Sebahat Tuncel: Demokratik özerklik Kürt sorununu çözer 2023-12-13 13:06:47     ANKARA - Kobanê Davası’nda savunmasını sürdüren DBP eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, demokratik özerklikte ısrarcı olduklarını ifade ederek, “Demokratik özerklik, yerel demokrasi tartışıyoruz ve siz bunu önümüze suç olarak koyuyorsunuz ama bugün dünya bu sistemi konuşuyor. Biz böyle yönetmek istiyoruz. Bu kürsüde de bunu savunuyoruz. Demokratik özerklik Kürt sorununu çözecektir. Halk kendi kararlarını verecek” dedi.   DAİŞ’in Kobanê’ye yönelik saldırılarına karşılık 6-8 Ekim 2014 tarihinde gerçekleşen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek, Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de aralarında bulunduğu 18’i tutuklu 108 kişi hakkında açılan Kobanê Davası’nın 45’inci duruşması,  Ankara 22'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam etti.   Sincan Kapalı Kadın Cezaevi’nde tutulan bir kısım siyasetçi duruşma salonunda hazır bulunurken, bir kısım siyasetçi de mazeret bildirerek katılmadı. Ayrıca, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Hukuk Komisyonu, Amed milletvekili Sevilay Çelenek, Kars milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit,  HDP Eşbaşkanı Sultan Özcan, Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi avukatların yanı sıra tutsak yakını aileler ve izleyiciler de duruşmada yer aldı.   Kimlik tespitinin ardından dosyaya eklenen evrakların okunmasıyla başlayan duruşma, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel’in savunması ile devam etti.   Kürt sorununda İngiltere’nin rolü   Türkiye’de Kürt sorununun çözülmeden demokratikleşmenin mümkün olmadığını belirten Sebahat, “Bugün Kürtlerle yan yana gelmek dahi problem” diyerek bugünkü savunmasını bunun üzerine yapacağını söyledi. İngiltere’nin bugünkü Orta Doğu sorunda tarihsel olarak başrol gösterdiğini ve tarihsel sürece değinen Sebahat, “Ortadoğu’da Kürtlerin ve Kürdistan coğrafyasının stratejik önemi vardır. Bunu Türkiye ve bütün dünya biliyor. Bugün Orta Doğu’da bir Kürt sorunu varsa, bunda tarihsel rol oynayan İngiltere’dir. İsyanların başını İngiltere çekmiştir. Bugün kurulan Türkiye’de rolü vardır. İngiltere, İsrail, ABD hegemonyasının üçlü koalisyonunun Türkiye üzerinde baskı rolü ortadadır” dedi.   ‘Esas amaç AKP’nin aklanmasıdır’   Mahkemenin müşteki olan AKP iktidarının tarafını tuttuğunu söyleyen Sebahat, “Bu dava yeni bir dava değil, tarihteki anti-Kürt davalarından biridir. Mahkemeniz bu doğrultuda kurulmuştur. Mahkemeniz, AİHM kararlarını, siyasi parti kararlarını yok saymış ve hukuksuz hareket etmiştir. Esas amaç maddi gerçeği ortaya çıkarmak değil, gerçeğin gizlenmesi, siyasi iktidarın Kürt düşmanı politikalarının sürdürülmesi, AKP’nin aklanmasıdır.  AKP’nin davaya taraf olması mahkemeyi hukuksuz kılmaktadır ve mahkemeniz müştekinin bir tarafıdır. Heyetin uygulamalarından da bu bellidir. Kullanılan yöntem ve usul, esas uygulamalar çok önemlidir. Türkiye’deki hukuk sisteminde esas olan tutuksuz yargılama iken siz kullandığınız yöntemle özgürlüğümüzü elimizden aldınız. Hedefiniz toplumsal barış ve demokratik ilkelerin uygulanması mı yoksa barış, adalet, kadın hakları, anti-kapitalist yaşam için mücadele edenleri iktidarın yolunun önünden çekmek midir?” diye sordu.   ‘OHAL koşullarında bağımsız yargılama olamaz’   İddianamenin hazırlandığı ilk andan itibaren yargılamanın amacının ortada olduğunu kaydeden Sebahat şöyle konuştu: “Bu davanın kumpas olduğu her aşamada ortaya çıkmıştır. 15 Temmuz bahane edilerek Türkiye uzun süredir OHAL ile yönetilmektedir. Delilleri araştırmadan davayı yönetmek bir polis devleti olduğunuzu tekrar ortaya koyan bir göstergedir. OHAL koşullarında bir bağımsız-adil yargılama söz konusu olamaz, ki Kürtler için davalar hep böyle yürütülmüştür. Tutuklu yargılanmamızı kim istiyor siyasi iktidar istiyor, tutukluluk süresi bitmesine rağmen hala kurala uymuyorsunuz ve tahliye etmiyorsunuz. HDP’lilerin dışarı çıkmaması gerekiyor bütün amacınız budur. Bu ısrarın başka anlamı var mı, yok. Yasalar Kürtlerin yasal haklarını korumak şöyle dursun, anayasal haklarını kullandıkları için tehdit altında bırakılıyor, tutuklanıyorlar. Nitekim Gezi Davası’nda da, Şebnem Korur Fincancı ve Can Atalay davasında da bu böyledir. Kim muhalif ise tutuklanıyor. Türkiye mahkemelerinde yapılan yargılamalar hukuki değil,  iktidarın çıkarlarını korumak için yapılmaktadır. Bu davada yer alan ‘dosyalardaki sanıkların yargılanması gerekiyor’ beyanı dahi maddi gerçekliğin ortaya çıkarılmasının hedeflenmediği ve adil yargılamanın önünde engel oluşturulduğunu gösteriyor.”   ‘Hukuk iktidarı koruma biçimine dönüştürülmüştür’   İlk hukuk düzeninin sermayenin korunması için inşa edildiğini dile getiren Sebahat, tarihsel ve toplumsal deneyimlerin şimdiyi okumakta önemli olduğunu kaydetti. Sebahat, “Bugüne kadar ezilenlerin ve kadınların tarihi yazılmamış, egemenlerin tarihi yazılmıştır. Kapitalist sistemle birlikte bilim de güç ve sermayenin hizmetine sokulmuştur. Sorun çözen bilim merkezleri yabancılaşma ve hegemonya merkezleri olmuş. İktidarlar suç ortakları olmuştur. İktidarın çoğalmasıyla bilim daha da parçalanmıştır. Buradan hukuk fakülteleri de nasibini almıştır. Hukuk toplumu dizayn etme ve iktidar, sermaye koruma biçimine dönüştürülmüştür. Kanunlar karşı çıkarılması imkansız hale getirilmiş ve iktidarı sürdürme aracına getirilmiştir. Çıkarlar söz konusu olduğunda yasalar uygulanmayabilir, tıpkı sizin yaptığınız gibi bir hal almıştır. Siyasi iktidar ve onun küçük ortağının açıklamaları yasa yerine geçmekte ve bu doğrultuda insanlar gözaltına alınıp, tutuklanmaktadır. AYM ve temel hukuk kurumları anayasayı uygulamak yerine siyasi iktidarın atadığı kişiler tarafından verilen kararların merkezi olmuştur. İktidar bloğu AİHM kararları kendi çıkarlarına uygun ise uyguluyor. Sizin mahkemeniz de 37 insanın yaşamına mal olanları açığa çıkarmak yerine başka bir şeyin peşine düşmüştür: Kürt siyasetçileri yargılama” sözlerini kullandı.    ‘Özgürlük halkların sorunudur’   Erkek egemenliğinin ve kapitalizmin olduğu her yerde köleliğin olduğunu ve özgürlüğün düşünülemeyeceğini dile getiren Sebahat sözlerini şöyle sürdürdü: “Bugün Kürt halkına dayatılan özgürlük değil bunun önüne engel koymaktır. Özgür bir halk ve toplum olma olanakları elinden alınmaktadır. Özgürlük sadece Kürtlerin değil, Türklerin ve diğer halkların da sorunudur. Birlikte yaşadığımız toplumun, bireylerin özgürlüğü yoksa biz de özgür değiliz. Çoklu kimlik, bireylerin kendini içinde bulacağı bir yaşam örgütlemek ve inşa özgürlüktür. AKP insanlara kölelik dayatmakta ve Kürtlerin, ekolojinin, halkların iktidarın hedefinde olmasının temel sebebi budur. Tekçi otoriter, faşizan, Kürt düşmanı politikaları bu ülkeyi bölmektedir. Tek dil, tek, inanç, tek millete dayalı ulus devlet sistemi aşılmadığı sürece sorunlar çözülmeyecektir. Sömürgeleştirilip bağımlı hale getirilen bir çevre demokrasinin yapısını da belirlemiştir. Günümüzde hem ulus devlet hem kapitalist sistem toplumun ihtiyaçlarına cevap verememektedir. Dünyanın her yerinde mevcut sisteme yönelik bir değişim ve özgürlük, adalet arayışı var. Gerici faşist hareketlerin eğilim kazandığı bu dönemde, 14 Mayıs seçimlerinde toplumun değişim isteği de açığa çıkmıştır.   ‘Merkezileşmenin adı ölüm demek’   Demokraside sistemin önemi kadar, kuvvetler ayrılığı da çok önemlidir. Bugün yasama, yürütme, yargı iktidarın elinde toplanmıştır. Demokratik özerklik, yerel demokrasi tartışıyoruz ve siz bunu önümüze suç olarak koyuyorsunuz ama bugün dünya bu sistemi konuşuyor ve merkezileşmenin sorunlarını tartışıyor. Biz katılımın toplum için önemini savunuyor ve bunun Kürt Sorununun çözümünde de önemli rol oynadığını söylüyoruz.  Biz açık açık her yerde bu tartışmaları yürüttük. Kadın sorununda, Kürt sorununda hayati bir sistemdir ama siz bizi ‘terörist’ olarak adlandırıyorsunuz. Biz böyle yönetmek istiyoruz. Bu kürsüde de bunu savunuyoruz. Programımızda da yazıyor, demokratik özerklik Kürt sorununu çözecektir. Halk kendi kararlarını verecek, merkez değil. Dünya bunu tartışıyor. Bunun için cezalandıracaksanız, buyurun cezalandırın biz bu programımızdan vazgeçmiyoruz. 6 Şubat depreminde merkezileşmenin sorunlarını gördük, Tayyip Erdoğan emir vermedi diye yardım gitmedi. Merkezileşmenin adı ölüm demek. Bunu gördük.”   Finans kapital ve toplumsal çürüme   Kapitalizmin girdiği krize ve işçiler üzerindeki etkiyle birlikte toplumsal örgütlülüğü yok ettiğine değinen Sebahat, iktidarın işçiler üzerindeki baskı ve hak gasplarından bahsetti. Sebahat, kapitalizmin getirdiği krizin bugün her alanda toplumsal çürümeyi doğurduğunu belirterek, “Batı Avrupa merkezli kapitalist modernite sistemi hegemonyası kendini küreselleştirerek sürdürmüştür. Ulus devlet de kapitalizmin hegemonik zaferidir. Paranın egemenliği ve tanrısallaştırılması finans kapitalizmin bir sonucudur. Para toplumla ilgili her şeye hükmeden bir hale dönüşmüştür. Finans kapitalizmin geldiği süreç toplumun çöküşüyle eş zamanlı ilerliyor. Bakın son zamanlarda kara para aklamalar, sarayın ağırladığı fenomenlerin tutuklanması bu yozlaşma ve çürümenin ürünüdür. İktidar insanları kullandıkları kadar kullanıp daha sonra kenara atmaktadır. Bu sistem toplumun ahlaki değerlerine ters düşmektedir. Kapitalizm kendisini topluma kabul ettirmek için bütün felsefi ve düşünce araçlarını kullanmıştır. Finans kapital ulus devlet üzerinden yükselirken, açlık, işsizlik ve kaotik bir düzeni yaratmaktadır. Dünya çapında kapitalizm bunalımı Türkiye’de kendini beyaz Türk faşizmi olarak ortaya koymuştur. Başta Kürt kimliği olmak üzere tüm hak ve özgürlük hareketlerine karşı komplocu beyaz Türk faşizmi gelişmiştir” diye konuştu.   ‘Çözüm masasının devrilmesi AKP’nin politikaları sonucudur’   Sebahat, “12 Eylül faşist askeri darbesine böyle bakmak gerekir” diyerek, darbe sonrası AKP’nin kuruluşuna da böyle bakmak gerektiğini ifade etti. Sebahat sözlerini şöyle sürdürdü: ”Türk-İslam-ulus devleti temel çıkış politikası olmuştur. AKP’nin ortaya çıkışı tesadüfi değildir. Bu eksende sürekli dilinden düşmeyen ‘yerli ve milli’ söylemi kendi tarihi gerçekliğini, ortaya çıkışını saklama sloganıdır. Türkçü, İslamcı ve tekçi merkezi politikası etrafında yükselmiştir. Sayın Öcalan ile görüşmeler sürerken ve Dolmabahçe mutabakatından sonra masanın devrilmesi de bu tekçi politikasıyla ilgilidir. Sayın Öcalan’ın barış için uğraştığını ve çözümden yana olduğunu daha öncede ortaya koymuştum. Bu barış talebinin kim tarafından bitirildiğini de belirtmiştim.”   ‘AKP’nin hedefi Kürt siyaseti tasfiye etmek’   Çözümü bitirmeye ilişkin çokça girişimler de olmuştu. Örneğin Sayın Öcalan çözüm sürecinde Paris’te üç devrimci kadın Sakine, Leyla ve Fidan’ın katledilmesini çözüm sürecini bitirmek olarak okumuştu ve Tayyip Erdoğan, Urfa’da ‘bunu FETÖCÜLER yaptı’ demişti. Buna rağmen çözüm süreci devam ettirildi ve diyalog sürdü,  ta ki masa devrilene kadar. Süreci boğmak isteyen güç odakları ise açığa çıkarılmadı. AKP 2002’den bu yana süreci bozmak ve çöktürme planını uygulamak için hareket etmiştir. 2006 yılında Sayın Öcalan ile görüşmeler yapılsa da AKP’nin hedefin çözüm olmadığı ve Kürt siyasetini tasfiye etmek olduğu açığa çıktı. AKP ve uluslararası güçlerin çıkarına olmadığı için Kürt sorunu çözüme kavuşturulmamıştır ve bugün burada süren Kobanê Davası bunun sonuçlarından biridir. Çağdaş Kürt gerçekliğine karşı yürütülen 200 yıllık savaş bugün Cumhur İttifakı eliyle soykırımcı bir yöne doğru evirilmeye çalışılıyor   ‘Mücadelenin olduğu yerde başarılı olamayacaklar’   Çöktürme planları, kayyım siyaseti, kapatma davası ve binbir emekle oluşturulan kurumların tasfiyesi bu politikalarının sonucudur. Kürt kimliğini inkar ederek imha ve asimilasyon politikaları istenilen sonucu vermemiştir. Kürtler bu politikalara karşı direniyor ve mücadele ediyor. Mücadele ve direnişin olduğu yerde AKP ve küçük ortağının başarılı olması mümkün değildir.  Bu politikaların toplumu getireceği nokta, savaş ve çatışma ortamıdır. Kim ölümden yana kim yaşamdan yana, kim savaştan kim barıştan yana? Ne yapacaksınız 35-40 milyon insanı?  Birlikte yaşayalım diyoruz parti kapatıyorsunuz, belediyelere el koyuyor, vekillerini tutukluyorsunuz. Ben buradan yine bir çağrı yapıyorum Ortadoğu’da yeni bir düzen kurulurken neden Kürt-Türk barışı ile girmiyoruz. Kürtler barışa hazır ama iktidarın bu faşist karakterinin değişmesi gerekiyor. Cumhuriyeti demokratikleştirmeyi talep ediyoruz. Mahkemeniz de bunu bir parçasıdır, alacağınız kararla bu düzene mi dahil olacaksınız yoksa savunmadan ve haklardan yana mı olacaksınız?”   Mahkeme, duruşmaya 13.45’e kadar ara verdi.