuklama kararı verilmiştir. Kararın kaldırılması ve gazetecilik mesleki yapan ve mesleki faaliyetleri nedeniyle tutuklama kararı verilen müvekkilin serbest bırakılması gerekmektedir. Şöyle ki; 
 
Müvekkil basın çalışanı olup uzun yıllardır gazeteci ve program yapımcısı olarak çeşitli basın kurumlarında faaliyet yürütmüştür. Tutuklandığı sırada gazetecilik faaliyetlerine devam etmekteydi.  Kürtçe tartışma programı yapımcısı olarak  olarak çalışmaktaydı. Müvekkil 08.06.2022 tarihinde gözaltına alındığında sabah 08:40 civarı emniyete gidip müvekkil ile görüşmek istediğimizde dosya operasyonunun devam ettiğini bu sebeple henüz görüşemeyeceğim belirtilerek müvekkile ve dosyaya erişimimiz kısıtlandı. Bu durumu soruşturma savcısına bildirmek ve mahkeme tarafından verilen gözaltına alma kararı, arama el koyma kararı ve varsa kısıtlama kararlarının bir örneğinin tarafımıza verilmesi, kısıtlama kararının olmaması halinde dosyanın tarafımızca incelenmesi  amacıyla hazırladığımız dilekçeyi 09:20 civarında ön büro aracılığı ile tarayıp soruşturma dosyasına gönderdik. Savcının odasında olmaması sebebi ile 10:20 civarı ile savcı ile görüşme imkanımız oldu. Dosya inceleme talebimiz, dosyanın kısıtlama kararı alınması amacıyla hakimlik önünde olduğu bu sebeple inceleyemeyeceğimiz gerekçesi ile reddedildi. 
 
Gözaltına alma, yakalama, arama el koyma ve kısıtlama kararının örnekleri operasyonun devam ettiği gerekçesiyle tarafımıza verilmemiştir. Gözaltı kararına, el koyma ve arama kararlarına, kısıtlılık kararına yaptığımız itirazlarımızın hiç biri itiraz mercine gönderilmemiş ve itirazlarımız sonuçlandırılmamıştır. Müvekkiller hakkında gerçekten bir gözaltına alma kararı olup olmadığını dahi görme şansımız olmadığı için itirazlarımızı değişik iş numarası yazmadan sunmak zorunda kaldık. Dosyada kısıtlama kararı bulunduğundan müvekkil hakkındaki dosyayı inceleme olanağımız ortadan kaldırılmıştır.Savcılık ifadesi sırasında müvekkile hakkındaki suçlamaya ilişkin özet bilgi verilmemekle birlikte sadece örgüt adına yasa dışı faaliyetlerde bulunma ve örgüt üyesi olma iddiası ile hakkında soruşturma olduğu belirtilmiştir. Gizlilik kararına dair itirazlarımız sorgu hakimliğinde dile getirildiğinde de durum değişmemiş ve hiç bir delil denetimimize açılmamıştır. Silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin bütünen hiçe sayıldığı bu anlamda ilkesiz ve hukuksuzca verilmiş kararlar ile savunma hakkını anlamsızlaştıran savcılık ve sorgu makamları hak arama inancını zayıflatmaktadırlar.  CMK’nın 153/2 maddesine uyarınca alınan  kısıtlama kararı müvekkile ve tarafımıza tebliğ edilmemiştir. Bu kısıtlama sonucu müvekkil aleyhinde ne tür delil olduğunu, bu delillerin hukuka uygun şekilde elde edilip edilmediğini inceleme imkanımız olmadığı gibi suçlamaya karşı savunma delili sunma ya da lehe delil toplanmasını talep etme hakkımızda ortadan kaldırılmıştır. Bu kısıtlama kararı ile Anayasanın 36. ve AİHS’nin 6. maddelerinde düzenlenen adil yargılama hakkı ihlal edilmiştir.   
 
Müvekkil ve müvekkilin müdafileri, kısıtlama kararı verilmiş olan soruşturma dosyasının muhtevasına, soruşturma ve hakimlik sorgusunun hiçbir safhasında erişememiştir. Kısıtlama kararı bulunan soruşturma dosyası, müdafilere gösterilmemiş ancak bir takım haber sitelerine sızdırılmıştır. Vurgulamak gerekir ki soruşturmanın ‘sızdırılan’ kısmında dahi gazeteci müvekkillerin ancak ve sadece gazetecilik mesleğiyle ilgili faaliyetleri haber yapılmıştır. Ancak müdafilerin silahların eşitliği ilkesi kapsamındaki savunma hakkı ve gazeteci müvekkilin Anayasa'da belirtilen adil yargılanma hakkı daha soruşturma safhasında açık bir şekilde ihlal edilmiştir. 
 
Müvekkil adliyeye sevk edildiği 15.06.2022 tarihinde soruşturma savcısına ifade verdikten sonra tutuklanma talebi ile nöbetçi sulh ceza hakimliğine sevk etmiştir. Müvekkilin ifadesi alındıktan 3-4 dakika sonra 6 sayfalık tutuklanma sevk talebi içeriğinin oluşturulmuş olması evrakın ifade işleminden önce hazırlandığını sadece ifadenin kopyalanıp evraka eklenmesi ile işlem yapıldığını ortaya koymaktadır. 21 şüpheli hakkında tutuklama talebi ile nöbetçi sulh ceza hakimliğine sevk edilmesi ve  hiç bir şüpheli için sevk gerekçesini özgüleme gereği dahi duymayan soruşturma savcısı dosyada müvekkil hakkında yer almayan delilleri gerekçe göstermek suretiyle tutuklanmasını talep etmiştir. Dosya arasında yer alan ve dosya dışı olan açık ve gizli tanık beyanlarının yer aldığı gerekçenin müvekkil ile bir ilgisi olmayıp suç soruşturması açısından da hukuki değeri ve bağlayıcılığı yoktur. 
 
Diyarbakır 1. Sulh Ceza Hakimliği tarafından verilen tutuklama kararında, kameraman olarak çalışan basın çalışanı müvekkilin ‘televizyon ve radyo kanalı, basın ve yayın kuruluşu görünümü altında faaliyet yürüten ve adı geçen silahlı terör örgütünün nihai hedeflerine ulaşmasını sağlamaya yönelik hareket ettiğine yönelik tespitler’ başlığı altında suç soruşturması kapsamında yer almayan ve müvekkile özgülenmemiş tanık beyanları gerekçe yapılarak, yasa maddesinin tekrarının eklenmesi ile  müvekkilin tutuklama sebebi haline getirilmiştir. Suç ve cezaların şahsiliği ilkesini yerle bir eden bu karar kötü niyetli ve hukuki amaçtan bağımsız olarak verilmiş bir kararı işaret etmektedir. Gazeteci müvekkilin tutuklanmasına gerekçe gösterilen  gizli ve açık tanık beyanlarında, müvekkilin çalıştığı iddia edilen kurumlarla ilgili söyledikleridir. Vurgulamak gerekir ki müvekkil bahsi geçen kurumunun bir çalışanı değildir ve tanık beyanları direkt olarak müvekkili işaret etmemekte, ismini anmamakta; ancak ve sadece bir takım televizyon kanallarından bahsetmektedir. Müvekkilin bahsi geçen basın kuruluşlarının çalışanı olmadığının tekrarıyla; gazetecilerin bir ajansta yada prodüksiyon şirketinde çalışmış olması olgusunun, gazetecinin bir örgütün üyesi olmasına şüphe kazandıramayacağı; gazetecilerin böylesi bir suçlamayla tutuklanmasının Anayasa'ya aykırı olduğu, yukarıda alıntılanan AYM'nin gazeteci Cemil Uğur kararında (Başvuru Numarası: 2020/35635) vurgulanmıştır.     Ceza Muhakemeleri Kanunu madde 34 ' Kararların gerekçeli olması' başlığı altında 
 
'(1) Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230 uncu madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir.' ibaresine yer vermektedir. Yine ‘ANAYASA Madde 141/3- Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır’ Hakimlik kararında gerek talep eden açısından gerekse mahkeme kararı açısından somut hukuki delillere yer verilmemiş ve talep edenin talebi tartışmaya mahal vermeden madde tekrarının karara yazılması suretiyle kabul edilmiştir.  Gerekçeden tamamen yoksun matbu ifadeler ve yasa maddesinin tekrarına dayanan hakimlik kararında müvekkilin fiiline özgülenmiş herhangi bir gerekçeye yer verilmemiştir. Hakimlik Kararının CMK Madde 34 ve  Anayasa m.141/3 kapsamında tartışmaya mahal vermeyecek ölçülerde olması gerekmektedir.   Verilen karar bu anlamda AİHM’in kabul ettiği gibi dürüst yargılanma hakkına, Anayasa’nın 36. Maddesi ve AİHS’in 6. Maddesine ile  Anayasa m.141/3. Maddesine aykırıdır. 
 
Tutuklama kararında soruşturma konusu suçun işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunmasını ve verilmesi beklenen ceza ile delillerin tam olarak toplanmamış bulunması da gerekçe olarak gösterilmiştir. Bu gerekçe gerek CMK 100’ün gerek Ay 19/4’ün ve gerekse AİHS md 5/1.c’nin mantığıyla bağdaşmamaktadır ve AİHM içtihatlarına da aykırıdır.  
 
 Koruma tedbirlerinden birisi olan tutuklama tedbirinin düzenlendiği Ceza Muhakemesi Kanununun 100. maddesine göre ancak kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin varlığı halinde tutuklama kararı verilebilir. Aksi bir durumda verilen tutuklama kararı, tedbir amacını aşacak; tutuklamanın bir tedbirden çıkararak adeta bir cezalandırma yöntemine dönüşmesine yol açacak ve hem ulusal hem de uluslararası çerçevede korunan hakların ihlal edilmesi durumunu doğuracaktır. Bu sebeple de tutuklama tedbirinin ancak kanunda yazılı hallerde ve ceza kanunu ilkelerine bağlı kalınarak uygulanması gerekmektedir. Bu ilkelerden en ayırt edici olanı ise orantılılıktır. Orantılılık ilkesinin doğal sonucu olarak, tutuklama istisnai ve nihai bir koruma tedbiridir.
 
AİHS 5/1.c’ye göre, ‘suçu işledikten sonra kaçmasına engel olmak zorunluluğu inancını doğuran makul nedenlerin bulunması dolayısıyla’’; AY 19/4’e göre ‘’suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla ve bunlar gibi ‘tutuklamayı zorunlu kılan’ ve kanunla gösterilen diğer hallerde’’ tutuklanabilirler. Aksine oluşturulan gerekçelerin tümünde kişi güvenliği hakkının ihlal edildiği ve tutuklama kararının haksız olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Tutuklama tedbirinin bu koşulları sağlaması gerektiği göz önüne alındığında soruşturma dosyasında müvekkilin üzerine atılı suçları işlediğini gösterir herhangi bir somut delil bulunmadığı bir kez daha hatırlatılmalıdır. Zira tutuklama kararı için kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut ve hukuka uygun delillerin varlığı ve bu delillerin, şüpheli veya sanığın üzerine atılı suçu işlediğini gösterir yüksek derecede kuşku uyandırması gerektiği açıktır. Hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tutukluluk incelemesi yaptığı birçok kararında yakalama ve gözaltı koruma tedbirlerine başvurabilmek için makul şüphenin bulunmasını aramaktadır. Bu anlamda makul şüpheden maksat ise, yakalananın suçu işlemiş olabileceği konusunda objektif bir gözlemciyi ikna etmeye yeterli olgu ve bilgilerin bulunması gereklidir. (Labita/Italy ve Fox, Campbell, Hartley/UK kararları) Dosyada ise suç isnadı yapılırken sunulan deliller, yalnızca müvekkilin mesleki faaliyetleri ve direkt olarak müvekkili işaret etmeyen, müvekkilin ismini dahi anmayan tanık beyanları, araştırma tutanakları ve hts kayıtlarıdır ve bu delillere dayanarak uygulanan tutuklama tedbiri hukuka aykırıdır.
 
CMK tutuklama kararını, üst temel normlar olan anayasa ve AİHS’den daha sıkı koşullara bağlamıştır. CMK uyarınca tutuklamaya karar verebilmek için ‘’kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olgular ve bir tutuklama nedeni’’ bulunmalıdır. Ayrıca verilecek kararın ölçülülük ilkesine uygun olması gerekir. Bu belirlenirken de işin öneminin, verilmesi beklenilen ceza ve güvenlik tedbiri ile ölçülü olması koşulu kesin olarak aranacaktır. Başka bir deyişle, somut olayda başka bir önlemle ya da güvenlik tedbiriyle (örneğin adli kontrolle) bir sonuca ulaşılabilmesi mümkünse tutuklamaya karar verilemeyecektir. Yasada verilebilecek ceza ile ölçülü olması ifadesi tutuklama kararına başvurulmamasının gerekçesi olarak sayılmıştır. Yani verilecek ceza miktarı ile ölçülü olmayacaksa tutuklama kararı verilmeyecektir. Yoksa verilecek cezanın miktarı bir tutuklama gerekçesi değildir. 
 
Müvekkil hakkında TCK'nın 314. Maddesi gerekçe gösterilerek tutuklama kararı verilmiş, ancak müvekkile suç isnadından bağımsız ,basın özgürlüğünü, ifade özgürlüğünü, çalışma hürriyetini sorgular ve hakkın özünü ihlal eder nitelikte sorular sorulmuştur. Bu sorulardan bir kısmı müvekkilin çalıştığı şirket ve gazetelerde  ne iş yaptığı, program yapımcısı olarak ne tür programlar çektiği, programların içeriğinin kimler tarafından belirlendiği, programların ne şekilde yurt dışı kanalları ile paylaşıldığı  sorulmuştur. Sulh ceza hakimliğinde de aynı şekilde, basın çalışanı olan müvekkile, soruşturma dosyası kapsamında olmayan ve müvekkil ile ilişkilendirilmesi mümkün olmayan açık ve gizli tanık beyanları sorulmuş, tutuklama kararı ise TCK'nın 314. Maddesini   ihtiva edebilecek somut hiçbir atıf yapılmadan, delil gösterilmeden verilmiştir. Bu haliyle müvekkilin Basın Kanunu'yla, Anayasa'yla ve sözleşmelerle korunan düşünce ve ifade özgürlüğünün nazara alınmadığı, dahası bu hakları ihlal edilerek tutuklandığı açıktır. Müvekkilin TCK'nın 314. Maddesi   kapsamına girebilecek tek suçlama, KCK Sözleşmesi'nin 14. Maddesi kapsamında kurulduğu söylenen Basın Komitesi'nin üyesi olması şeklindeki gerçek dışı, soyut ve temelsiz suçlamasıdır. Vurgulamak gerekir ki bu suçlama Van 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2021/48 Esas sayılı, ve Erzurum 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2020/403 Esas sayılı dosyaları kapsamında da gazetecilere isnat edilmiş; yargılamalar sonucunda gazeteciler bu suçlamadan beraat etmişlerdir. Anayasa Mahkemesi ise, Van 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2021/48 Esas sayılı dosyası kapsamında, birebir aynı suçlamayla soruşturulan, kovuşturulan gazeteci Cemil Uğur kararında, gazetecinin, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. (Başvuru Numarası: 2020/35635)
 
Gazetecilerin ve basın çalışanlarının mesleki faaliyetleri nedeniyle TCK'nın 314. Maddesi kapsamında soruşturulmasının, ifade özgürlüğünün kısıtlanmasının bir yolu olarak işlevselleştirildiği yukarıda atıf yapılan AYM kararının yanı sıra AİHM başta olmak üzere çeşitli uluslararası kurumlarca da eleştirilmektedir. AİHM, özellikle, yasaklı örgütlerin eylemlerinin işlenmesini bizzat teşvik etmeyen  açıklamalarını yayımladıkları için kovuşturulan gazeteler ve gazetecilerin davalarında sürekli  olarak ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiğine yönelik kararlar vermiştir.  Mahkeme, bu tür bir  uygulamanın, medya mensuplarının çalışmalarını kısmen sansürleme ve kamusal bir tartışmada  yeri olan görüşleri ortaya koyma yetilerini azaltma etkisine sahip olabileceğini saptamıştır. 
 
Benzer şekilde, beyanların veya röportajların hükümet politikasını şiddetle aşağılayan görüşler  içermesi gerçeği, tek başına bir gazetenin ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahaleyi haklı  kılamaz. BM İnsan Hakları Komitesi, Türkiye’nin MSHUS’nin uygulanmasına dair başlangıç raporuna  ilişkin Sonuç Gözlemlerinde TCK'nın 314. Maddesinin ve TMK'nın atıflarının aşırı biçimde uygulanmasından duyduğu endişeyi  dile getirmiş, bunun ‘kamu yararını haklı olarak ilgilendiren konularda eleştirel görüşlerin  ifade edilmesini veya eleştirel medya haberleri yapılmasını caydırıp ülkedeki ifade  özgürlüğünü olumsuz etkileyeceği’ sonucuna varmıştır. Akabinde, İnsan Hakları Komitesi,  başka hususların yanı sıra, Türkiye’ye bu hükümleri MSHUS’nin 19. maddesinin gerekleriyle uyumlu hale getirmesini ‘her türlü kısıtlamanın bu maddenin kati koşulları dahilinde  uygulanmasını’ ve ‘[kısıtlamaların] yalnızca tartışmasız suç sayılacak olan suçlara  uygulanmasını’ tavsiye etmiştir.
 
2016’da Avrupa Konseyi’nin Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu (Venedik  Komisyonu), 314. maddenin Avrupa insan hakları standartlarına uygunluğuna ilişkin  kapsamlı bir yorum yayımlamıştır. Yorumda, Türk Ceza Kanunu’nda silahlı örgüt ya da  grup tanımı bulunmuyor olsa da Yargıtay’ın örgüt üyeliğinin tespiti için gerekli kriterleri  ortaya koyan bir içtihadı olduğuna dikkat çekilmiştir. Söz konusu kriterler, yargılanananın farklı eylemlerinin ‘süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluğu’ göz önünde bulundurulmak suretiyle  örgütle herhangi bir ‘organik ilişkisi’ olup olmadığı veya eylemlerin örgütün ‘hiyerarşik  yapısı’ içerisinde bilerek ve isteyerek işlenmiş sayılıp sayılamayacağının değerlendirilmesini  öngörmektedir. Venedik Komisyonu ayrıca ‘314. maddenin uygulanmasında, yerel  mahkemelerin birçok davada bir kişinin silahlı bir örgüte üyeliği hakkında çok zayıf kanıtlara  dayanarak karar verdiğini ve bu durumun, 314. maddenin uygulanmasının 'öngörülebilirliği'  hakkında soru işaretleri doğuracağını’ kaydetmiştir. Yine Venedik Komisyonu’na göre,  314. maddenin zayıf deliller temelinde uygulanması Avrupa Sözleşmesi’nin 7. maddesinin  ihlaline yol açabilir. Buna göre Komisyon, Yargıtay içtihadında yer alan kriterlerin harfiyen  uygulanmasını tavsiye etmiş ve yerel mahkemeler nezdinde sanığın silahlı bir örgüte  üyeliğine karar vermek için bu kriterlerin her birinin ayrıca ve titizlikle incelenmesi gerektiğini vurgulamıştır.
 
Müvekkilin üzerine atılı suçu işlediği iddiası ile dosyaya sunulan bu deliller, kuvvetli şüphe uyandırmamasının yanında hukuka aykırı delillerdir. Bu delillerin değil hükme esas alınması, istisnai bir tedbir olan tutukluluk kararı verilmesinde dahi dikkate alınması Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere taraf olunan uluslararası sözleşmelerce korunan Adil Yargılanma Hakkı, Özgürlük ve Güvenlik Hakkı, İfade Özgürlüğü Hakkı’ın ihlaline yol açmaktadır. Çok sayıda Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına göre uygulanan tutuklama tedbirinde hukuka aykırı şekilde elde edilmiş ve suçun işlendiğine dair kuvvetli şüpheyi uyandırmayan delillere dayanılması, bu delillerin tek veya ana suçlayıcı delil olarak kullanılması ve güvenilirliğine ilişkin kuşkular bulunduğu halde bunun giderilmemesi birçok hakkın ihlali sayılmaktadır. Dosyada müvekkilin üzerine atılı suçu işlediğine dair iddialara dayanak olarak gösterilebilecek hukuken geçerli ve/veya somut bir delil bulunmamaktadır. Müvekkilin basın faaliyetleri sebebi ile tutuklanması Anaysa Madde 26 ve Anaysa Madde 28 kapsamında hak ihlaline yol açmaktadır. 
 
Sonuç ve talep olarak yukarıda açıkladığımız nedenlerle, Diyarbakır 1. Sulh Ceza Hakimliğinin yasa ve usule aykırı olarak verilen tutuklama kararının gözden geçirilerek kaldırılmasını ve müvekkilin tahliyesine karar verilmesini, itirazımız uyarınca kararın geri alınmaması halinde dilekçemizin itiraz merciine gönderilmesini saygıyla talep ederim.”