Kobanê Davası’nda Ayla Akat’tan kadın mücadelesi savunması

  • 12:55 3 Mart 2022
  • Hukuk
ANKARA - Sistemin alternatifini oluşturmak için mücadele verdiklerini söyleyen TJA Aktivisti Ayla Akat Ata,  “Hem kendimizi hem de toplumu değiştirme ve dönüştürme sorumluluğumuz var. Bu gerçeklikle 1990’lı yıllar kadınların kendisini sorguladığı yıllardır” dedi. 
 
DAİŞ’in Kobanê’ye yönelik saldırılarına karşı 6-8 Ekim 2014’te gerçekleşen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek aralarında Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları, Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de bulunduğu 22’si tutuklu 108 ismin yargılandığı Kobanê Davası’nın 10’uncu duruşması 3’üncü gününde Sincan Cezaevi Kampüsü’ndeki adliye salonunda devam ediyor.
 
HDP eski milletvekili ve Tevgera Jinên Azad (TJA) aktivisti Ayla Akat Ata, bir önceki oturumda kaldığı yerden savunmasına devam etti.  Savunmasında feminizme değinen Ayla “Geçmişten günümüze feminizmin dört ana dalga üzerinden şekilleniyor. Bu dalgalar feminizmin toplumdan kopuk değil tam da topluma iç içe olduğunu gösteriyor” dedi.  
 
Mee too hareketi
 
Feministlerin insanların temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayan her türlü politikaya karşı olduğunu vurgulayan Ayla, “Dördüncü dalga şuan içinde bulunduğumuz dönemdir. Kadınlar sosyal medya aracılığıyla cinsel şiddeti tacizi dile getiriyor ve bu bir şekilde yargıya ulaşıyor. Sosyal medyada yapılan tartışmalar yargının verdiği karardan dönmesine dahi neden oluyor. Kadınların yaşadığı her mekanda maruz kaldığı cinsel şiddeti dile getirmesi çok zordur. Ama kadınlar me too hareketiyle bunu dile getirdiler. Ben de cinsel şiddet mağduru kadınlarla buluştum. Gözaltında cinsel taciz ve tecavüze dahil bir hukuki yardım programının bir parçası oldum. O yüzden 1998’de başladığım bu çalışma yıllarca devam etti. Asker ve koruyucu faillerle yüz yüze kaldık, tehditler aldık ama bunu bırakmadık” şeklinde konuştu.
 
‘Ekolojik tahribat ekofeminizmle engellenebilir’
 
Dünya ölçeğindeki ekofeminizm hareketlerinde de bahseden Ayla, Hasankeyf sular altında kalmasın diye kadınların çok mücadele ettiğini anımsattı. Ancak buna engel olamadıklarını dile getiren Ayla, “Eğer sular altında kalmasaydı bacasız bir sanayi gibiydi. Kadınlar bunu söyledi ama karşılık bulmadı. Ekofeminizm konusu doğa ve kadının sömürüsüdür. İnsanların doğaya davrandıkları gibi kadınlara davrandıkları ifade edilir. Ekolojik tahribat ancak ekofeminizmle engellenebilir. Hem ataerkiye hem de doğayı tahrip eden her türlü çalışmaya karşı koyan bir harekettir” ifadelerini kullandı. 
 
‘Kadın kazanımları ulus devlet için tehdit’
 
Kadınları sesinin kamusal alanda duyurulması gerektiğini söyleyen Ayla, üçüncü dünya savaşının yaşandığı dünyada sadece erkeklerin konuştuğunu vurguladı. Dünyanın tamamının etkileneceği bir riskin olduğu süreçte kadınların sesini duyamadıklarına işaret eden Ayla, “ Uluslararası hukuk da tamamen erkek. Kadınların her türlü ayrımcılığın ortadan kaldıran sözleşme ve anlaşmalar yetersiz. Bağımsız ve özerk olan kadın kazanımları ulus devletler için bir tehdit” dedi. 
 
İstanbul Sözleşmesi
 
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına da değinen Ayla, sözlerini şöyle sürdürdü: “Sözleşmeden çıkma AİHM kararlarını tanımama çağdaş dünyayla bağını koparmak anlamına gelmiyor mu? İktidar giderek aşığı sağa çekilmiştir. Farklı din ve kültürde olan başka ülkelerde de çekilme tartışması başladı. İktidar aşırı sağ ve dinci desteğin karşısında insan haklarını gözden çıkarmıştır. Ama uluslararası belgelere bağlı olmalıyız, altına imza attıysak vatandaşa layık görmeliyiz. Uluslararası yargı açısından, biz buraya getirildikten 18 ay sonra AİHM iki önemli karar verdi. Ama AİHM kadınlar hakkında bir karar vermeyi aklının ucundan geçirmiyor. Ortaya koyduğu kronoloji kadınların dikkatinden kaçmıyor.”
 
’30 yıl önce yargılananların sözlerini aktarıyorum’
 
Bir önceki oturumda iddia makamının savunması için, “Savunmanın içeriğini kapsamayan konuşmalar yapılıyor” sözlerine de yanıt veren Ayla, “30 yıl önce yargılanan arkadaşlarımızın sözlerini aktarıyorum, umarım yaşanmaz ama bundan 30 yıl sonra sözlerimizi de birileri aktaracak. O yüzden söylediğimiz her şey savunmayı kapsar ve önemlidir” dedi. Ayla, dünya kadın mücadelesinden bahsederek, kongre ve mahkeme salonları doldurduklarını söyledi.
 
Parçalanmış cenazeler, kuyuya atılan cenazeler..
 
Hukuk fakültesini bitirdikten sonra insan hakları mücadelesine başladığını anlatan Ayla, “1990’larda gözaltına alındım. 1997’de mezun oldum 1998’de avukatlığa başladım. 1996’da gözaltına alındıktan sonra bir daha haber alınamayan bir çift vardı. İşkence edilerek Cizre’deki toplum mezarlığa gömülmüştür. Biz aileye ulaştık, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’nde teşhis yapıldı ama cenazeye ulaşamıyoruz. Ada parsel numarası belirtilmediği için bulamadık. Ölüm tarlası. Bir iki mezar açıldı ama tek ortak yönü hepsinin kafasına kurşun sıkılması. Elimizdeki dosyalardan altı ayrı aileye daha ulaştık ama cenazelere ulaşamadık. Parçalanmış cenazeler var, kuyuya atılan cenazeler var. Avukatlığa başladığım süreçte karşıma çıkmasından dolayı önemli. 2000’li yıllara gelene kadar cenazeler bulunamıyordu” diye belirtti. 
 
‘Kadınlar eşitlik anlayışının yaygınlaşmasını istiyor’
 
Kendi deneyimlerinden yola çıkarak kadın ve insan haklarına dair değerlendirmelerde bulunacağını söyleyen Ayla, kadınların sadece eşitlikçi yasaların çıkması için değil, yasa çıktıktan sonra değişikliklerin hayata geçmesi için de mücadele vermek zorunda olduklarına dikkat çekti. Binlerce yıllık geçmişi olan ataerkilliğin değişime direndiğini söyleyen Ayla, “ Bu nedenle radikal feministler, farklılığa dayanan bir eşitlik anlayışının yaygınlaşmasını istiyor. Ulusal ve uluslararası alanda yasal haklara kavuşmak ataerkiyi yok etmeye yetmese de önemli kazançlar olarak elimizde bulunuyor” ifadelerini kullandı. 
 
Toprağıma önderliğime sahip çıkıyorum kampanyası
 
 “Toprağıma, önderliğime sahip çıkıyorum” kampanyası kapsamında da hakkında dava açıldığını hatırlatan Ayla, “Ben barışa sahip çıkıyorum. Barış ortamı olmadan kadın hareketini dahi yürütmek mümkün değil. Kadına yönelik şiddetle mücadeleyi dahi yapamıyorsunuz. Kampanyamızı başlatırken, Türkiye’yi yönetenlere bunu duyururken, bunları söyledik” şeklinde konuştu. 
 
‘Geleneksel roller cesaretle çözümlenmeli’
 
Kürt kadınları olarak Türkiye kadın hareketinin bir bileşeni olduklarını ifade eden Ayla, şöyle devam etti: “Ama farklı bir gerçekliğimiz var. Kendi özgürleşmemizin peşinden giderken farklı zaman ve mekanlarda yaşananların izinde gidiyoruz. Egemenlik ilişkilerinin karakteri birbirine benzer. Bu nedenle erkek egemen mekanizmalarına karşı çıkmak için kendi içimizdeki egemenlik mekanizmalarını da sorguluyoruz. Erkek egemenliğini bir sistem olarak tanımlıyoruz. Bununla mücadelenin ön koşulu bunu anlamaktır. Kadın ve erkek için kabul edilen geleneksel roller cesaretle çözümlenmeli. Yoksa anlaşılmayan bir sorunun çözümü için harcanacak çaba beyhude olur. Cinsiyetçilik sadece kadınların çözüm arayacağı bir sorun değil, erkeklerin de tartışması ve çözüm üretmek için mücadele etmesi gerekir. Sistemin bir alternatifi için mücadele ediyoruz. Bunun için kadının da erkeğin de egemenlik ilişkisinin mikro alanı olan ailenin de dönüşümü için yol almaya çalışıyoruz.”
 
Hem kendimizi hem toplumu dönüştürme sorumluluğumuz var 
 
Kaba bir eşitlik özgürlük yaklaşımının doğuracağı sıkıntıları görmezden gelemeyiz. Sistem içinde yaşayan kadınlar ve erkekleriz.  Hem kendimizi hem de toplumu değiştirme ve dönüştürme sorumluluğumuz var. Bu gerçeklikle 1990’lı yıllar kadınların kendisini sorguladığı yıllardır. Hem ulusal hem de sınıfsal sorunlar eksenli kadınlar sokağa çıkmaya başlamıştır. Kürt olarak ezildiğini, sömürüldüğünü gören Kürt kadını, cinsiyetinden dolayı ezildiğini de görmüştür.  1999-2002 seçimleri kadınların kollaşmayla elde ettikleri statü, kadınların var oldukları tüm alanları etkilemiştir. Örgütlüyse geliştirmiş değilse sağlamışlardır. Eşitlik ve özgürlük anlayışının bilinçle bütünleştiği bu dönem Kürt kadın hareketinin ideolojik mücadele ve arayışını ortaya koymuştur.”
 
Duruşmaya bir saat ara verildi.