‘Geri dönüş kararını siyaset değil mülteciler vermeli’

  • 09:06 15 Mayıs 2022
  • Hukuk
 
Melike Aydın 
 
İZMİR - İktidarın ve muhalefet partilerinin, Suriyeli mültecilere ilişkin ayrıştırıcı politikalarının, şiddet eylemlerine yol açabileceği uyarısında bulunan Avukat Eda Bekçi, aynı zamanda 1 milyon mültecinin kendi isteği dışında Efrîn’e gönderilmek istenmesinin de insan haklarına aykırı olduğunu vurguladı. 
 
Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaşla beraber çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan 1 milyonu aşkın kişi bölge kentlerine, Türkiye’nin farklı bölgelerine ve Avrupa’ya göç etmek zorunda bırakıldı. DAİŞ’in Kuzey ve Doğu Suriye başta olmak üzere Suriye’nin diğer bölgelerine dönük saldırılarıyla göçlerin yoğunlaştığı 2014 yılından bu yana mülteci konusu hem Türkiye’nin hem de Avrupa’nın gündeminde yer almaya başladı. Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan 3 milyonu aşkın Suriyeli mülteciler ise iktidarın Avrupa Birliği  (AB) ülkeleri ile 2016 yılında 6 milyar Euro karşılığında mülteci mutabakatı imzalandı.  
 
6 milyar Euro mali kaynak sağlandı
 
Mülteci mutabakatı Türkiye'nin Yunan adalarına geçen sığınmacıları geri kabul etmesini ve Avrupa'ya sığınmacı akışını engelleyecek önlemler almasını, karşılığında AB'nin mültecilere yardım ve Türkiye'nin mali yükünün hafifletilmesi için 6 milyar Euro mali kaynak sağlamasını öngörüyordu. Ancak 6 milyar euroluk kaynağın doğrudan Türkiye’ye ödeme şeklinde değil, somut projelere aktarmak üzere serbest bırakılması kararlaştırılmıştı.
 
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise sonraki yıllarda sık sık AB'yi taahhütlerini yerine getirmemekle eleştirmiş, Türkiye'nin ülkedeki 3,6 milyon sığınmacı için 40 milyar dolarlık harcama yaptığını öne sürmüştü.
 
10-11 Aralık 2020 tarihinde gerçekleştirilen AB liderler zirvesinde, "Birlik'in Suriyeli sığınmacılar ve ev sahibi topluma mali desteği sürdürmeye hazır olduğu" duyurulmuştu. 
 
Saldırılar tırmanıyor
 
Sonraki yıllarda Türkiye’nin ve ona bağlı paramiliter grupların, Êfrîn’e yönelik saldırılarıyla yeni bir göç dalgası başlamıştı. Diğer yandan Türkiye’de ise mültecilere dönük ırkçı saldırılar da son yıllarda hızla artarken, iktidarın ve muhalefetin dönem dönem sarf ettiği nefret söylemleri ise saldırıların katliam, şiddet ve benzeri boyutlara ulaşmasına neden oldu, oluyor. 
 
Öte yandan geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yaptığı açıklamada, 1 milyon Suriyelinin Efrîn’de yapılacak konutlara yerleştirileceğini söyledi. 
 
Mültecilerle Dayanışma Derneği Danışmanı ve Uluslararası Af Örgütü üyesi Avukat Eda Bekçi, mültecilerin durumuna ilişkin ajansımıza değerlendirmelerde bulundu. 
 
‘Mülteciler görmezden gelindi’
 
Dünyada ve Türkiye’de bir insan hakları krizi yaşandığını söyleyen Eda, seçim dönemlerinde ülkelerin göçmen politikalarına dair siyasetçilerin de rengini ortaya çıkardığını söyledi. Türkiye’de de olumsuz şekilde siyasete alet edilmeye başlanan mültecilere dikkat çeken Eda, 2011’de Suriye’de çıkan savaşla beraber, Türkiye’de mülteci sayısının 100 bin iken, bugün milyonları aştığına işaret etti. Eda, “Göç İdaresi’nin Uyum İdare diye adlandırılan bir birimi var. Uyum politikalarının bu kişilerin hukuki güvenliğini ve ‘entegrasyon’ politikaları, yerel halklarla ilişkilerinin düzenlenmesi gerekiyordu. Eğitim gibi temel sosyal haklara ilişkin köklü çözümlerin bulunması gerekiyordu, ama görmezden gelindi” dedi. 
 
‘Temel haklara erişim sağlanmadı’
 
Türkiye’ye göç eden birçok mültecinin yasa dışı yollarla geçişlerde yaşamını yitirmesi, mültecilere dair temel haklara erişimin sağlanmaması gibi durumların yaşandığını kaydeden Eda, “Türkiye’den Adalar yoluyla 1 milyon insanın Avrupa’ya geçtiğini biliyoruz. Türkiye gelenlere bir değer gözüyle bakmadı, uluslararası siyasetin süjesi olarak kullandı. ‘Açarız kapıları giderler’ gibi söylemler konu oldu. Bu, mültecileri üzdü, yıprattı. Bizim açımızdan da kötü bir izlenim bıraktı” diye belirtti. 
 
‘Sözleşmeye göre ayrım yapılamaz’
 
AB ülkelerinde de iki yüzlü kirli politikalar söz konusu olduğunu ifade eden Eda, bu durumu şu sözlerle açıkladı: “Fransa’da bir köyde iki Suriyeli yerleştirilecek diye ‘düzenimizi bozacaklar’ diye hükümet, on binlerce Euro tazminat ödemeyi göze aldı. 1951 Cenevre Mülteci Sözleşmesi’ne taraf bütün ülkeler açısından böyle. Hukuki bariyerler değil sadece dikenli teller, hendekler kazmak gibi, Fransa bombalı saldırıdan sonra Müslüman ülkelere sınırları kapattı, ardından da Polonya, ABD’de kapattı. Oysa sözleşmede böyle bir ayrım yapılamaz. Ancak kimse bunların ihlal olduğunu söylemedi. Türkiye’de hiç olmazsa sınırları aşıp buraya gelebildiler.” 
 
Sorunların faturası mültecilere kesiliyor
 
Türkiye’de giderek tırmandırılan mültecilere dair nefret söylemlerine dikkat çeken Eda, bunun içinde ekonomik ve sosyal sıkıntıların faturasının mültecilere kesmek de olduğunu sözlerine ekledi. Eda, “Ümit Özdağ örneğinde gördüğümüz gibi çok kolay bir siyaset izleniyor. Siyasetçi eğitim, sağlık, doğa ve kadın konusunda bir şey anlatmıyor, mülteciler üzerinden prim yaptığını ve seçmen topladığını görüyoruz. İktidar baştan beri böyle bir tavır içindeydi. Bu siyasetin prim yapması üzerine siyasetini değiştirdi. Birden bire mülteciler günah keçisi haline geldi. Oysa biliyoruz ki bu rakamlar on yılı aşkın süredir Türkiye’de. Ne oldu da birden bire bu hale geldi? Bu kadar tırmandırılan bir siyaset 15 Temmuz öncesi Suriyelilerin vatandaşlığa geçirilmesi konusunda yaşanmıştı. İzmir Üçyol’da arabaların taşlanmasına varacak kadar bir kaos yaşanmış, başka gündemlerin oluşmasıyla konunun üzeri kapanmıştı. Ancak kalıcı çözüm ve buna yönelik tedbirler almadığımız sürece bu noktaya geleceği belliydi” sözlerini kullandı. 
 
Halkları karşı karşıya getiren zemin 
 
Suriyeli mültecilere tanınan Genel Sağlık Sigortası’nın koşulsuz faydalanabilme hakkının, işverenlerin Suriyelileri kayıtsız ve düşük ücret ile emeğini sömürmesine neden olduğuna işaret eden Eda, bu durumun yerel haklar arasında da çatışmaya yol açtığını dile getirdi. Mültecilerin düzenli maaş aldığı şeklinde asılsız iddiaların da toplum içerisinde soru işaretlerine neden olduğunu belirten Eda, “Bunun bir nedeni de Türkiye’nin yaşadığı sosyal, siyasal sorunlardır. En kolay çözüm zayıf halkanın hedef gösterilmesidir. Yakın zamanda Suriyeli üç genç yakılarak katledildi. Aynı işyerinde geçmişte çalışmış fail, “Ben Türkiye’yi Suriyelilerden temizleyeceğim. Sigortamı yapmıyorlar, çünkü Suriyeliler çalışıyor’ diyebiliyor. Bu sokakta insanların birbirine fiilen saldırması, çocukların zarar görmesi, değersizleştirilmesi olarak karşımıza çıkacak” diye ifade etti. 
 
Şiddeti teşvik 
 
Mültecilere yönelik nefret suçlarını önleyecek tedbirleri alması gereken kurumların başında gelen İçişleri Bakanı, Cumhurbaşkanı ve muhalefet partilerinin şiddeti körükleyecek söylemlerde bulunduğunu dile getiren Eda, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın söylemlerine dikkat çekti. Eda şöyle devam etti: “Ümit Özdağ hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunulmuş. Bunlar, yüzeysel önlemler. Bir yandan Göç İdaresi Genel Merkezi hiçbir önlemi almadığı gibi sınır dışı işlemleri, yersiz idari işlemlerle hem göçmenlere hem de mültecilere ilişkin siyaset izliyor. Toplum bunları bilmiyor ama Suriyeliler plajlarda geziyor diyor. Bir yandan emek sömürüş, fiziksel cinsel şiddet, çocuk istismarı gibi can alıcı sorunlarla karşı karşıyalar. Ama bunun bu kısmını görmezden geliyorlar. Mülteci meselesi gözünüzü kapattığınızda çok kolay görünmez oluyor.” 
 
Sınır güvenliği öne sürülüyor
 
Göç İdaresi’nin göçmenler, mülteciler ve Suriyeliler hakkında rakamları, sınır güvenliğini öne sürerek paylaşmadığını belirten Eda, “Suriyelilerle ilgili rakam en son 3 milyon 600 bin civarında olduğunu biliyoruz. 1 buçuk milyon kadar da yabancı var. Bunlar, Türkiye’de farklı ikamet türleriyle kalan çoğu çalışma, eğitim gibi nedenlerle gelen yabancılar. Bütün farklı dilde  konuşanlar mülteci olarak görülüyor. Türkiye’de ciddi rakamda yabancı var. Turistik nedenlerle gelen parasıyla, şımarıklık yapanları da ‘bunlar da mülteci, geldiler neler yapıyorlar’ diye göstermek de gerçekten haksızlık” şeklinde konuştu. 
 
Suriye’ye yakın kentlerde yaşıyorlar
 
Suriye’deki kamplarda Türkiye’nin finansının söz konusu olduğuna değinen Eda, Türkiye’nin savaşın başından bu yana Suriye’nin imarında bulunacağını söylediğini ifade etti. Efrîn’deki konut inşasından ise Cumhurbaşkanının açıklamasıyla haberdar olduklarını söyledi. Eda, “Türkiye’de 2 buçuk milyon Suriyeli, Antep, Urfa, Kilis ve Adana gibi Suriye’ye yakın illerde bulunuyor. Özellikle 40 yaş üzeri mülteciler,  Suriye’ye dönme ve yakın olma amacıyla kültürel benzerliklerinden dolayı orada durmak istiyor. Onların güvenli ve eski hayatlarına dönebilecek şekilde kendi vatanlarına dönmesi sağlanmalıdır. Bizim yapabileceğimiz istedikleri anda onlara destek olmaktır. Yoksa entegrasyon politikalarıyla kimliksizleştirme veya yerlerinden etme işi değil, güvenli şekilde ülkelerine dönmelerini sağlamaktır” sözlerine yer verdi. 
 
‘Geri dönüş kararını siyaset değil kişiler vermeli’
 
Mültecilerin dönme kararını siyasetin değil, kişinin belirlemesi gerektiğini belirten Eda, kişinin can, ırz ve politik anlamda güvenli hissediyorsa kendisinin bunu isteyebileceğini kaydetti. Eda, “Dayatma şeklinde ‘senin için artık ülken güvenli’ demekle güvenli olmuyor. Uluslararası hukukta ‘onurlu ve güvenli bir dönüşün sağlanması gerekir’ der. Ayrıca kişi kendi köyüne dönmek ister, hiç bilmediği yere değil. Eviniz çevreniz burada. Neden gideceksiniz toplu konut inşa edilmiş alana. Bu onurlu bir dönüş değil, kendisi tercih eden olabilir ama bu tercihin de bağımsız kuruluşlar tarafından denetlenmesi gerekir” diye konuştu. 
 
Denetimlerde bağımsız kuruluşlar yok 
 
Türkiye’de rızaya bağlı dönüşlerde denetimde bulunan bağımsız kuruluş olarak Kızılay’ın gösterildiğine dikkat çeken Eda, ancak Geri Gönderme Merkezleri’nde (GGM) rızaya dayalı geri dönüş belgesi imzalayan kimsenin refakatinde Kızılay temsilcisinin bulunmadığını söyledi. Eda, “Türkiye’de zaten mevcut durumda usuller eksik yerine getiriliyor. Kızılay temsilcisinin bağımsız olduğu da tartışmalı bir durum. Bağımsız sivil toplum kuruluşları veya barolar olarak temsil edemiyoruz. Nedenini de bilmiyoruz. Biz mülteciler ülkelerine dönebilsinler istiyoruz. Ama koşulların sağlanması gerekiyor. Suriye’de kim kiminle savaşıyor, kaç ülke savaşıyor anlamıyoruz. Suriye’nin güvenli olduğunu söylemek mümkün değil” sözlerini kullandı.
 
Türkiye’de doğanlar için geri dönüş başka bir hak ihlali
 
Suriyeli mültecilerin geri gönderilmesi planının, iç siyasette tırmanan ateşi düşürmek için mi yoksa uzun süredir planlanan bir proje mi olduğunu bilemediklerini söyleyen Eda, sözlerini şöyle sürdürdü: “40 yaş altı ve Türkiye’de doğanların Suriye’ye ait anıları yok. Onu Suriye’ye götürseniz orada sorun yaşayacak. Kalıcı çözüm için adımların atılması gerekiyor. Burada yanlış siyaset izleniyor. Vatandaşlığa geçiş de mümkün değil, devletin daveti ile belirsiz bir seçme yönetimi ile vatandaşlığa geçiş yapılıyor. Yani isteyene İçişleri Bakanı davet edip kişinin beyanı olmaksızın vatandaşlığa alalım deniyor. Vatandaşlığa kademeli geçiş olarak dünyada örnekler var. Vatandaşlık veya vatandaşlığa yakın hukuki güvencelerin verilmesi çok önemli. Bunlara ilişkin adım atılmadığı gibi karmaşık hale getiriliyor.”
 
‘Belirsizlik bizden çok onları etkiliyor’
 
Mültecilere dair siyasetteki söylemleri kaygı ile yakından takip ettiğini kaydeden Eda, her seçim dönemlerinde panik halinin daha da arttığını dile getirdi. Eda, “Geçici koruma yönetmeliğinde diyor ki korumanın toplu halde sona ermesi cumhurbaşkanın takdirinde. Dönemin siyasal iktidarının iki dudağının ağzından çıkacak lafa bakıyor. Dolayısıyla da belirsizlik bizden çok onları etkiliyor” diye konuştu.