10 Ekim: 9 yıldır süren cezasızlık ve gizlenen sorumluluk 2024-10-09 09:02:08     Melek Avcı    ANKARA - Gar Katliamı dava avukatlarından Senem Doğanoğlu, 9 yılda devletin failliği yönünden birçok belge ve dokümanın dosyaya gelmeye devam ettiğini, ancak bombacılara eskortluk yapan tek bir kamu görevlisinin dahi yargılanmadığını söyledi. Senem, AİHM sürecini başlattıklarını belirtti.    Ankara'da 10 Ekim 2015 tarihinde Tren Garı Meydanı'nda gerçekleştirilmek istenen Barış Mitingi'ne yönelik DAİŞ tarafından yapılan saldırıda 103 kişi hayatını kaybetti, 20'si çocuk olmak üzere 500’den fazla kişi yaralandı. Gar Katliamı'nın üzerinden 9 yıl geçmişken, açılan davada 1 Temmuz'da karar çıktı. Ankara 4'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nde tutuklu sanıklar Yakup Şahin, Hakan Şahin, Resul Demir, İbrahim Halil Alçay, Hacı Ali Durmaz, Talha Güneş, Hüseyin Tunç, Metin Akaltın ve Erman Ekici'ye "insan öldürme" suçundan 101'er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi. Faillere ayrıca  "insan öldürmeye teşebbüs" suçundan da 379'ar kez 18 yıl hapis cezası verildi.    Mahkeme, Erman Ekici hakkında "insanlığa karşı suç"tan beraat kararı verdi. Firari sanıklarla ilgili dosyanın ayrılmasına karar verildi. “İnsanlığa karşı suç” yargılamasını reddeden ve tek bir kamu görevlisinin yargılanmasına izin vermeyen mahkeme bu süreçte gelen belgeleri ise görmezden geldi.     Avukat Senem Doğanoğlu,  8 yıllık yargılama sürecini değerlendirdi.   ‘İnsanlığa karşı suç’a beraat verildi    Gar Katliamı’nın 8 yıllık yargılama süreci sonrası mahkemenin “insanlığa karşı suç”tan karar kurmadığını söyleyen Senem, “Öncelikli olarak 2018’de tutuklularla ilgili bir karar verilmişti. Yargıtay, bir kısım sanık yönünden kararları bozdu ve onların yargılanması başladı. Fakat Türkiye tarihi açısından bir ilk olarak ‘insanlığa karşı suç’tan bir iddianame düzenlenmişti ve 2019’da düzenlenen bu iddianame gereği 5 yıllık süreçte ‘insanlığa karşı suç’ yargılaması sürdü. 1 Temmuz’da bir karar çıktı ve utanç meselesi olarak kayda geçmekte fayda var. Tabii ki bu bizim utancımız değil, ama bütün yargı mekanizmasının utancı olarak, IŞİD’li bir militanın ‘insanlığa karşı suç’ işlemediği, bu suçun unsurlarının oluşmadığı yönünde bir beraat kararı verildi. Aynı zamanda Yargıtay’ın bozma kararı gereği bir kısım beraat kararı daha verildi. Tamamı ile 10 Ekim Ankara Gar Katliamı’nın ‘insanlığa karşı suç’ olarak değerlendirilmemesi sonucu olarak diğer beraat kararları çıktı. Söz gelimi ‘mitinge gelmiş olan yurttaşların yaralanması gaz bombasıyla olmuş, bu nedenle IŞİD faillerinin onu öldürmeye teşebbüs etmesinden bahsedemeyiz’ denildi. Politik bir dava olmasa bile, içtihadın bu kadar zorlandığı başka bir dava bu zamana kadar çıkmadı” sözlerini kullandı.                                                                                                                               ‘İnsanlığa karşı suç’ tartışması    Beraat kararlarının verilmesiyle süreci istinafa taşıdıklarını ve temyiz yoluna gittiklerini belirten Senem, sonuçları bekleyeceklerini söyledi. Senem, “Esas olan tabii ki ‘insanlığa karşı suç’ ile ilgili beraat kararlarının verilmesinin hiçbir hukuki gerekçesinin olamayacağının altının çizilmesiydi. Ne yazık ki 2018’de yine ‘insanlığa karşı suç’la ilgili iddialarımızı ortaya koyduğumuzda mahkeme bunu kararlarında tartışmıştı ve bunun ‘anayasal düzeni ihlal’ olduğunu, 10 Ekim mitinginde olanların toplumun bir bütünü olduğunu ve topluma karşı işlendiğini, ama asıl olarak devletin anayasal düzeni ortadan kaldırmanın hedeflendiğini söylemişti. Mitinge katılanlar için ‘Bir bütünüz’ demişlerdi ama mitinge katılanlar için açılan davalar, 10 Ekim’in kendisinin nasıl kriminalize edildiği, üç gün sonra bir maçta katledilenlerin nasıl yuhalandığını hatırlamıyoruz sanki. Sonrası için söylüyorum, öncesi için ise bizim ‘insanlığa karşı suç’ tartışmasını yapmamızın en temel gerekçesi olarak, birincisi hukuk tekniği açısından böyle olması, ikincisi ise pek az insanlığa karşı suçun, devletlerin veya paramiliterlerin desteği olmadan işlenebilir olmasıdır. Dolayısıyla devletin sorumluluğu bağlamında da ‘insanlığa karşı suç’ tartışması yapıldı. 2018’de gerekçeler sıralandı ve bu beraat kararının gerekçesinde de mahkeme aynısını kopyalayıp almış durumda” diye konuştu.    Dünya DAİŞ’in eylemlerine soykırım derken Türkiye ne yaptı?   Dosyaya onlarca delilin gelmesine rağmen beraat kararlarının verilmesinin kabul edilemez olduğunu ve AİHM süreçlerini başlattıklarını söyleyen Senem, şöyle konuştu: “IŞİD’in uluslararası yargılamalara eylemleri belki konu olmadı ama ülkelerde yargılamalara konu oldu ve eylemlerinin artık soykırım, insanlığa karşı suç açısından tasnif edildiği bir dönemde, ‘insanlığa karşı suç’tan ‘hayır, böyle bir suç oluşmamıştır’ diye beraat kararı verilmesi kabul edilemez. İkincisi, bunu veriyorsanız da bari bir gerekçesini oluşturun; 2018 yılının gerekçesini 6 yıl sonra önümüze koymayın dedik ve istinaf yoluna başvurduk. Bir yandan da AYM kararı geldi. O da Kobanê Davası’nın karar gününde tebliğ edildi. AYM, birçok usulî gerekçeyle bazı başvurucular yönünden esasa da girerek, mülkiye müfettişleri raporu üzerine herhangi bir kamu görevlisinin yargılanmamasıyla ilgili yapılan AYM başvurusuna kabul edilmezlik kararı verdi. Bu gerekçeleri esaslandırmadan, tartışmadan bir ihlal yok kararı verdi ve AYM önünde de kamu görevlilerinin aklanmasının yolu açıldı. Bununla ilgili de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başvuru süreci geçen haftalarda tamamlanmış durumda.   TEM, istihbarat, emniyet bilgisi dahilinde katliam    Devletin kendi içindeki denetimsizliği, belgelerin saklanmasının önüne geçmiyor. Elimizde Mülkiye müfettişleri raporu vardı, 2016 yılında daha iddianame hazırlanmamışken, ne olduğuna dair savcılık tarafından bilgi verilmezken, gizlilik kararı vardı ve yaralılar ile katledilenlerin yakınları süreçten dışlanmıştı. Mülkiye müfettişleri, ‘IŞİD ile ilgili istihbarat var’ dedi. Temmuz’da Suruç Katliamı olmuş, 5 Haziran’da Diyarbakır’da saldırı olmuş ve IŞİD yapmış; katliamın intihar bombacısı Yunus Emre Alagöz ile ilgili istihbarat var. Dahası, Eylül 2015’te mitinge yönelik bir intihar bombacısının saldırı hazırlığında olduğuna dair istihbarat da var. Bu istihbaratlarla ilgili hiçbir şey yapmamışsınız. Üstüne üstlük, TEM amiri bu duruma değer vermemiş, ‘hepsi aynıydı benim için’ diyerek 14 Eylül 2015’teki bir mitinge canlı bomba saldırısı olacağına dair istihbaratı ilgili birimlere iletmemiş. Aynı zamanda Mülkiye müfettişleri sadece bunu değil, böylesine genel bir saldırı ortamında nasıl olur da siz herhangi bir önlem almazsınız? Dahası, canlı bomba eyleminin gerçekleştiği Gar’ın önünde o gün sadece 76 polisin görevlendirildiğini, polis görevlendirmesinin yakın zamanda AKP mitingindeki görevlendirmeyle kıyaslandığında çok daha az olduğunu belirtmiştir. Bizce bu bir ihmaldir’ dedi. ‘Ankara eski emniyet müdürü, TEM, istihbarat ve sırasıyla üst amirlerle ilgili soruşturma izni verilmeli’ şeklinde görüş belirten rapor elimizdeydi. Bu rapora rağmen Ankara Valiliği izin vermemişti. O izin olmayınca savcılık, kamu görevlileriyle ilgili kısmı kapatmıştı.”   İhbara ‘tamam’ demekle yetindi   Bu raporda aynı zamanda katliamı gerçekleştiren DAİŞ failleri yönünden bir izlemenin olduğunun da ortaya çıktığını dile getiren Senem, mahkemenin kamu görevlilerinin yargılanmasının önünü baştan kapattığını söyledi. Senem, “2019 yılında herhalde bu dosyanın en büyük skandallarından biri daha yaşandı; anayasal suçlar bürosuna, kimin tarafından bırakıldığı bilinmeyen 9 klasör dosya bankoya bırakılmıştı. Bu 9 klasörün içinden çıkanlar yargılamanın seyrini değiştirdi ve kamusal açıdan neyi bildiğimizi de değiştirdi, çünkü kimse ceza almadı. Klasörlerde şunlar deniliyordu: Antep Emniyeti’ne Nizip tarafından bir dosya yollanıyor ve deniliyor ki 30 Eylül’de bu katliamda canlı bombaları taşıyan araca eskortluk eden Yakup Şahin, yine IŞİD katliamlarında nakliye işini yapan Hüseyin Tunç’un Nizip’te yüklü miktarda amonyum nitrat aldığı ihbarı yapılıyor. Bu ihbar üzerine Nizip Emniyeti kişileri tespit ediyor ve ‘Antep’e doğru yola çıkmışlar, aman dikkat’ diyor. İhbarı yapan gübreci de şunu söylüyor: ‘Daha yeni 20 Temmuz’da bir katliam oldu, biz çok endişelendik, gübreyi de vermedik, haberiniz olsun.’ Şimdi ülkenin istihbarat kurumunun alarma geçmemesi sebebiyle failleri yakalamadığını, aynı zamanda failleri yakalamak istemediğini görüyoruz. Antep Emniyeti de sadece 'tamam' diyor ve 10 Ekim katliamı olduktan sonra ‘bizde de bu arada Yakup Şahin’le ilgili dosya vardı’ diyerek dosyayı yolluyor. Bu bilgilere sahip olduğumuz dönem 2020. Antep Emniyeti ‘ben bir şey yapmadım’ dedi, Ankara Emniyeti ise ‘bilgi bize erken gelmedi, geç geldi’ dedi. Savcılara kimse ‘siz bunu iddianameye niye koymadınız, bu değerlendirmeleri niye yapmadınız, dahası bu klasörleri niye sakladınız’ diye sormadı. Biz sorduk ve hepsinden takipsizlik, soruşturmaya yer yoktur kararları aldık” ifadelerini kullandı.    ‘Yargılamayı yapan ve bombacıyı izleyen aynı mahkeme’   Senem, tüm bu bulgulara rağmen tek bir kamu görevlisi hakkında yargılama yapılmadığını kaydederek şöyle konuştu: “Yakup Şahin’le ilgili gerekli adımları attık. Antep Emniyeti’ne suç duyurusunda bulunduk ve ancak 2024 yılında yıllardır peşinde olduğumuz bilgiye ulaşabildik. Aslında Antep Emniyeti, Yakup Şahin’le ilgili iletişim tespiti istemiş, yani onu izlemek istemiş ve önleyici istihbari nitelikte dinleme konusunda karar talep etmiş. Türkiye’de bu konuda yetkili tek mahkeme var, o da ne tesadüf ki Ankara 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi ve bu mahkeme izni vermiş. 7 Ekim’den itibaren Yakup Şahin’in telefonları dinlenmiş ve takip yapılmış. Dolayısıyla, katliamın 9’uncu yılına yaklaşırken, bu katliamın canlı bombalarını taşıyan araca eskortluk eden Yakup Şahin’in dinlendiğini ve takip edildiğini belgeledik. Ancak bütün bu olan bitenler, gelen belgelerin hepsi mahkeme huzurunda tartışılmasına rağmen, bu tartışmalar karara yansımadı. Hiçbir işlem yapılmadı, hiçbir suç duyurusunda bulunulmadı ve tek bir kamu görevlisi yargılanmadı.   ‘İnsanlığa karşı suç’tan yargılanacaklar   Ancak bugünden geriye baktığımızda, hepsi hakkında istihbarat bulunan, yıllardır cihatçı ve selefi örgütlerle ilişkisi olan bu kişilerin, Türkiye’deki kullanımları ve daha sonra 2011’de Suriye’de kullanımları üzerine büyük bir istihbarat birikiminin olduğu, Türkiye’de 30 Eylül itibarıyla 10 Ekim katliamı hazırlıkları açısından doğrudan fiziki takip ve gözetim altında oldukları durumu vardı. Bunlarla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi süreci, Anayasa Mahkemesi süreçleri devam ediyor; istinaf ve temyizde de başvurularımız var. Firarilerle ilgili yargılama da yeniden devam edecek. 9 yılın sonunda, devletin failliği konusunda daha farklı belgeler ortaya çıkmaya devam edecek, daha çok gerçek açığa çıkacak. Ancak kuşkusuz bir gün herkes, insanlığa karşı suçlar da dahil olmak üzere, kamu görevlileri ve militer IŞİD gibi örgütler de bu suçlardan dolayı yargılanıp ceza alacaklar."