Ayla Akat Ata: Kürdüm ve yaşadığım yer Kurdistan 2023-10-10 13:09:45     ANKARA - Yargılandığı DTK dosyasının ilk bölümünün savunmasını yapan Ayla Akat Ata, yıllardır konuyla ilgili katıldığı çalışmalarda ve yaşadığı yargılama süreçlerinde en sık karşılaştığı sorunun “Kurdistan’ın neresi olduğu” ve “Neden kendimi Türk milletinin bir ferdi olarak hissetmediğim” soruları olduğunu söyleyen Ayla Akat Ata, “Cevabı basitti. Kürt’tüm ve yaşadığım yer Kürdistan'dı” dedi.     DAİŞ'in Kobanê’ye yönelik saldırısı sonrasında Kurdistan ve Türkiye’nin pek çok kentinde 6-8 Ekim 2014’te yaşanan halk protestoları nedeniyle Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu 18’i tutuklu 108 siyasetçinin yargılandığı Kobanê Davası’nın 36’ncı duruşmasının ikinci oturumu, Sincan Cezaevi Kampüsünde bulunan  duruşma salonunda devam etti.   Sincan Kapalı Cezaevi’nde bulunan tutuklu siyasetçiler duruşma salonunda hazır bulunurken, farklı cezaevlerinde bulunan siyasetçiler duruşmaya Ses Görüntü ve Bilişim Sistemi ile (SEGBİS) katıldı. Duruşmayı, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) avukatları, Yeşil Sol Parti Milletvekili Mehmet Rüştü Tiryaki, Vezir Coşkun Parlak, Adalet Kaya, Ceylan Akça, Sırrı Sakık’ın yanı sıra çok sayıda izleyici takip etti.    Duruşma, tutsak siyasetçi Ayla Akat Ata’nın savunmasıyla başladı.    Gar katliamında yaşamını yitirenleri andı    10 Ekim Ankara Gar katliamında yaşamını yitirenleri anarak sözlerine başlayan Ayla, olayın aydınlatamadığından dolayı olayın gerçekliğinin ortaya çıkmadığını kaydetti. Ayla, “Geç değil, biri kalkıp aydınlatalım derse bu katliam listenin en başında olur. Bugün bu katliama sessiz kalanlar burada yargılanması gerekirken, biz IŞİD vahşetine hayır dediğimiz için onurumuzla yargılanıyoruz” dedi.    ‘Kürt ve Kurdistan tabirleri tarihi belgelerde yer alıyor’    Mütalaada, Kürt halkı için “sözde halklar” sözlerine değinen Ayla, sempozyum bildirimlerinde yer alan Selçuklu’dan Osmanlıya kadar dayanan Kürt ve Kurdistan terimlerini açıkladı. Tarihte, eyaletlerin olduğunu dile getiren Ayla, bugün eyaletten söz etmenin mümkün olmadığını ifade etti. Ayla, sempozyum bildirileri içerisinde, “Kürt ve “Kurdistan” tabirlerine dair sunulan tarihi belgelerde, Osmanlı padişahları tarafından bazı krallara verilen ahitnamelerde geçtiğini kaydetti.   Tarihten bugüne kayyımların yolsuzluğu    Osmanlı Devleti’nin İstanbul hariç 27 vilayete ayrıldığını dile getiren Ayla, Kurdistan eyaletinin kurulması bölgenin kontrol altına alınması için yeterli olmadığını, aşiret yapısının çok güçlü olmasından kaynaklı, merkezden, vali, defterdar ve kaymakamlar tayin edildiğini anımsattı. Ayla, “Dünün merkezi atamaları ile bugünün, halkın seçilmişlerine yönelik ‘sivil darbe’ olarak tanımlayabileceğimiz, ‘kayyım’ politikaları arasında hiçbir fark olmadığı gibi; adı vali, kaymakam ya da kayyım olsun, erk sahiplerinin elde ettikleri çıkar, yaşanan huzursuzluklar ve halkın rahatsızlığı konusunda da bir fark yoktur. Tarihi belgelere geçmiş, Mardin valisini özellikle belirtmiş. Elimizdeki bütün belediyelere kayyım atandı ama Mardin’deki yolsuzluklar açığa çıktı demek ki bunun tarihi bir bakiyesi varmış ki bugünde uygulanıyor. Bugünü hükümeti Mardin kayyımını görevden aldı başkasını gönderdi oda geldi aynı yolsuzluğu yaptı. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Selçuk Mızraklı, belediyedeki şatafatı ortaya çıktı. Halkın değerlerini kendi çıkarları uğruna kullandığı ortaya çıktı. İki yüz yıllık bir tarihi bakiyesi var bu durumun” sözlerini kullandı.    ‘Sınırlar üzerine düşünmek zorundayız’   Dünya coğrafyasına bakıldığında sınır bölgesinde yaşayan halkların değişmeyen kaderi olarak, çözülmeyen sınır sorunları ve beraberinde yaşanan çatışma, şiddet, savaş gerçeği sürekli insanların karşısına çıktığını kaydetti. Ayla, “Batı coğrafyasında Kuzey İrlanda, Bask, Bosna Hersek, Kosova, Makedonya ve Kıbrıs sorunu; Ortadoğu ve Asya coğrafyasında Afganistan, Keşmir, Irak, Filistin ve Kürt Sorunu, Kafkasya coğrafyasında Karabağ, Çeçenistan, Abhazya, Güney Osetya, ve bugün sıcak savaşın yaşandığı Ukrayna sorunu, bizlere miras kalan dünyayı çocuklarımıza miras bırakabilmek için ‘sınırlar’ üzerine düşünmemizi zorunlu kılıyor. Ortada yapılan hesapların mazlum halka yansımasına sessiz kalmak elde değil” ifadelerine yer verdi.     Ayla savunmasında şu sözleri kullandı:    “Teknoloji ve bilişim çağındayız. Bu yönüyle sınırların olmadığı bir dünyada yaşıyor, küçücük ekranlardan dünyaya ulaşabiliyoruz ve kendimizi ulaştırabiliyoruz. Çizilen sınırlar, ortak kimlikler karşısında ırk, dil, din ve inanç gibi kağıt üzerinde kalırken sınırların içerisinde yaşayanları da birleştirmiyor. Bu gerçeklik içerisinde önce Kasr-ı Şirin sonra Lozan’la çizilen sınırlarla, Kurdistani halkların yaşadığı coğrafya da bir sorun alanı olarak duruyor ortada. Bu coğrafya öyle bir coğrafya ki küresel hegemon güçler için her zaman ilgi alanı olmuş. Bu haliyle, Osmanlı İmparatorluğu ile Safevi arasında çizilen sınırla ikiye, İmparatorluğun yıkılmasıyla; Türkiye, Suriye ve Irak arasında çizilen sınırlarla dörde bölünen Kürdistan coğrafyasında yaşayan halkların doğal olarak yaşadıkları sorunlar da uluslararası bir nitelik taşıyor. Dört parçanın herhangi birinde yaşanan gelişme ya da açığa çıkan sonuç diğer parçaları da etkiliyor. Çok kimlikli (etnik, dini ve mezhepsel açıdan) bir coğrafyada yürütülmek istenen ulus devletin teklik politikalarına, hegemonik güçlerin ve küresel sermayenin bölgesel çıkarları da eklenince yaşanan sorunların çözüme kavuşması mümkün olmuyor yazık ki.    ‘Katlettiğimiz doğa ile nasıl yüzleşeceğiz?’    Ilısu Barajı yapıldıktan sonra Hasankeyf sular altında kaldı. Cumhurbaşkanı, kalkıp  Ilısu barajı yapmak isteyenler bu ülkeye ihanet eder sözlerini kullanmıştı ve sözleri tarihte yerini aldı. Ama insanlarımıza ‘iş alanı’ açıyoruz diye doğamızı katlediyoruz. Güvenlik kaygısıyla, insanlarımız ölüyor, güvenlik kaygısıyla doğamız katlediliyor. İnsanlar buluşacaklar, hakikat yüzleşmesiyle birbirini affedecek ama biz doğamızdan, ovamızdan nasıl özür dileyeceğiz, nasıl yüzleşeceğiz. Bazı yerlerde ot çıkmıyor çünkü kimyasal kullanılmış, biz o doğadan nasıl özür dileyeceğiz.”    Suriye’nin önemi    Suriye’de yaşayan Kürtlerin konumuna ve statüsüne dikkat çeken Ayla, Suriye’nin konumunun  bugün dahi büyük bir öneme sahip olduğunu kaydetti. Ayla, “Suriye'de henüz normalleşme yaşanmamakla beraber Beşar Esad’ın başta Arap camiası içerisinde yeniden kabul edilmesi, Ukrayna Savaşı dolayısıyla Rusya’nın Suriye’de yaşadığı nüfuz kaybı, İran’ın Suriye'nin toprak bütünlüğü içerisinde demokratik bir yönetimden yana tutumu, Kuzey Suriye’de savaşın başından itibaren hayata geçirilen ‘Defacto’ demokratik yönetim modelinin uluslararası camiada yarattığı ilgi, Türkiye’nin özellikle son sekiz yıldır bu yönetimin gayrimeşru ve bir ‘terör’ yapılanması olduğu yönündeki ısrarı ve ABD’nin Fırat’ın doğusundaki varlığı ile IŞİD’e karşı mücadelede Suriye Demokratik Güçleri’ne vermiş olduğu destek ayrı ayrı değerlendirme konusu yapılabilir” ifadelerini kullandı.    ‘İnsanlara nefret pompalanıyor’   Ayla sözlerine şunları ekledi: “Ankara saldırısından sonra Suriye sınırı çok fazla tartışıldı. 90’larda Kurdistan’da askerlik yapan akademisyenler TV’ler şunları söylüyor; ‘SHP’nin 91 seçimlerinde listelerde Kürtlerin listede yer almasını hata olarak görüyor ve bugün Kürtlerin, her şeyle bağını koparmak lazım’ diyorlar. Bunu biz söylesek, 302’den yargılanırız. Bugün TV’leri gezen akıl hocaları söylüyor. Bu insanlara nefret pompalanıyor neden 302’den yargılanmıyorlar? Savunmamdan önce, hastaneye giderken, adli çocuk mahkum ile birlikte hastaneye gittim, bana ne için burada olduğumu sorduğumda, ‘siyasetçiyim’ dediğimde ‘bana terörist misiniz?’ diye sordu. Topluma nefret pompalanıyor. Teknofes Ankara’da yapıldı uçan uçaklar vardı ve kendimi Diyarbakır’da düşündüm, çünkü bize bunu yaşattınız. Nasıl oluyor bu ülkeye böyle nefret pompalanıyor. Bunun siyasi bir sorumluluğu yok mu? nasıl aşacağız bunu, o sınırlardaki duvarları nasıl aşacağız. Bunu biz düşünüyoruz peki ya çocuklarımıza bunu nasıl anlatacağız.”     ‘Bu ülkede Kürtler ne düşünüyor diye soruyorlar mı?    Rojava sürecine bakıldığında Efrîn’in her zaman daha sakin bir yer olduğunu dile getiren Ayla, “Efrîn bir barış alanı gibi bir yerdi. Sonra ne oldu, oraya radikal cihatçı grupları yerleştirmek için, zeytin dalı harekatı başlattılar. İnsanları yerlerinden yurtlarından edip sonra zeytin dalı dediler. Pazarlarda, sonra Efrîn zeytinleri diye satışlar başladı. Bu ülkede yaşayan Kürt ne düşünüyor diye soruyorlar mı? Yok sormuyorlar. Biz dile getirdiğimiz de yargılamalarla karşı karşıya kalıyoruz. Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında yaşananlara dair yazılıp çizilen çok şey okuyoruz. Ama cetvel ile çizilen sınırlarla, yaşamları ve coğrafyaları parçalanırken gölgede kalan ve varlıkları Sevr tartışmalarıyla görünmez kılınmak istenenin hep Kürt halkı olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz” şeklinde konuştu.     Kürt sorunu neden çözümsüz kalmış?    Yıllardır konuyla ilgili katıldığı çalışmalarda ve yaşadığı yargılama süreçlerinde en sık karşılaştığı sorunun “Kurdistan’ın neresi olduğu” ve “Neden kendimi Türk milletinin bir ferdi olarak hissetmediğim” soruları olduğunu ifade eden Ayla, “Cevabı basitti. Kürt’tüm ve yaşadığım yer Kürdistan'dı. Kendimi her zaman Türkiyeli bir Kürt olarak gördüm ve ifade ettim. Ama yazık ki, bu yeterli olmadı. Türkiye halklarının tüm farklılıklarıyla eşit, özgür ve gönüllü birlikteliğini savunuyor en önemlisi, bunu gerçekleşebilir ve mümkün görüyorum. Bu ülkede benim baktığım yerden bakmadan ve benim cümlelerimle olmasa da Kürt sorununun demokratik çözümünü isteyen düşünce birliği içerisinde olduğum ya da farklı zeminlerde de olsa mücadelesini vererek eylem birliği içerisinde olduğum insanlar olduğunu biliyorum. Bu bana güç veriyor. Bugün Türkiye’de, ayrım yapmadan ifade ediyorum, hangi siyasi partiye sorarsanız ülke için en iyisini ve en hayırlısını kendisinin düşündüğünü ve siyaseten savunduğunu iddia etmektedir. Peki, o zaman Kürt sorunu neden çözümsüz kalmış ve kırk yılı aşkın bir zamandır yaşamlarımızda var olan şiddet neden son bulmamıştır? Cevabı yine basit. Demek ki, sorunu çözmek yerine, kendi emel ve arzularını ülkenin ve ülke insanının çıkarları ve iyiliğinin çok ama çok önüne koyan siyasi iktidarlar tarafından yönetilmişiz” diye belirtti.    ‘Çözüm için yöntem diyalog ve müzakere’   Ayla devamında şu ifadeleri kullandı: “Tabi ki ben de kendi adıma sonuçlar çıkardım. Kürt halkının haklı ve meşru olan ‘statü’ talebinden asla vazgeçmeyeceğini biliyorum. Gerçekleşmesi mümkün ve kaynağını ortak tarihimizden alan bu talebin doğru anlaşılmasının, bugüne kadar ‘bölünme’ eksenli yaratılan yanlış algı düzeltilmeden ve duyulan kaygı ve korkular giderilmeden mümkün olmadığını da görüyorum Çözüm hiç de kolay değil. Hele ki ülkenin bugün içinde bulunduğu siyasi atmosfer düşünüldüğünde, birinin çıkıp ‘ülkenin çözüm bekleyen en acil gündemi Kürt sorunu ’dur.’ deme cesaretini göstermesi de çok zor. Tabi ki partimiz dışında. Oysa ki, Cumhuriyetin 100. yılını anlamlı kılacak olan Cumhuriyetin demokratik bir öze kavuşmasıdır.  Bu da cesur ve kararlı adımlar atılmadan mümkün değildir. Çözüm için yöntem diyalog ve müzakere. Anahtar, ortak vatanda eşit, özgür, adil ve gönüllü bir birlikteliği sağlayacak adımların anayasal düzeyde atılmasıdır.”   Duruşmaya bir buçuk saat ara verildi.