‘Nefret söylemine dair ayrık bir yasa yok’ 2023-07-22 09:04:01     Melike Aydın    İZMİR - Dijital medyada ırkçı, cinsiyetçi ve nefret söylemlerinin artması karşısında var olan yasalarda nefret söyleminin olmadığını, bu yasaların ise keyfi uygulandığını kaydeden İzmir Barosu  Göç ve İltica Komisyonu üyesi Ayşegül Karpuz, “nasıl bir yasa” dan ziyade “nasıl anlayış ve politika”  sorusunun cevaplanması gerektiğini vurguladı.    Kadına ve çocuğa yönelik ırkçı, nefret ve cinsiyetçi söylemlerin en yoğun kullanıldığı alanlardan biri de dijital medya platformları. Söz konusu ayrımcı söylemlere ilişkin ise “halkı kin ve düşmanlığa tahrik”  suçunu kapsamına alan Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 216’ncı Maddesi, sadece dini değerlere yönelenlere karşı uygulanırken, nefret suçlarına yönelik ise ayrıca bir düzenleme bulunmuyor. En son yine dijital medya aracılığıyla yapılan cinsiyetçi paylaşımlardan biri de Başak Demirtaş’a dönüktü. İstanbul Barosu’na kayıtlı avukat Osman Taşdemir, Başak’ı hedef alarak cinsiyetçi bir paylaşımda bulundu. Tepkilerin yükseldiği olaya ilişkin ise Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi soruşturma başlatılmasını istedi.    İzmir Barosu Göç ve İltica Komisyonu üyesi Avukat Ayşegül Karpuz, dijital medyada cinsiyetçi, nefret ve ayrımcı söylemlere ve paylaşımlara ilişkin değerlendirmelerde bulundu.    ‘Nefret söylemine dair ayrık bir düzenleme yok’   Türkiye’nin güncel yasalarında nefret söylemine öznel bir ayrık düzenleme bulunmadığını ifade eden Ayşegül, 216’ncı maddede yer alan “Halkı kin ve düşmanlığa “tahrik” suçunun bazen dini değerlere yönelik nefret söylemlerinde kullanıldığını, ancak söz konusu etnik ayrımcılık ve ırkçı söylemler olduğunda maddenin uygulanmadığını kaydetti. Ayşegül, “Çünkü bu maddede nefret söylemi tanımlanmıyor. Son yasa değişikliği ile birlikte kadınlara  yönelik ısrarlı takip fillerine yönelik cezalar var. Uygulamasını yeni yeni göreceğiz. Toplumun şu an en dezavantajlı gruplarından olan mültecilere yönelik ne yazık ki bir düzenleme olmadığı gibi mevcut uygulanabilir olanlar da kabul görmüyor. Örneğin İzmir’de tüm mahalle tarafından linç edilerek darp edilen Suriye uyruklu ailenin davasında sanıklar ‘basit yaralama’ ve ‘mala zarar verme’ suçlarından yargılandı, hakkında ise ‘Hükmün Açıklanması Geriye Bırakıldı (HAGB)’ kararı verildi. Bu sonucu, cezayı, adalet açısından çok uygun görmüyorum” dedi.    ‘Nefret söylemi çatışma ortamı yaratıyor’   Dijital medya fenomenleri, siyasi parti liderleri ve sanatçıların, popülist ve ırkçı söylemleri yaygınlaştırıp görünür kıldığına işaret eden Ayşegül, “Örneğin, bu ‘eğitimli’ kişiler, belki de hiçbir zaman bir mülteciye karşı fiziksel olarak doğrudan bir suç işlemeyecek, ancak işler mahallelere indiğimizde değişiyor. Korunaklı alanlarında bu söylemleri üretenler bilmiyor ki yoksul ve farklı şekillerde ötekileştirilerek, hayatını idame ettirmeye çalışan grupları karşı karşıya getiriyor ve ne yazık ki mob dediğimiz şiddet gruplarını oluşturuyor” sözlerine yer verdi.    ‘Dijital ortamdaki yeni düzenlemelerin pratik örnekleri olumsuz’   Dijital medyanın düşünce ve ifade hürriyeti, haber alma özgürlüğü, bilgiye erişim gibi alanlar açısından geniş fırsatlar sunduğunu kaydeden Ayşegül şöyle devam etti. “ Örneğin bir kişi doğrudan yöneticiye ulaşabiliyor ya da biz ana akım medya yanında farklı haber kanallarına ulaşabiliyoruz. Tüm bu iyi özelliklere karşıt olarak kişilik hakları açısından da itibar suikastlerinin, nefret söylemlerinin ve bilgi kirliliğinin olduğu bir alan aynı zamanda. Bu noktada yapılan düzenlemelerin hangi amaçla yapıldığına bakmak lazım. Özgürlükler alanının sınırlamak mı kişilik haklarını korumak mı, bunu da yeni düzenlemelerin nasıl uygulandığını gözlemleyerek cevaplayabiliriz.  Ne yazık ki deprem dönemi bu duruma en somut örneklerden biriydi. Hatay’da suya erişimin olmadığı şikayeti suç konusu yapılabildi. Hukuken kabul edilebilir değil.”   ‘Önce nasıl bir anlayış gerektiği sorusu cevaplanmalı’   Son olarak ‘nasıl yasalar gerektiği’ sorusundan çok ‘nasıl bir anlayış ve politika’ gerektiği sorusunun daha önemli olduğunu ifade eden Ayşegül, “Çünkü devlet yurttaşı gerçekten korumak isterse koruyabilir” diye ekledi.