‘İnfaz yasası değişikliğinde kadının gündeme gelmediği çok açık’ 2023-08-25 09:02:43       AMED - Amed Barosu Kadın Hakları Merkezi Üyesi Elif Tirenç İpek Ulaş, siyasi ve adli hükümlüler arasında bir kez daha ayrımcılığı derinleştiren infaz yasası değişikliğini değerlendirirken, “Son infaz yasasının düzenlenirken kadınların maruz kaldığı şiddet ve şiddetle mücadele boyutuyla yeniden değerlendirilmediği, ele alınmadığı ve hiç tartışılmadığı, gündeme gelmediği çok açık ve anlaşılır” dedi.   TBMM Genel Kurulu'nda 14 Temmuz'da kabul edilen yeni infaz düzenlemesi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından onaylanarak 15 Temmuz'da Resmi Gazete'de yayımlanmasıyla yürürlüğe girdi. Düzenlemeyle 31 Temmuz'a kadar cezaevinde bulunan bazı hükümlülere, kapalı cezaevinden açık cezaevine üç yıl erken geçme ve buradan da tahliye imkânı getirildi. Düzenlemeye göre bu hükümlüler arasında insan öldürme, yaralama, cinsel suçlar, dolandırıcılık, hırsızlık, yağma, rüşvet ve uyuşturucu gibi çok sayıda suçtan mahkum olanlar yer alıyor.   Açık cezaevine geçen bu hükümlüler, üç ay açık cezaevinde kalmak şartıyla denetimli serbestlik hükümlerinden üç yıl erken yararlandırılacak. Bu nedenle aldığı ceza miktarına göre birçok hükümlüye tahliye kapısı açılmış olacak. Bu düzenlemeden cezası ertelenenler ile durdurulanlar da yararlanacak. Düzenleme Türk Ceza Kanunu'nun 2’nci Kitap 4’üncü Kısım 4’üncü, 5’inci, 6’ncı ve 7’nci Bölümünde tanımlanan suçlar, TMK kapsamındaki giren suçlar ve örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçları hariç tutuyor.   Kadın ve çocuğa yönelik suçların faillerinin de yararlandırıldığı infaz yasasında siyasi ve hasta tutsakların hariç bırakılmasını Amed Barosu Kadın Hakları Merkezi Üyesi Avukat Elif Tirenç İpek Ulaş değerlendirdi. Uygulanan infaz yasası değişikliği ile siyasi ve adli tutuklular arasında farklı muamelelerin olduğuna işaret eden Elif, adli tutukluların lehine olan infaz kanunu ile kadınların hayatının her zamankinden daha riskli bir boyuta geldiğini kaydetti.   Siyasi tutsaklara düşman hukuku   İnfaz yasası değişikliğindeki adli ve siyasi hükümlüler arasındaki farkın Covid-19 döneminde yapılan izinlerde de görüldüğünü aktaran Elif, “Türkiye'nin bir cezaevi politikası var. Türkiye'de son 20 yıldır iktidar olan AKP hükümetinin de bir politikası var. Bu cezaevi politikasında siyasi ve adli suçlular arasında hem infaz düzenlemelerinde, hem infaz yasalarında hem de kısmi ya da genel af gündeme geldiğinde bir ayrımcılık söz konusu oldu bugüne kadar. En son örneğini pandemi döneminde de yaşadık. Örneğin Covid-19 izninde siyasi ve adli suçlular arasında bir fark konuldu ve siyasi suçlular yararlanamadı. Yine 14 Temmuz itibariyle TBMM'de kabul edilen yeni infaz yasası düzenlemesinde de siyasi suçlar kapsam dışı bırakıldı. Bu ayrımcılığın sebebi biraz daha iktidarın siyasi suçlara dönük özel politikaları. Özellikle belli bir ırka ya da belli düşüncelere, inançlara dönük siyasi operasyonlarla bastırma politikaları söz konusu ve bunlardan kaynaklı cezaevine giren, tutuklanan ya da hüküm giyen insanlara cezaevinde de aynı ayrımcılık, siyasi baskı devam ediyor. Bunun altında yatan temel neden bizim hukuki olarak da düşman ceza hukuku olarak tanımladığımız bir ideolojik yaklaşım. Bununla beraber tabii kendini hem infaz rejiminde bu ayrımcılık gösteriyor. Nitekim AKP iktidar döneminde de bugüne kadar siyasi suçların lehine olabilecek herhangi bir düzenleme bugüne kadar geçmedi” dedi.   ‘Siyasallaşmış bir hukuk söz konusu’   Elif, Türkiye'nin hukuk ihlallerinde bulunduğuna işaret eden Elif, “Türkiye Cumhuriyeti anayasası madde 10'a göre herkes eşittir. Ancak bilindiği üzere Türkiye hukuk devleti olmaktan uzaklaşalı çok oldu ve aynı hızda da devam ediyor. Hukuk devleti olduğuna ilişkin anayasada da yine bir düzenleme var ama zaten uzun süredir anayasa da başta olmak üzere yasaların birçoğu askıya alınmış durumda ve biraz daha siyasallaşmış bir hukuk söz konusu. Tabii eşitlik kavramı da bundan nasibini alıyor ve dolayısıyla anayasanın askıya alındığı bir süreçte eşitlik de dâhil olmak üzere bütün insan hakkı ve özgürlükleri olarak düzenlenen bütün durumlar da askıya alınmış oluyor. Eşitlik de bunlardan biri” ifadelerini kullandı.   Hasta tutsaklar   Değerlendirmelerinde hasta tutsakların durumuna da dikkat çeken Elif, şunları söyledi: “İnsan Hakları Derneği'nin yayınladığı raporlara göre Türkiye'de şu anda hasta mahpus sayısı ağır hasta mahpus sayısı 500 ile bin arasında bir sayıya tekabül ediyor. Bunlar arasında durumu ağır olup yaşamını kendi başına idame ettiremeyecek durumda olan da çok fazla sayıda mahkum var. Bunlara ilişkin kimi zaman kamuoyuna yansıyan özel bazı dosyalar ya da özel bazı durumlar olabiliyor ve kamuoyunun biraz da tepki göstermesi ile belki vazgeçmeler sağlanabiliyor ama genel olarak Adli Tıp’ın bu konudaki yaklaşımı, Bakanlığın insan haklarından uzak tutma yaklaşımı ve cezaevinde olsa dahi insan haklarından faydalanabileceği görüşünden uzak yaklaşımı sebebiyle ağır hasta tutsak sorunu hiçbir zaman çözülemiyor. Bunun cezaevi boyutuyla da cezaevinde yaşanan hak ihlallerinin de artış gösterdiğini biliyoruz. Ağır hasta tutsaklar boyutuyla da hükümetin ve iktidarın bu yönündeki politikaları devam ediyor. Çünkü insan haklarını gözeten bir politika ve devlet anlayışı söz konusu değil. Türkiye'de ulusal hukukta ve uluslararası mevzuatı taraf olduğu sözleşmelerde ayrımcılık yasağı şeklinde bir düzenleme söz konusu. Türkiye'de bu yasak uygulanıyor mu, hayır.”   ‘Ayrımcılığı hayatın içinden tartışmak gerek’   Elif, kadınların normal yaşamlarında yaşadığı adaletsizlik ve eşitsizliğin cezaevinde de olduğuna değinerek, bu nedenle ayrımcılığın sadece bir kavram olarak ele alınamayacağını söyledi. Türkiye'de yaygın bir ayrımcılık olduğunu vurgulayan Elif, “Her anlamda herkes ırkından, dininden, inancından dolayı veya sadece kadın olmaktan yani cinsiyetinden ya da işte cinsel yöneliminden dolayı ayrımcılığa maruz kalabiliyor. O yüzden Türkiye gibi az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde ayrımcılık yasağı gibi kavramlar sadece literatür kavramı olarak değil daha güncel, hayatın içinden tartışılması gereken bir kavram” sözlerine yer verdi.   Şiddetin yaygınlaşması tehdidi   İnfaz yasasındaki değişiklikten sadece adli tutukluların faydalanmasıyla özellikle kadına şiddetin daha çok yaygınlaşacağına işaret eden Elif, sözlerini şöyle sürdürdü: “Son infaz yasası ile birlikte adli tutuklular ve hükümlüler başta olmak üzere yaklaşık 120 bin mahkumun faydalandığı bir düzenleme geçti. Bunların arasında kadına ve çocuğa dönük işlenen suçlar ve özellikle cinsel saldırı, cinsel istismar, yaralama ve benzeri suçların tamamı kapsamda ve bu kişilerin tamamı aslında ya tahliye edildi ya da denetime tabi tutuldu ya da açık cezaevinden alındı ve kısa bir süre sonra tahliyeleri gerçekleşecek.”   Cezasızlığın örneği!   Elif, infaz yasasının kadınların yaşamına etkisini değerlendirirken, cezasızlık politikasına yer verdi. Kadına dönük suçu işleyen bir failin cezaevine girmesinin şiddetle mücadelede uygulanması gereken en önemli politikalardan biri olduğunu dile getiren Elif, “Yani Türkiye'de zaten şiddet artışının temel sebeplerinden biri cezasızlık olduğuna göre cezalandırdığınız ve cezaevine koyduğunuz her şiddet failinin yeni bir şiddet suçu işlemesinin önüne geçiyorsunuz. Bunun yanında topluma da bir mesaj veriyorsunuz.  Yani şiddet suçuna karışmanız halinde işte cezalandırma ile karşı karşıya kalacaksınız diye. Ancak bu suçluların affedilmesi ve bir anda bir yasayla dışarı çıkartılması, bu cezasızlık politikasını besleyen ve topluma bu mesajı vermekten uzak bir politika ve uygulama olarak karşımıza çıkıyor” şeklinde konuştu.   Kadınların nasıl korunacağı tartışılmadı   Pandemi döneminde de benzer bir düzenleme yapıldığını hatırlatan Elif, “Bu yapılırken kadınların dışarıda kalan o şiddet failinin tekrar yaşamına gireceği kadınların nasıl korunacağına dair ne bir özel önlem alındı ne de özel önlem tartışıldı ve bu son yasada da aslında aynı durumla karşı karşıya kaldık kadınlar boyutuyla. Bu açıdan son infaz yasasının düzenlenirken kadınlar boyutuyla kadınların maruz kaldığı şiddet ve şiddetle mücadele boyutuyla yeniden değerlendirilmediği, ele alınmadığı ve hiç tartışılmadığı, gündeme gelmediği çok açık ve anlaşılır. Bu daha ‘Şiddet niye sürekli artıyor’ diye sorulduğunda verilebilecek en somut örneklerden biri olarak yine listeye girdi. İktidarın zaten seçim yatırımı olarak biraz da bu infaz düzenlemesini geçirdiğini biliyoruz ve çok uzun süredir bütün seçim hesapları, seçim yatırımları kadınları, çocukları göz ardı eden ve şiddetle mücadeleyi de arka planına atan boyutta tartışılıyor” sözlerini kullandı.   ‘Artık öleceği anlaşılan tutsaklar tahliye edildi’   Şiddet faillerinin infaz yasası değişiklikleriyle tahliyelerinin önü açılırken, hasta tutsakların ancak artık iyileşmesinin mümkün olmadığı durumlarda tahliye edildiğini söyleyen Elif, Aysel Tuğluk örneğini verdi. Elif, “Aysel Tuğluk örneğinde de gördüğümüz gibi kamuoyunun ciddi bir desteğini alarak da aslında yapılabildi, sağlanabildi ama her hasta tutsak için maalesef uygulanamıyor. Çünkü kriz halinde hasta mahpuslar yönünden hem yasalar hem de iktidarın yaklaşımları bir kriz halinde. Bakanlığın dahi ya da cezaevinin dahi ‘Cezaevinde kalamaz’ diyebildiği kimi hasta tutsaklar Adli Tıp'ın ‘Hayır kalabilir’ şeklindeki raporu yüzünden bırakılmıyor. Ya da Adli Tıp’ın ‘Cezaevinde kalamaz’ dediği kimi tutsaklar sırf siyasi mahkum olduğu için siyasi düşüncesinden kaynaklı cezaevinin engellemesi ile tahliye edilmiyor. Bu hakikaten artık kanayan yaraya dönüşmüş durumda. Şu örnekle de karşılaşıldı. Hasta mahpus olup bütün o yasal yolları kullanıp tahliye edilmeyen fakat ölümüne çok yakın bir zaman kala ve artık öleceği anlaşılan insanlar tahliye edildi ve tahliye edildikten çok kısa bir süre sonra vefat ettiler. Yani acı çeke çeke vefat ettiler. Bu da sorunun çözümüne dönük bir yaklaşımın değil de o siyasi mahkumdan bir intikam alınması şeklinde yaşanıyor” ifadelerine yer verdi.   Mücadele çağrısı   Şartlar çok zor olsa da iktidar karşısındaki adalet ve eşitlik mücadelesine devam edilmesi gerektiği konusunda çağrıda bulunan Elif, şunları söyledi: “Türkiye, son yıllarda demokratik olmaktan çok uzaklaştı. Kadınla yönelik şiddetle mücadelede kendini gösteriyor. Hem politika, hem söylem, hem yasal düzenlemeler olarak hasta mahpuslarda, siyasi mahpuslarda ve siyasi mahpuslar arasında uygulanan ayrımcılıkta kendini gösteriyor. Türkiye'de uzun soluklu bir demokrasi mücadelesi zaten söz konusu. Evet, daralmış durumda, biraz sekteye uğramış durumda. Çünkü çok ağır bir faşizmle karşı karşıyayız ama tabii ki bu mücadeleyi elden bırakmak anlamına gelmiyor. İnsan hakları ve özgürlüklerinin ve barış mücadelesinin verilmesi zaten Türkiye'de bunların olmadığının açık kanıtıdır. Bu anlamda bütün demokrasi mücadelesi, insan hak ve özgürlükleri mücadelesi, kadına ve çocuğa, tüm dezavantajlı gruplara dönük şiddetle mücadele, ayrımcılık yasaları ile mücadele, siyasi tutsaklar ve hasta tutsaklara ilişkin mücadeleyi bütün olarak görüp neresinden tutabilirsek tutup mücadeleye devam etmek hepimizin hayatı için de bu ülkede yaşayabilmemiz, nefes alabilmemiz için de zorunlu.”