Hande Buse Şeker davası: Nefret suçunu içeren politik bir dava

  • 12:39 27 Kasım 2020
  • Hukuk
Melike Aydın
 
İZMİR - Hande Buse Şeker’i katleden polis Volkan Hicret davasında faile “kasten öldürmekten” verilen cezayı üst mahkemeye taşıyacaklarını söyleyen dosya avukatlarından Sena Yazıbağlı, "Başından beri bunun politik bir dosya olduğunu, kadına ve trans kadına yönelik nefret suçu işlendiğini söyledik. Haksız tahrik ve iyi hal indirimi almadı. Ancak asla yeterli değil. Bizler olması gerekeni talep etmeye devam edeceğiz” dedi.
 
İzmir Alsancak’ta 9 Ocak 2019 tarihinde trans kadın Hande Buse Şeker’i katleden polis Volkan Hicret’in yargılandığı davanın dün görülen karar duruşmasında faile “kasten öldürme” suçundan müebbet, “nitelikli cinsel saldırı” suçundan 21 yıl, “nitelikli yağma” suçundan 3 kez 5 yıl 6 ay, “yaralama” suçundan 2 kez 9 ay, “kişinin hatırasına hakaret” suçundan 2 yıl olmak üzere toplam 41 yıl hapis cezası verildi. Davaya müdahil olan İzmir Barosu LGBTİ Hakları Komisyonu avukatlarından Mevlüda Sena Yazıbağlı, mahkemeden çıkan kararı değerlendirdi.
 
‘Nefret suçunu içeren politik bir dosya’
 
Hande’nin katledilmesine dair detayları “şiddetin pornografisini oluşturmamak, Buse’nin annesinin kalp rahatsızlığının olması ve şiddet travmasını körüklememek adına” paylaşmadıklarını ifade eden Sena, 3 gün önce Hande’nin annesinin kalp krizi geçirerek hayatını kaybettiğini belirtti. Sena, “Başından beri bunun politik bir dosya olduğunu, kadına ve trans kadına yönelik nefret suçu işlendiğini ve maktulün durumunu niteliksizleştirmeye yönelik olduğunu söyledik. Bunu soruşturma aşamasından bu yana gerek dosyaya verilmeyen önem, saklanmaya çalışılması, olay yeri incelemelere avukatların dahil edilmemesi gibi süreçlerinde ama meslektaşlarımla süreci takipsiz bırakmadık” dedi.
 
‘Kamera görüntüleri olmasaydı böyle sonuçlanmayacaktı’
 
Failin TCK Madde 81’de açıklanan “kasten öldürme” suçunu değil, “canavarca hisle öldürme” suçunu işlediğini ifade eden Sena, failin Hande’yi ateşli silahla ağır yaraladıktan sonra ölüp ölmediği şüpheliyken Hande’nin arkadaşına karşı cinsel istismarda bulunduğunu belirtti. Sena “Bu dosya eğer o kamera görüntüleri olmasaydı bu şekilde sonuçlanmayacaktı. Aslında sanığın ‘ben nabzını ölçüyordum polise sesleniyordum dediği şeyin ne olduğunu görüntülerde gördük. Biz burada Hande’nin yaşıyor olduğunu düşünüyoruz. Ölmüş kişinin hatırasına hakaretten ziyade” diye konuştu.
 
‘Sonuç kamuoyunun desteği ile sağlandı’
 
Hande’nin eziyet çektirilerek katledildiğini, hukukta geçen “canavarca his” tanımından farklı olduğunu, Yargıtay Genel Kurulu Kararlarında ve başka içtihatlarda ise eziyet çekmenin karşıdaki kişiyi rencide etmek, acı vermek maksatlı gerçekleştirilen eylemler olarak belirttiğini kaydeden Sena, Hande’nin hala hayattayken arkadaşına istismarda bulunulmasının bir “tecavüz” ve “kasten öldürme” şekli olmadığını vurguladı. Sena, “Heyet aynı fikirde değildi. Kasten öldürmeden müebbet verdi neyse ki. Dosyada bu bir kazanımdır. Haksız tahrik ve iyi hal indirimi almadı. Ancak asla yeterli değil. Bizler olması gerekeni talep etmeye devam edeceğiz. Basın emekçilerinin bu dosyayı duyurmasının ne kadar önemli olduğunu, sivil toplum kuruşlarının verdiği destekle yani bizim sesimizin duyurulmasıyla ancak gerçekleşebileceğini gördük” ifadelerini kullandı.
 
Dava unutturulmaya çalışıldı
 
Davaya ilk duruşmadan itibaren kapalılık kararı verildiğini anımsatan Sena, hem sanığın bir polis olması hem de nefret suçunun işlenmesi ile büyük bir infialin gerçekleşmesi dolayısıyla dosya kapanırsa takip edenin de olmayacağının hesap edildiğini söyledi. Yunus polislerinden olan failin görev başında olmadığı için görevi kötüye kullanmanın gerçekleşmediğini ancak nüfuzunu kötüye kullandığını dile getiren Sena, “Bir keyfilik zorbalığı ve dayatmayı beraberinde getiriyor, erkeklik de erk de buradan geliyor” dedi.
 
‘Olay yerinde kolluk dayanışması’
 
Görüntülerde cinayet ihbarı alıp olay yerine gelen başka bir polisin çok rahatlıkla içeri girdiğini söyleyen Sena, şöyle devam etti: “Hande’nin ölüm korkusuyla yaşadığını o kamera kayıtlarında görüyoruz. Bir polis memuru cinayet şüphesiyle içeriye gidiyor. Bir kadın yerde yatıyor sanığın ellerinde silahı var ve polis memuru yanına gelip sırtına dokunarak görüşme gerçekleştiriyor. Diğer siyasi dosyalarda polislerin nasıl yaklaştığını biliyoruz. Burada bir kolluk dayanışması söz konusuydu en başta, mesele henüz bilinmemişken. Biz de bu nedenle soruşturma aşamasında bu dosyada ‘Polisin menfaat çatışması vardır. Bu dosyayı jandarma takip etmeli polisin el çekmesi gerekmektedir’ dedik ama talebimiz kabul edilmedi.”
 
Üst mahkemelere itiraz edilecek
 
Tanık olan trans kadınların mahkemelerde sanığın polis olması nedeniyle kendilerinin sokakta sıkıntı yaşayabileceklerini ya da ciddiye alınmayacakları korkusu ile ifade vermekten çekindiklerini sözlerine ekleyen Sena, istinaf mahkemesine itirazlarını gerçekleştireceklerini belirtti. Sena, “TCK 82-1/b maddesinden ceza verilmesi gerektiğine, nitelikli bir hal alması gerektiğine, ağırlaştırılmış bir hal alması gerektiğine ilişkin bir başvurumuz olacak. Daha sonra da 5 yılın üzerinde bir karar olduğu için Yargıtay’a gidilecek” diye konuştu.
 
‘Nefret saiki ile açılan dosya sayısı çok az’
 
Sena, nefret suçunun TCK 122’nci maddede tanımlandığını ancak yeterli olmadığını vurgularken, Türkiye’de nefret saiki ile yargılamanın yapıldığı çok az dosyanın olduğunu, savcıların bu maddeden dosya açmadığını ifade etti. İşe almama, işten çıkarma, yaralama, ev vermeme gibi nefreti barındıran fiilleri örnek gösteren Sena, “Maalesef gruplar daha kutuplaşmış durumda. Hatta ne yazık ki ayrımcılığa uğrayan grupların zamanla başka gruplara ayrımcılık yaptığını görüyoruz. Bu sanırım hukukçunun değil de psikoloji, sosyoloji anabilim dalı ile ilgilenen kişilerin konusunu oluşturuyor. Ceza kanunu anlamında nefret saikiyle işlenen suçlara çok itibar edildiğiyle karşılaşmıyoruz” ifadelerini kullandı.
 
İstanbul Sözleşmesi de çiğnendi
 
Türkiye’nin İngilizce metnine imza atarak taraf olduğu İstanbul Sözleşmesi’nin Türkçe çevirisi aynı olmasa da sözleşmenin Türkiye’ye “cinsiyet yönelimi ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı ile mücadele etme sorumluluğu” yüklediğini hatırlatan Sena, “Bizim dosyamıza gelene kadar bir trans nefretine ilişkin bir mücadele gerçekleştirmiş değil. Türkiye devleti hatta devlet bakanları, başbakanlar, diyanet işleri başkanları bilakis nefreti körükleyen tavırlar içerisindeler. Bizim davaya kadar zaten bu anlamda sözleşmenin uygulanmadığını söyleyebiliriz” diye ifade etti.
 
Sena son olarak “Dayanışma yaşatır. Daha çok yaşayacağız, mücadelemiz devam edecek. Daha mücadele etmemiz gereken çok alan var” mesajı verdi.