Figen Yüksekdağ: Kobanê Davası insanlık davasıdır 2023-12-19 12:25:48     ANKARA - Kobanê Davası’nda konuşan HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, “O davanın savcısı da heyeti de hakimi de bizleriz, kadınlardır, gençlerdir, Alevilerdir, ezilen tüm halklar, inançlardır, emekçilerdir. Bu insanlık davasının yargılayanları, yargıçları bizleriz” dedi.   DAİŞ’in Kobanê’ye yönelik saldırılarına karşılık 6-8 Ekim 2014 tarihinde gerçekleşen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek, Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de aralarında bulunduğu 18’i tutuklu 108 kişi hakkında açılan Kobanê Davası, Ankara 22'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam ediyor.   Sincan Cezaevi Kampüsü’nde görülen duruşmada, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları, Tuncer Bakırhan, DEM Parti milletvekilleri, Ezilenlerin Sosyalist Partisi Eş Genel Başkanları Özlem Gümüştaş ve Şahin Tümüklü, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) Eş Başkanı Okan Danacı, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) ve Sosyalist Kadın Meclisleri (SKM) üyeleri, Halkevleri Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyesi Sevinç Hocaoğulları, Limiter-İş Genel Başkanı Kanber Saygılı Halkevleri MYK sevinç Hocaoğulları, yazar Fikret Başkaya ve Baskın Oran ile Danimarka, İsviçre Almanya elçiliklerinden gözlemci heyetler yer aldı. Ayrıca çok sayıda yurttaş da duruşmayı takip etti.   Kimlik tespitinin ardından dosyaya eklenen evrakların okunmasıyla başlayan duruşma HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın esasa dair savunmasıyla devam etti. Mahkeme heyetinin ve bir bütünüyle yargı kurumunun siyasetin bir maskesi olarak tanımlayan Figen, “Bize karşı maskeli bir yargılama yapıyor siyasi iktidar, yüzünü göstermeye cesaret edemiyor. Yüzünü gösterecek kadar kendisine güvenemiyor. Önceden de söyledim yine söylüyorum, yazık size HSK onların elinde, bizim için kurulmuş özel bir mahkeme bu. Sıkıyönetim mahkemesinden, DGM’den farkı yok. Bizim için hazırlanmış heyete ek heyet olarak yerleştirdiler” dedi.   ‘Namert ve kirli bir savaşla yüz yüzeyiz’   İktidarın siyasi hesaplaşma mücadelesini dürüstçe vermediğini dile getiren Figen, 7 yıldır “namert ve kirli bir savaşla” yüz yüze olduklarını ifade etti. “Dünya tarihinde ender görülen bir siyasi kırım ve soykırım operasyonla karşı karşıyayız” diyen Figen şöyle devam etti: Bugün bu Kobanê Kumpas Davası bu soykırımın parçasıdır. Bir dava adı verilen bu hukuk davasında hangi hukuk gerçekleştirildi. Hukukun gözünü kıra kıra bizi bu noktaya getirdiniz. Siyaset esnafları tarafından pazarlansın ve iktidar tarafından kullanılsın diye önceden yazılmış bir kararı okuyacaksınız. Bugün burada yüz yüze karşınızdayım ama emin olun ki sizin adaletinize güvendiğim için gelmedim buraya gözünüzün içine baka baka yüzünüze bakarak gerçekleri söylemeye geldim ama karşımda bir yüz var mı o tartışmalı. Bize bu yıkımı ve zulmü yaşatanlar hala büyük bir arsızlıkla bu zulme devam ederek bu operasyonu sürdürüyor.   ‘Kobanê Davası insanlık davasıdır’   “Kobanê Davası bir insanlık davasıdır” diyen Figen, tutsak siyasetçiler hakkında 38 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendiğini hatırlatırken, “O davanın savcısı da heyeti de hakimi de bizleriz, kadınlardır, gençlerdir, Alevilerdir, ezilen tüm halklar, inançlardır, emekçilerdir. Bu insanlık davasının yargılayanları, yargıçları bizleriz. Emin olun Kobanê Davası’nın, hak ve halk davasının gereğini yapmak için bugüne kadar nasıl mücadele ettiysek, bundan sonra da mücadeleye hesap sormaya yargılamaya devam edeceğiz” sözlerine yer verdi.   ‘Yargı şiddet mekanizmasına dönüşmüştür’   AKP iktidarının yargıyı bir aparat olarak kullandığına dikkat çeken Figen, “Yargı kurumları kimi isterse terörist ilan ediyor, tutukluyor, hapse atıyor. Tam anlamıyla bir şiddet mekanizmasına dönüşmüştür. Şiddet bir meşru müdafaanın ürünü değilse, şiddet çok rezalet ve karanlık bir kuyudur. Seni çeker, herhangi bir kurumu da şiddet aracı olarak kullanıyorsanız sizi çeker ve karanlık bir girdaba döner. Bugün yargının hali budur, şizofrenik bir mekanizmaya dönüşmüştür. Hukuk denilen kavramı size anlatmama gerek yok kaç yıl okudunuz. Hukuk denilen kavramın içinin boşaltıldığı bir yapıya dönüştürüldü. Bunları çıkardığınız zaman geriye sadece çıplak bir şiddet kalır. Mahkemeler kuruluyor, siyasi iktidar talimat veriyor savcılar jet hızıyla tutuklama kararı çıkarıyor. Ağır cezalar kesin hüküm vermekte birbiriyle yarışıyor. Özellikte toplumsal muhalefete böyle bir şiddet mekanizması olmuştur. Bir iktidar merkezi ve şiddet organı haline dönmüştür bu şiddet organı içinde her türlü pislik dönmeye başlar ve birbirine karşı çekilen silahlara dönüşür” ifadelerini kullandı.   ‘Kara mizah’   Figen şöyle devam etti: “Yargı şu an tam bir kıyım mekanizması. Hukuku katlediyor, insanların adalete olan inancını katlediyor ve yine kendi içinde bir yarışa giriyor. Heyet başkanın bir suç şebekesinin üyesi çıkması buna örnektir. Resmen kara mizah gibi. Ne pislik yapmak istiyorsanız dolandırıcılık için bile ‘ben MİT’e çalışıyorum’ diyor. Gerçek anlamda bakanla bir fotoğraf çektiğinde bir ayrıcalığa ulaşıyor. Devlet kurumları doğrudan bir çete yapılanmasının içine geçmiştir. 90’lı yıllardaki Susurluk süreci budur. Gerçek çok keskindi, devletin mafyalaştığı gerçeği önümüzdeydi. Birisine ceza mı vermek istiyorsun basıyorsun parayı veriyorsun. Yargı böyle işliyor. FETÖ borsası deniliyordu. FETÖ’cülerin nasıl bölündüğünü ve FETÖ borsasında nasıl tahliye satın aldığını iktidar temsilcileri söyledi biz söylemedik. Borsa diye adlandırılan çarklar kuruldu. Savcılar bugün otopark için avukatları dövdürüyor sırf kendi çıkarları için beklentileri için. Şimdi bu koşullar içinde yargıya güven nasıl olacak?”   İddianamede DAİŞ yok!   5 bin 267 sayfalık mütalaada DAİŞ isminin tek bir yerde dahi geçmediğini aktaran Figen, Türkiye’de son birkaç yıl öncesine kadar “hatırı sayılır” bir DAİŞ yargılamasının yapılmadığını ifade etti. Yakalanan DAİŞ çetesi üyelerinin savcılıklar ya da mahkemeler tarafından serbest bırakıldığını söyleyen Figen, “Mahkeme tarafından kazara tutuklansa bile tez zamanda tahliye ediliyor, beraat ettiriliyor. İstihbarat birimleri tarafından bilinen DAİŞ’liler yakalanıyorlar, gözaltına alınıyorlar, çeşitli biçimlerde ya savcılık aşamasında ya mahkeme aşamasında salıveriliyorlar. Bu zamana kadar siyasi iktidar IŞİD’e nasıl davrandıysa siyasi iktidarın güdümündeki yargı mekanizması da IŞİD’e öyle davrandı. Yargı mekanizması doğrudan siyasi iktidarın güdümünde tavrını planlıyor. Siyasi iktidar uzun yıllar IŞİD’i korudu kolladı. IŞİD doğrudan iktidarın kanatları altında palazlandı, Kobanê saldırısını da Türkiye sınırları içinde gerçekleştirdiği saldırıları da iktidarın çeşitli birimlerinin gözetimi altında gerçekleştirdi. Bu gözetim sırasında tek bir IŞİD’li sanık yargılanmadı. 2017 yılına kadar Türkiye, Uluslararası Koalisyona girene kadar IŞİD’i terör örgütü olarak görmüyordu. El Nusra’yı hala görmüyor ve ona bağlı kurumları hala görmüyor. Nasıl bir saflaştırma var? Eğer toplumu çürüten suçları işlemişsem, uyuşturucu kaçakçılığı, insan ticareti, kadın cinayeti, işkence suçları işleniyorsa, yargı mekanizması ve siyasi iktidar tarafından açık biçimde kollanıyor” diye belirtti.   ‘Kadın katilleri caydırıcı cezalarla karşı karşıya kalmıyor’   Yargıdaki cezasızlık politikasının sadece DAİŞ üyelerince sınırlı olmadığını dile getiren Figen, kadın katillerinin de cezasızlık ile ödüllendirildiğini aktardı. Katillerin iyi hal indirimlerinden yararlandığını belirten Figen, “Cinayet işlemeyi başaramamış, kadına saldırı, yaralamış, işkence etmiş sadece öldürmeyi başaramamış erkekler infaz indirimiyle akın akın bırakıldılar cezaevlerinden. Basit yaralamadan yargılanıyorlar. Bu memlekette adına yönelik şiddet suç değil zaten İstanbul Sözleşmesi iptal edildi, 6284 sayılı yasa tehdit altında. Onu da siyasi iktidar ortaklarına pazarlık, anlaşma ikramı olarak kullanma niyetinde. Kadına yönelik şiddet, kadın cinayeti işlemek bu memlekette caydırıcı cezalarla karşı karşıya kalmıyor. İnfaz düzenlemesinde kadına suç işleyen erkekler açık cezaevinden çıkıp yarım bıraktığı işi tamamladı. Böyle dehşet olayları yaratan, dehşet örgüsünü yaratan siyasi iktidarın zihniyetidir, o zihniyet paralelinde dizilmiş ve örgütlenmiş doğrudan iktidarın uzantısına dönüşmüş yargı mekanizmasıdır” sözlerini kullandı.   ‘Halk adına siyaset yaptığımız için…’   “Halk adına siyaset yaptığımız için yargılanıyoruz” diyen Figen, iddianamede azmettirici olarak yer aldıklarını ifade ederek, iddia edilen suçların faillerinin ise yargılanmadığına vurgu yaptı. Figen, “Çünkü Tayyip oradan çıkıp, ‘benim 41 Kürt kardeşimin katilleridir bunlar’ dediği için yapılmadı, yargılanmadı. Başka katillerin bulunması gerekiyordu. Siyasi iktidarın ve iktidarın başındaki şahsın işine gelen buydu. Siyasi hasmını, rakibini devre dışı bırakmak için kirli savaş yöntemlerine başvurmaktı en iyi yol. Bu davada sanık olması gereken Hizbullahçılar, iki yıl içinde daha öncesini saymıyorum bile ya Cumhurbaşkanı affıyla, ya yeniden yargılama kararlarıyla birer birer serbest bırakıldı, doğrudan cinayetten, katliamdan suçlu bulunmuş ve ceza almış insanlar. Yapmak istersen kılıf bol, kirli kılıflar çok, kılıfına uydurup serbest bırakıldı, tahliye edildi” dedi.   Dosyadaki kimi müştekilerin cinayet suçundan yargılanmaları gerektiğini aktaran Figen, “Bizim onlara hesap sormamız gerekiyor” dedi. Dosyada müşteki olarak yer alan ve fail olmasına rağmen serbest bırakılan bir korucuyu örnek veren Figen, “Parti taraftarlarımız Kobanê sürecinde yaşamını yitiren Kürt yurtseverlerin haklarına özgürlüklerine Kobanê halkına sahip çıkan, katledilen insanlar hakkında yürütülmüş ceza davaları yok bugün. Bu koşullar içinde bu dosyayla bu gerçeklikle muhatap oluyoruz. Öyle bir manipülasyon ve provokasyon mekanizması işliyor ki başladığı yerde durmadı. Bu yargılama da Kobanê manipülasyonunun devamıdır. Kobanê’nin provoke edilmesi, bizlere karşı işlenmiş bir suçtu. Bugün 9 yıl öncesi olaylardan yola çıkarak bu davaların açılması, cezaların istenmesi manipülasyon ve provokasyonun devamıdır. Bize karşı kumpas düzenleyenler, yargıyı kılıç olarak kullananlar kendi taraftarlarını, toplumu, yargı mekanizmasını çürütecek insanların el birliğiyle sokağa, üzerimize salıyorlar” diye ifade etti.   ‘Yozlaşmanın nedeni iktidardır’   Figen, beyanlarına şu sözlerle devam etti: “O kadar içinden çıkılmaz duruma geldik ki. Yozlaşma sorunundan bahsediliyor, En çok bahseden de siyasi iktidardır. Bu yozlaşmanın sebebinin kendileri olduğu gerçeğini örtmek için yine sağda solda sorun ve müsebbip aramaya çalışıyorlar. Sağa sola çamur atmaya çalışıyorlar. Siyasetin bu kadar çürüdüğü yerde yozlaşmanın olmaması düşünülebilir. Savaşın bu kadar arttığı, insanların bu kadar yoksullaştığı koşullarda yozlaşmanın gelişmemesi düşünülebilir. İnsanlar çok büyük bir çaresizlikle yüz yüze. Bize karşı savaşın bedelini tüm Türkiye halkları ödedi. Milliyetçi hareketle teröristler ile savaşıyoruz yalanlarıyla toplumu kutuplaştırdılar, Bir kesimi bize karşı hale getirdiler. Bu toplumun bütün haklarını elinden aldılar. Bu toplumun tutacak dalı kalmadı. Yoksulluk almış başını gidiyor. Bu memlekette yapılan en büyük yatırım savaş yatırımı ise, yoksulluğun gelişmemesi düşünülemez ki. Bizlere karşı sergilenen siyasi tasfiye operasyonunun doğal ve kaçınılmaz sonuçlarından biri yaşanıyor. Toplum ekonomik olarak, değerler yapısı olarak dibe vuruyor. Bununla birlikte yozlaşma, bıkkınlık, sosyal dinamiklerini yitirme durumu yaşanıyor. Bu zamana kadar sergilenen baskı ve şiddet politikasının, korku yayma politikasının sonucu toplumun damarlarının kesilmesidir.”   ‘Toplum açlıkla ve savaş politikalarıyla terbiye ediliyor’   Türkiye toplumunun savaş politikaları ve açlıkla “terbiye edildiğini” vurgulayan Figen,  “Bugün Türkiye toplumunda çok önemli bir kesim işsiz kalmamak için, o kadar büyük saygısızlıklar hakaretlere maruz kalıyor ki bu bir toplumun onursuzlaştırılmasıdır. Bugün bir kadının yaşamını idame etmesi için hakaretleri kabul etmek zorunda kalması büyük bir saldırıdır. Böyle psikolojik bir şiddetle karşı karşıyayız” sözlerine yer verdi.    ‘Hak mücadelemizden bahsedeceğim’   “Yargının içinde bulunduğu bu toplam tabloda gerçek bir hukuk ve adaletten bahsetmek imkansızdır. Hak mücadelemizden bahsedeceğim” diyen Figen, tüm Türkiye ve Kurdistan halklarının, kadınların ve ezilen tüm kesimlerin haklarını korumak için savunma yapacağını ifade etti. Figen şunları dile getirdi: “Kobanê bir halk ve hak davasıdır. Halkların bir direniş davasıdır. Dayanışmanın tel örgüler ve sınırlarla biteceği sanılan bir kardeşlik davasıdır. Bu davanın savcısı da yargıcı da bizleriz. Hesap vermesi gerekenler de sizlersiniz. Bizler hesap verenler değil hesap soranlar olabiliriz ancak. Bizim alacağımız çok. Bizler ezilenlere yasak sayılan hakları kazanacağız ve alacağız. Hayatta her şey sözle başlar, bazen kutsal kitaplar ‘oku’ der, bazen ‘konuş’ der. Tüm kutsal kitaplar doğru sözü hak sözü iletmek için aracılar kılar. Tarihten bu yana herkes doğru söz arayışındadır. Bizler de bu tarihten ve gelenekten gelen insanlarız. Geçmiş sadece geçmiş değil, birikimdir, tüm hak mücadelesini geçmişten gelenlere birleştiririz yeter ki adalet, özgürlük ve ezilen halklar için kurulan sözler olsun, bizim birikimimizin parçasıdır. Eğer insan düşünen bir varlıksa düşündüklerini ifade etme hakkına da sahiptir. Söz hakkı en temel ve bu evrenin en öncelikli hakkıdır. Siz bize sözümüzün hesabını soramazsınız. Sadece siz değil hiç kimse soramaz, hiç bir kral, hiçbir iktidar soramaz. Biz söz hakkını sizden değil, insanların tarih boyunca verdiği mücadele ve birikimden aldık. Bu söz hakkı nice kıyım ve mücadele sonucu ortaya çıkmıştır. Biz sözümüzün gereği için kurmak istediğimiz yaşamı savunduğumuz için size hesap vermeyiz. Bizim söz hakkımızı yargılamaya çalışıyor ve müdahale ediyorsunuz” diye konuştu.   ‘Memlekette ifade özgürlüğü yok’   İfade özgürlüğünün hiçe sayılarak gerçekleştirilen bir yargılama yürütüldüğünü belirten Figen, “Biz bu müdahaleyi tarihin hiçbir dönemi kabul etmedik etmeyeceğiz, söz hakkımız yine sözümüzü sakınmayarak kullanacağız. Bu sadece Figen Yüksekdağ’ın, DEM Parti’nin ya da HDP’nin söz hakkı değildir. Milyonların sözü ve hakkıdır. Bu hakkı bizi seçen ve bize görev veren bize emanet eden milyonlardan aldık. Bu hakkı size hiçbir zaman ezdirmeyiz. Kobanê yargılaması adı altında yapılar budur. Söz hakkı terörize edilerek yapılan bir yargılamadan bahsediyoruz. Bu memlekette söz ve ifade özgürlüğü yoktur. Bu iktidarın en büyük düşmanı söz ve düşüncedir çünkü kendisinde olmadığı için bize karşı az bir cephane ile mücadele edemiyor. Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar sözün bizim nezdimizde çok büyük bir değeri vardır” dedi.   ‘Sözümüzü zalim iktidar karşısında esirgemedik’   Figen devamında şu ifadeleri kullandı: “Bu zamana kadar aktif siyaset yürütürken halkın bizden beklediği temel şey şuydu: ‘bizim düşüncelerimizi bilin, anlayın ve tercüman olun. Biz de bunu yaptık. Bütün ezilenlerin halkların sözünü bu zalim iktidar karşısında esirgemedik. Bir Meclis kürsüsü olabilir bir mahkeme kürsüsü de olabilir. Aynı sözleri her yerde bugün de söylüyorum. Biz sözümüzün niteliğini içeriğini hiçbir zaman bozmadık, yitirmedik. Sözümüze ihanet etmedik. Bugün bize bu mahkeme sözünüze ihanet edin diyor, çok beklersiniz. Daha çok bekleyeceksiniz. Biz sözümüze sadık kaldık. Bundan sonrada sözümü saptıracak ve çarptıracak bir zihniyette olmadığımızı onlar da çok iyi biliyor.   Söz hakkı ve ifade özgürlüğünün eylem ve örgütlenme ile de doğrudan bağlantısı vardır. Bizler siyasetçiyiz, söz ve düşünce bizimi için sadece seste kaldığı kağıtta kaldığı sürece anlamına kavuşmaz. Önemli olan bunu pratiğe dönüştürmektir. Siyasetçi olmak bunu gerektirir, yaşama geçirme dinamiklerinin üretilmesiyle ilgilidir. Bizler de sözümüzün gereği olarak düşüncemizi ve siyasetimizi örgütlüyoruz. Bu da doğrudan örgütlenme ve faaliyet yürütme ile bağlantılıdır. Bugün bu hak da çok büyük bir saldırıyla karşı karşıya dün HDP’ydi, bugün DEM Parti. Devam ediyoruz ama çok ağır bedeller karşısında bunlar gerçekleşiyor. DEM Parti hiçbir zaman siyasi olarak özgürce örgütlenme alanına sahip olmadı.”   Toplumu kutuplaştırma çabası   Halkın örgütlenme kanallarının ağır bir saldırı altında olduğunu kaydeden Figen, baroların bölündüğünü anımsatırken, “Topluma karşı savaş yürüten, yeni yeni cepheler açan ve bu yolla da örgütlülüğünü bölmeye çalışan bir iktidar projesi. Örgütlülüğü bölmeye çalışıyor ve kutuplaşma yaratıyor. ‘Avukatlar başınızın çaresine bakın’ diyor, bundan nasıl bir meslek örgütü çıkar? Bununla ilgilenmiyorlar. ‘Ben böldüm kolunu kanadını kırdım, bundan sonrasını onlar düşünsün’ diyor. Yakın zamanda TTB’ye yine operasyon yapıldı, yönetime kayyum atandı. Değerli Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, değerli arkadaşlarımız yakın zamana kadar kapatma davasıyla yüz yüzelerdi. Kadınların bu kadar kitlesel ölümle bir cins kırımıyla karşı karşıya kaldığı bir memlekette bir kadın örgütü var, kadının hayatını, yaşamını, savunmak için onu durdurmak için kurulmuş bir kadın örgütüne kapatma davası açıyorsunuz. Bu ne demektir? Ölün! ‘Yaşayanlar da örgütlenmesin, sürünsün’ demektir. Örgütlenmek isteyen kadınlara siyasi iktidarın reva gördüğü yaklaşım budur. Siyaset, siyasi partiler bakımından da tipik olarak partimizin yaşadığı tablodur.   ‘Ateş altında çalışma yürüttük’   HDP’nin bir siyasi soykırım operasyonu ile karşı karşıya bırakıldığına dikkat çeken Figen, “HDP tarihin bildiği bir parti faaliyeti yürütmemiştir, gerçekten ders kitaplarında konu olur, bölüm olur HDP’nin tarihi, Kürt siyasi partilerin tarihi, DEM Partinin tarihi. Böyle bir imkansızı nasıl başardığı ders olarak okutulması gerekir. Yarın öbür gün belki geç olacak. 7 Haziran seçimlerinde 6 buçuk milyon insan oy verdi ve biz hiçbir zaman örgütlenme hakkına sahip olarak başaramadık bunu. Ateş altında örgütlenme çalışması yürüttük. Saldırı, kurşun yağmuru, gaz bombaları altında siyasi parti faaliyeti yürüttük. Bir tane basın açıklaması ya nedir, bir metni alırsın eline okursun, birkaç slogan atarsın, bu kadar basit bir düşünceyi eyleme dönüştürme hareketi, refleksi ağır saldırılara neden oluyor” şeklinde konuştu.   ‘Bu halkı bizler savunacağız’   Örgütlenme haklarının güvence altında olmadığını ifade eden Figen, Yargıtay’ın Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin kısa ismine dönük aldığı karara atıfta bulunarak, “Bu dahi örgütlenme özgürlüğüne dönük darbenin kesintisiz devam ettiğini gösteriyor. Sadece DEM Parti’nin siyasi tüzüğüne yönelik olarak değil, alanlarda, sokaklarda yerleşim alanlarında sürdürülmesine karşı da yoğun saldırılar gerçekleştiriliyor. Bunların her biri bizim sözümüzün ve sözümüzün gereği olan düşüncemizin, hareketimizin, örgütlenmemizin ne kadar değerli ve ne kadar her koşulda savunulması gereken bir gerçek, hakikat olduğunu gösterir. Söz bizim programımız, bizim düşüncemiz, ideallerimiz yani davamız bir bütün olarak, bizim özümüzdür bizim hak alanımızı tarif eder, bütün Türkiye halklarının hak alanını tarif eder. Ve bu halklar nerede bir saldırıyla karşı karşıya kalırsa kalsın, nerede hangi saldırı enstrümanıyla karşı karşıya kalırsak da en başta bizler savunacağız bu halkları” diye konuştu.    Duruşmaya 13.20’ye kadar ara verildi.